Üç kitap üç insan | Onur Uludoğan

Ocak 18, 2019

Üç kitap üç insan | Onur Uludoğan

I

İletişim Yayınları, 2018 yılında kısa aralıklarla yayımladığı üç kitap ile yakın tarihimizde önemli yer tutan üç insanı daha, yakından tanımamıza fırsat verdi.

İlk kitap, Şeyhmus Diken’in kaleme aldığı; çeşitli kaynaklardan derlediği tanıklıklar ile beslediği, kendi anıları ve fotoğraflarla zenginleştirdiği, “Ahmed Arif, Abisi Olmak Halkının.”

İkinci kitap, Ercan Kesal’ın yalnızca kendi hatıralarından yola çıkarak, Metin Erksan’ı anlattığı, “Kendi Işığında Yanan Adam, Tanıdığım Metin Erksan.”

Üçüncü kitap ise, Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı nehir söyleşiyi barındıran, “Tuğrul Eryılmaz, 68’li ve Gazeteci.”

II

Ahmed Arif, 1968 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan ilk ve tek şiir kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” ile kült mertebesine erişmiş bir şair. Kitap, ilk yayınlandığı dönemde de bugün de hak ettiği okur ilgisine ulaşmış durumda.

Ahmed Arif’in yaşamı hakkında bugünün okurları yeterli bilgiye sahip mi, bilmiyorum. Bu alanda okuma yapmak isteyen okurun, ilk başvuracağı kaynak, kuşkusuz Refik Durbaş’ın, Arif ile yaptığı söyleşiyi içeren “Kalbim Dinamit Kuyusu.” Şairin, Leyla Erbil ve Cemal Süreya’ya yazdığı mektuplar da kitaplaştı. Bu kitaplar da Ahmed Arif hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlar için değerli.

Şeyhmus Diken’in kaleme aldığı Ahmed Arif kitabı da yukarıda anılan kitapların yanına belki öncesine eklenebilir.

Diken, kitabını Metis Yayınlarından gelen bir öneri üzerine kaleme almış. Metis Yayıncılık, 2017 yılında “Ahmed Arif 90 Yaşında” isimli bir etkinlik için Şeyhmus Diken’den istekte bulunmuş, ilk etkinliği Adana Kitap Fuarı’nda gerçekleştirmişler. Söyleşi çok ses getirince etkinlik, farklı illerde de tekrarlanmış. Her etkinlikte sunulan metin, yeni kaynaklarla beslenerek büyümüş ve ortaya elimizdeki kitap çıkmış. İletişim Yayınları ise, Hasretinden Prangalar Eskittim’in 50. Yılında kitabı yayımlamış.

Abisi Olmak Halkının, sözlü olarak sunulan metin içeren bir kitaptan beklenileceği gibi, kolay okunur bir dile sahip. Fotoğraflarla, Diken’in ve Ahmed Arif’i tanıyan başkalarının anılarıyla zenginleştirilmiş. Yeri geldiğinde Ahmed Arif hakkında yazılmış başka yazılı kaynaklardan alıntılar yapılmış ve bu sayede, Ahmed Arif’in şiirlerini okuyan, okumayan fakat Arif hakkında daha detaylı bilgiye sahip olmak isteyenler için bir oturuşta bitirebilecekleri bir yapıt ortaya çıkmış.

Abisi Olmak Halkının, umarım, detaylı bir Ahmed Arif biyografisi isteyen okurlar için yapılacak çalışmaların önünü açar.

II

Ercan Kesal’ın kaleme aldığı anılar da daha sonra yazılacak bir Metin Erksan biyografisi için kaynak oluşturabilecek yapıtlar arasında sayılabilir.

Kesal’ın kitabının alt başlığı, “Tanıdığım Metin Erksan.” Bu alt başlık, okuyacaklarımızın “öznel” bir anlatı olduğunu vurguluyor.

Kesal ile Erksan’ın tanışmaları 1992 yılında olur. Bu tarihte, Erksan 63 yaşındadır. Bilinçli olarak daralttığı çevresi içinde yaşadığı, yabancı insanlarla pek görüşmediği bir dönemdir. İlerleyen yıllarda sağlığı bozulmaya başlayacak, bu durum Ercan Kesal’ın anıları içinde önemli bir yer tutacaktır.

Ercan Kesal, hemen her fırsatta, Metin Erksan ile buluşmuş ve onun aktif yönetmenlik yaptığı dönemde yaşadıklarını dinlemiş. Aklında kalanlar, bugün bir hazine değerinde olabilir.

