Franco ve gölgesi | Onur Uludoğan

Ocak 19, 2023

Franco ve gölgesi | Onur Uludoğan

I

1936 yılında,  General Francisco Franco önderliğinde İkinci İspanyol Cumhuriyeti’ne karşı başlatılan ayaklanma kısa sürede tarihin en kanlı iç savaşlarından birine evrildi ve 1939’da Franco’nun başını çektiği falanjistlerin zaferi ile sonuçlandı. 

General Francisco Franco, üç yıl süren İspanya İç Savaşı boyunca Nazilerin iktidarda olduğu Almanya’nın; Faşistlerin iktidarda olduğu İtalya’nın açık desteğini arkasına almayı başardı. Bu açık desteğe SSCB’nin, İspanya İç Savaşı’nın en direngen taraflarından olan anarşistlere sırtını dönmesi de eklenince Franco, mutlak zaferini ilan etmiş ve 1939’da 36 yıl sürecek diktatörlüğünü de başlatmıştır. 

Franco; iktidarı ele geçirmesinin ardından başlayan 2. Dünya Savaşında görünürde bağımsız kalarak, 2. Dünya Savaşının ardından başlayan Soğuk Savaş döneminde ise ABD’nin başını çektiği antikomünist dalgayı arkasına alarak iktidarını korumayı başardı. 

Franco’nun diktatörlüğünü ilan ettiği 1936’dan öldüğü 1975 yılına kadar olan dönem, modern İspanya tarihindeki en karanlık yıllar olarak nitelenebilir. Anayasa ve siyasi partilerin yokluğu, mutlak sansür, toplanma ve örgütlenmenin yasak olması bu dönemin alametifarikalarıydı. 

Franco, baskı rejimini sürdürmek için hiç kuşku yok ki “korku” unsurunu devamlı kılmak zorundaydı. Bu unsuru devamlı kılabilmesi için de asker ve polis kuvvetlerini tavizsiz bir şekilde kullanması şarttı. Kırsal bölgelerde “Guardia Civil” şehir merkezlerinde ise “Policia Armada” adı verilen silahlı yapılar halk üzerinde, “Franco’nun sopası” rolünü uzun yıllar boyunca oynamışlardır. Mahkemeler de bu süreçte rejimin ihtiyaçları doğrultusunda kararlar almış ve muhaliflerin önemli bir kısmı idam edilmişlerdir. 

Franco İspanyası bugün, tarihin çöplüğüne gitmiş onlarca kanlı diktatörlükten biri olarak algılanıp lanetlense de dönemin ruhunu anlamak, bugüne ve geleceğe ışık tutmamıza yardımcı olacaktır. Bu amaçla tarih kitapları okuyabilir, belgeseller izleyebiliriz ama bu tür rejimlerin insan ruhu üzerindeki etkilerini anlamak için hiç kuşkusuz en önemli kaynaklar kurmaca yapıtlar arasından çıkar. 

Michel Del Castillo’nun Karar Gecesi’ni bu kapsamda değerlendirilebilecek en önemli romanlar arasında sayabiliriz. 

II

1933 Madrid doğumlu Michel Del Castillo Fransız bir baba ile İspanyol bir annenin çocuğudur. Franco karşıtı hareketin içinde mücadele eden annesi ile beraber 1939’da Fransa’ya kaçarlar. 2. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Fransa’nın Almanlar tarafından işgal edilmesi, anne oğulun 1942’ye kadar sürecek toplama kampı hayatlarını başlatır. Toplama kampında geçen yılların ardından Castillo Almanya’daki çiftliklerde çalıştırılır. Yazarın çilesi savaşın ardından da bitmez. İspanya’ya geri gönderildikten sonra, ailesinin politik kimliği gerekçe gösterilerek bir ıslahevine kapatılır. Yazarın kaderi, 1949’da ıslahevinden kaçarak bir şekilde kabul edildiği Endülüs’teki bir Cizvit okulunda değişir. Bu okulda gönlünü edebiyata kaptırır ve 1957’den itibaren ardı ardına yayımlanan kitaplarıyla adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdırır. 

III

1981 Renaudot ödüllü, Karar Gecesi’nde, mesleğinin henüz çok başlarındaki polis müfettişi Santiago Laredo’nun ülkenin kuzeyindeki küçük bir kasaba olan Huesca’ya atandığını öğrendikten sonra yaşadıklarını okuruz. 

