Sözün ardı/önü 21: Mevsimsiz zamanlarda | Feridun Andaç 

Temmuz 18, 2023

Sözün ardı/önü 21: Mevsimsiz zamanlarda | Feridun Andaç 

“Kendi sıcaklığını her mevsim koru…”

Herman Melville’yi okumanın zamanı. Bambaşka bir iklim dönencesine geçince, dahası denize yakın olunca Moby Dick: Beyaz Balina sıklıkla karşıma çıkar. Bu kez, yeni okumamda iki çevriyi de masama aldım: Sabahattin Eyuboğlu/Mina Urgan çevirisiyle, Ömer Kalaycı’nınkini. Karşılaştırmalı bir okuma benimkisi, Kalaycı’ınkini daha anlamlı, denizle bağıntılı buldum nedense! Dil ötesi de bir tutumu var, özellikle deniz/balina bilgisi açısından. Uzun bir yolculuk böylesi bir okuma. Hele kalem defter işin içine girince…

Yuvarlakçay’da Kundera Okumak…

Labirentimsi dağ yolunu aşarak kanyona varıyoruz. Yolun vardığı her yer bozulmaya aday! İnsanlar güruh halinde yığılıyor oraya. Yeme içme, çevreyi adeta tahrip etme birincil görev. Suyun vadideki görkemli akışı, yeşilin bin bir renginin yaşattığı ahenk pek de kimsenin umurunda değil. Her birinin elinde birer telefon “self” yapmanın, yedikleri yemeklerin fotoğraflarını çekmenin derdinde… Ne konuşuyorlar diye yan/ön/art masaları dinleyeyim diyorum; anlamlı/derinlikli ya da bugünün dünyasına dair tek bir cümlenin kurulduğunu göremiyorum.

Soruyorum; peki bu insanlar nasıl yaşar, ne düşünür, neyle günlerini zamanlarını doldururlar? Karşılarında böylesine bir doğa güzelliği dururken bunun farkında olmadan sürü gibi yaşamak… Başını kaldırıp ne gökyüzünü, ne insana ne de suyun akışına bakmadan otomobil yığıntıları içinden geçip gidiyorlar bu birkaç eylemi yaparak…

Dönüp masama adeta kapanarak Milan Kundera’nınKayıtsızlık Şenliği”ni okumaya veriyorum kendimi. Şu satırlarının altını çizerek sabırla devam ediyorum okumama:

“Alain karşı çıkmadı. Park huzurluydu gerçekten de. Koşan insanlar, gelip geçenler vardı, çimenlerin üzerinde çember oluşturmuş ağır ağır, tuhaf hareketler yapan insanlar vardı, dondurma yiyenler, tel örgülerin ardında tenis oynayanlar vardı.

‘Burada,’ dedi Ramon, ‘kendimi daha iyi hissediyorum. Elbette, tekbiçimcilik her yerde hüküm sürüyor. Ama bu park, daha büyük bir biçim yelpazesi sunuyor hiç değilse. Böylece, bireysellik yanılsamasını koruyabiliyorsun.’ ” (*)

Arada bir, gözlerimi alamadığım sayfalardan uzaklaşıp küçük şelaleyi andıran suyun çağlayışına bakıyorum…İnsanların o “tekbiçimci” hengamesinden beni kurtaran görüntü ile düşüncelerin akışına veriyorum kendimi…

Kaybedilen

Nereden çıktı bilemedim! Açık, turkuaz renkli küçük kutumu arar oldum. Bulamadım. Elimin altında bir yerdeydi sanki! Aşinaydım ona. Kalemler, kartuşlar koyuyordum. Ortada yok. Can sıkıcı bir durum. Bazı nesnelerle ilişkim öyledir, kaybedince ya da bulamayınca canım sıkılır, kurmaya başlarım… umarım bir yerden çıkar. Şunu diyemiyorum ama: Çok bağlanma ki, kaybedince üzülmeyesin!

Yerine Koymak

İnsan onarıyor her şeyi, ve kendini.

Kaybedilenin yerine yenisini koyabiliyor.

Eksiltmeden yaşamak iyicil bir duygu. Boşlukta kalmak yıkıcı. Bir imgeye bakınca düşündüm bunu. Bahçenin gün geçtikçe renklenip biçimlenmesi, boşluğun dolulukla bir ruha bürünmesi düşündürdü buna bana.

Hız ve Yaşam

Sollers, zihin hızlandırma haplarından söz ediyordu. Ben de, bazen, zihni yavaşlatma hapı var mı düşünüyordum yakın zamanlarda. Gece sabaha karşı uyudum. Arundhai Roy okumalarındaydım. Aslında uyudum sanmışım. Gene çok katmanlı rüyalardaydım. Yolculuklar, beklemeler, minibüsler, kitaplar, eros hali, çatışmalara ve Kafka’nın Almanca baskılı kitapları… Tam bir kaos… Birbiriyle ilintisiz onca şey. Zihnimi durdurabilmek ne mümkün!

“Toplumsal alıklaşma…”

Tam da oradayız. Her şeyi kanıksayan, sündüren yığınlar… Siyasilerin oyun arenasının seyircisi alık kitle…

Toplumsal hastalık virüsten beter.

Giderek her şeyi değersizleştiren, inancını yitiren, sinikleşen toplum….

Evet, mafya düzeninin inşası demek böyle oluyor.

Savaştaki Savaş

Bunu bugün bile yaşıyor, gözlüyoruz. Dışa yansıyanda, içte çatışılanlarda…

İkinci Paylaşım Savaşı’nda Hitler’in hikâyesinde bu çok yaşandı. Günümüz dünyasında da olagelen… Gündelik siyasette de var bu.

Sanırım Lyndon B. Johnson (1908-1973) Kennedy suikastı sonrası siyasete soyunduğunda (LBJ filminde) bunun bir savaş olduğunu söylemişti. Gözükaralık gerektiren bir savaş…

“Alçaklık”

Nasıl tanımlar, nasıl algılarsanız algılayın bugünün dünyasını bu hale getirenleri “alçaklık”la itham etmek gerekir. Siyasiler bunun baş sorumlusu, diğeri de sorumsuz/alık kitleler.

Farkında değil insanlık, kendini de hiçleştiriyor. “Politika memurları” bunun başaktörleridir, unutulmamalı. Siz adlandırın.

Bir Tanım Gerekirse

Bugünü anlamak, anlatmak için bir tanım gerekirse, Philippe Sollers’in  şu yazdıklarını kitabe olarak bir yere yerleştirebilirim:

“Sapkınlık egemen, masumiyet parıldıyor. Üçkâğıtçılık her yerde, dürüstlük güçleniyor. Çöl genişliyor, nehirler taşıyor. Şüphe çoğalıyor, inanç derinleşiyor. Cehalet artıyor, bilim gelişiyor. Kabalık kol geziyor, duyarlılık baskın. Şiddet üsteliyor, şefkat cevaplıyor.”

Bugünün ağrısını hissetmek istiyorsanız eğer… 

(*) Kayıtsızlık Şenliği, Milan Kundera; Çev.: Ayça Sezen, 2015, Can Yay., 108 s.

edebiyathaber.net (18 Temmuz 2023)

Yorum yapın