Kendi Işığında Yanan Adam, Kesal ile Erksan’ın tanıştıkları günle başlar ve Metin Erksan’ın bilincini kaybetmeye çok yaklaştığı hastane odasındaki son bir görüşme ile biter. Ercan Kesal, bu son görüşmenin yanına, 2010 yılında Metin Erksan ile “Sevmek Zamanı” filmi üzerine gerçekleştirdiği bir söyleşiyi de ekler. Bu söyleşide Erksan, yaşın da etkisiyle düşüncelerini toparlamakta, başladığı cümleleri bitirmekte zorlanmaktadır. Buna rağmen, ifade edebildikleri Sevmek Zamanı filmi üzerine tekrar düşündürmeyi başaracak bir içeriğe sahip.

III

Bu yazıda sözünü etmeye çalışacağım son kitap, gazeteciliğin ve gazete kavramının çok farklı yerlere savrulduğu bu günlerde, tekrar tekrar okunabilecek bir içeriğe sahip.

Tuğrul Eryılmaz, Asu Maro ile yaptığı nehir söyleşide, çocukluğundan başlayarak Özgür Gündem nöbetçi yayın yönetmenliği nedeniyle yargılandığı döneme kadarki tüm yaşamını son derece akıcı bir üslupla ve sözünü sakınmadan anlatmış.

Kitaptaki satır başlarını; Diyarbakır ve İzmir’deki çocukluk, üniversite yılları, Londra dönemi, dönüş, TRT ve asistanlık dönemi, Nokta, Sokak gibi bir döneme damgasını vuran dergilerde geçen yıllar, Radikal gazetesinde geçen yıllar ve bu gazeteden ayrılış oluşturuyor.

Kitabın adı, 68’li ve Gazeteci. Yukarıda yapmaya çalıştığım bölümleme, kitabın adının “gazeteci” kısmını kapsıyor. 68’li kısmı ise, Eryılmaz’ın hayatı boyunca elden bırakmamaya çalıştığı dünya görüşünü özetliyor. 68 hareketinin yükseldiği, çatışmaların, eylemlerin günden güne artan bir ivme aldığı yıllarda, örgütlü bir mücadelenin içinde olmasa da Tuğrul Eryılmaz’ın yolu, Mahir Çayan gibi, Deniz Gezmiş gibi, dönemin önemli figürleri ile kesişiyor.

Eryılmaz; aynı şekilde düşünmese bile, ömrünü, sesini duyuramayanların, kendilerini ifade edebilecekleri alanlar yaratmaya adamış bir gazeteci. Bunun yanında, ilkelerinden ödün vermeyen, kendisine ters gelen bir durum yaşadığında kapıyı vurup çıkmaktan çekinmeyen ve elinden geldiği kadar, inandığı ilkeleri savunarak yaşamış bir isim.

Söyleşinin hemen her satırını büyük bir zevkle okuduğumu söyleyebilirim. Bununla birlikte, kişisel tarihimde önemli bir yeri olan Radikal gazetesini ve onun Pazar eki olan Radikal İki ile ilgili bölümleri daha farklı bir gözle okuduğumu belirtebilirim.

90’lı yıllarda veya 2000’lerin ilk yarısında üniversitede okumuş, hayata muhalif bir yerden bakmaya çalışırken kendi kimliğini oluşturmaya çabalayan çoğu gencin yolu Radikal İki ile mutlaka kesişmiştir.

Radikal, 90’lı yılların ikinci yarısında, kantin çevresinde küçümser bir bakışla değerlendirdiğimiz bir gazete olarak hayatıma girer. O dönemki bizim için, büyük sermaye sınıfının, yükselen solu yozlaştırmak için açtığı kanallardan birisiydi.

Bu önyargımıza rağmen, zaman geçtikçe Radikal gazetesi daha sık alınan ve merakla okunan bir alana, Radikal İki ise her Pazar mutlaka alınan, okunmamış tek bir satır bırakılmayan ve ertesi hafta boyunca kantinlerde saatler boyu tartışılan önemli bir platforma dönüştü. Belki biraz abartacağım ama o dönemin sert kalıpları içinde kalan dar, sol grupların dışında duran, fakat kendisini muhalif olarak adlandıran çoğu genç, kendini Radikal İki tedrisatından geçmiş olarak tanımlayabilir.

Benim de ufak tefek yazılı katkılarda bulunmaya çalıştığım Radikal gazetesi, aynı zamanda hayatımda ilk defa, yazıdan para kazanmamı sağladığı için de ayrı bir yerdedir.

O dönemde, Tuğrul Eryılmaz, adı gazetenin künyesinde yazan ama kim olduğunu pek de bilmediğimiz bir isimdi. Zamanla televizyonlarda daha görünür olması sayesinde sahip olduğu birikime dair daha fazla fikir sahibi olmuştuk. Ancak, 68’li ve Gazeteci’yi okuduktan sonra, işini ne denli iyi yapan bir gazeteci olduğunu ve ilkelerinden geri adım atmadan sürdürdüğü yaşamı hakkında daha kapsamlı bilgi sahibi olabildim.

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (18 Ocak 2019)

Yorum yapın