Huesca’ya atanmak, genç polis ve çevresi için kızağa alınmak hatta sürgün kararı olarak algılanır. Santiago Laredo, bu tayinin olası gerekçesi üzerinde düşünmeye ve gideceği yerde birlikte çalışacağı amiri hakkında araştırma yapmaya başlar. Roman, Laredo’nun araştırması sırasında görüştüğü insanların anlatımları ile ilerler. 

Laredo’nun Huesca’daki amirinin adı Avelino Pared’dir. Meslek hayatının son yıllarındaki Pared, polis camiasındaki en efsanevi isimlerdendir. Santiago Laredo, Avelino Pared hakkında erişebildiği tüm kaynakları tarar. Eski çalışma arkadaşlarıyla konuşur, akrabalarına ulaşır, çocukluğunun geçtiği şehre bile gider ve orada anlatılanlarla beraber eksiksiz bir Avelino Pared portresine ulaşmaya çalışır. 

Laredo’nun araştırması sürdükçe, Pared’in yaşamının dipsiz bir kuyu olduğu anlaşılır. Kimi anlatımlarda Avelino Pared, ilkelerine sadık ve dürüst bir polistir kimi anlatımlara göreyse son derece tehlikeli bir manipülatördür. Tüm bunlarla beraber ortaya çıkan kesin gerçeğe göreyse Avelino Pared, diktatörlüğün sürdürülebilmesi için ihtiyaç duyulan korku ikliminin devam etmesini sağlayan çarklardaki en önemli dişlilerdendir. 

Santiago Laredo, müstakbel amiri Avelino Pared hakkında bilgi edindikçe tedirgin olmaya başlar ancak daha fazlasını öğrenmek için soruşturmasını derinleştirmekten de geri durmaz. Süreç ilerledikçe Pared soruşturması, Laredo için saplantıya dönüşmeye başlar. Onun içine düştüğü psikolojik durumu fark eden karısı ve arkadaşları onu uyarmaya çalışır ancak başarılı olamazlar. 

Karar Gecesi’nin dörtte üçü boyunca anlatıcının, Avelino Pared hakkındaki gözlemlerini ve fikirlerini okumayız. Anlatılanlar hep başkalarının anlattıklarının aktarımıdır, romanın anlatıcısı ise çıkarımlar yapmaya çalışır ve endişelerini dile getirir. 

Romanın son çeyreğine geldiğimizde Laredo nihayet Huesca’daki görevine başlar ve Avelino Pared ile tanışırlar. Tanışma korktuğu gibi olmaz. Pared, Laredo’ya emniyet müdürlüğündeki herkesi şaşkınlığa uğratacak kadar sıcak davranır. Ona kalacak yer ayarlar, beraber yemeğe çıkarlar, evine davet eder ve tüm bu faaliyetleri yaparken uzun uzun sohbet ederler. 

Santiago Laredo, başlarda bu sıcak karşılamadan dolayı son derece memnun olur fakat zaman geçtikçe çözümleyemediği bir durumun içine itildiğini sezinler ancak gerçekte ne olup bittiğini bir türlü çözemez. 

Olan biteni anladığındaysa iş işten geçmiş olacaktır. 

IV

(Yazının bu bölümü sürprizbozan / spoiler içerir.)

İç savaşı da sayarsak İspanya’nın kırk yılına damgasını vuran Francisco Franco, 20 Kasım 1975’te hayatını kaybeder. Onun ölümü, İspanya’nın içine düştüğü karanlıktan kurtulması için başlayacak sürecin işaret fişeği olur. 

Franco’nun sağlığının geri dönülemez biçimde bozulması ve ölümü, Karar Gecesi’nde anlatılan olayların fonunu oluşturur. Aktif politika ile hiç ilgilenmediğini sık sık dile getiren Santiago Laredo, Franco’nun ölüm haberini aldığında bir şeylerin değişeceğini hisseder ama beklenen değişimle bile çok fazla ilgilenmez. 

Tahmin edileceği gibi Franco’nun ölümü ile asıl ilgilenen Avelino Pared’dir. Değişeceği mutlak olan rejimin, sadık bekçiliği görevini yıllardır sürdürmüş, bu uğurda eline epeyce kan bulaşmış bir isimdir. Resmi arşivlerle yetinmemiş, kendi özel arşivini tutmuş ve bu arşiv sayesinde insanların fişlenmesine ve devamında öldürülmelerine sebep olmuştur. 

Roman ilerledikçe Pared’in sağlığının, Franco’nun sağlığına paralel bir şekilde bozulduğunu görürüz. Neredeyse hiç yemek yememektedir ve sürekli ilaç içmektedir. Gizlemeye çalışmasına rağmen çevresindekiler onun kanser olduğunu ve ömrünün sonuna geldiğini bilirler.

Karar Gecesi’ni okudukça, yılların kurt polisi Avelino Pared’in çırağı gibi gördüğü Santiago Laredo’yu kendi kurduğu bir oyuna çektiğini ve Laredo’nun kendi aldığını düşündüğü kararların bile aslında Pared’in detaylı planının bir parçası olduğunu anlarız. 

Nihayetinde Pared’in planı tıkır tıkır işler ve Santiago Laredo, sanki kendi kararıymış gibi düşünerek amirini öldürür. Cinayetin ardından ortaya çıkan kimi gerçekler sayesinde Santiago Laredo, çok uzun zamandır Avelino Pared’in senaryosunu yazdığı bir oyunu oynadığını ve kendi iradesi doğrultusunda hiçbir karar almamış olduğu gerçeğini kabul etmek zorunda kalır. 

Pared, bozulan sağlığı nedeniyle zaten kısa bir süre içinde ölecektir. Neden intihar etmediğini ya da en azından tedavisini aksatarak doğal ölümünü beklemediğini yazar bize açıkça anlatmaz. Kitabın bittiği noktada okurlar, yazarın yazmamayı tercih ettiği cevaplar hakkında düşünmeye ve kendi çıkarımlarını yapmaya başlarlar. Bu açıdan bakıldığında Karar Gecesi, okunduktan sonra da “söz” söylemeye devam eden yapıtlar arasında sayılabilir. 

Yalnızca, Castillo’nun bu tercihi bile Karar Gecesi’ni büyük bir roman yapmaya yeter diye düşünüyorum. 

V

Karar Gecesi’ni geleneksel anlamda bir polisiye olarak nitelemek zor. Yazar, okurun dikkatini ve merakını canlı tutmak için polisiye unsurlardan yararlanıyor ama temelde yapmak istediği, tarihteki en kanlı iç savaşlardan birini yaşayan; sonrasında otuz altı yıl süren bir diktatörlüğün içine hapsolan bir ülkenin insanlarını anlamak ve anlatmak. 

Bu tür baskı rejimlerinin mutlaka içine düştüğü yozlaşmanın etkileri, korku iklimi altında ezilen bireylerin sinmesi ve belki de farkında bile olmadan birer böceğe dönüşmeleri, yazarın temel meseleleri arasında. Rejimin sopası konumunda olan silahlı güçlerin mensuplarının psikolojileri de Karar Gecesi’nin üstünde durduğu en önemli meselelerden bir diğeri. 

Karar Gecesi 1981’de yayımlanır. Kitabın çevirmeni Özdemir İnce çevirisini 1982’de bitirir. Türkçedeki ilk baskısı ise 1984 yılında Can Yayınları tarafından yapılır. 

1982, 12 Eylül Darbesi’nin kısa bir zaman sonrasıdır. Rejimin normale döneceğine dair herhangi bir işaretin görülmediği günler yaşanmaktadır. Hiç kuşku yok ki Özdemir İnce, romanı çevirmeye karar verirken Franco’nun kurduğu diktatörlüğe benzer bir rejimin Türkiye’de de kurulma ihtimali olduğunu görmüş ve bir hayli endişelenmiştir. 

İnce, endişeli ruh halini kitaba yazdığı önsözde şu cümlelerle ifade eder:

“Kitabı çevirirken aynaya bakmaktan korktum, uykularım bölündü; İspanya’nın eşiğinden acaba dönebildik mi diye düşündüm.” (s. 348) 

Aradan kırk yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Özdemir İnce’nin sorusunun hâlâ sorulabilir olduğunu görmek ise bir hayli düşündürücü. 

edebiyathaber.net (19 Ocak 2023)

Yorum yapın