Sevim Ak: “Çocuklar öğrenmeyi en iyi deneyerek, yaşayarak, hatırlayarak kalıcı kılar.”                                   

Ekim 3, 2023

Sevim Ak: “Çocuklar öğrenmeyi en iyi deneyerek, yaşayarak, hatırlayarak kalıcı kılar.”                                   

Söyleşi: Ayşe Yazar

Sevim Ak ile Can Çocuk’tan çıkan yeni kitabı “Kuşlu Köy” üzerine konuştuk.

Gökkuşağı kanatlı kuşu izleyen yeşil saçlı kadının “Kuşlu Köy”ü ziyareti ile bazı gizler çözülüyor, doğa kendini insanlara bir şekilde hatırlatıyor. Sevim Ak, yaşarken ve kitaplarını yazarken nelerin sesini, hikâyelerini duyuyor, anlıyor ve okurlarına aktarıyor?

Gündelik hayat olağan tekdüzeliği içinde sayısız çeşitlilik, zenginlik sunuyor. Biz içinde sürüklendiğimiz günlük akış içinde rutinleşmiş işlerimizi yaparken yanımızdan uçuşarak giden bir sürü ayrıntıyı kaydetmeyiz. Ancak duyularımızla etkileşim kurduklarımızı, bilincimize bir hikâye bırakmış olanları anımsar ve aktarırız. Birey olarak kendi hikayelerimizi, geçmiş hikâyelerimizle bugün arasındaki bağı, travmaların yarattığı içsel değişimi, bilinç altımızdakileri…vb bizden daha iyi görüp aktaran bir göze de ihtiyaç duyarız. Bu dış göz bize bizim deneyimlerimizden başka bir derinlikte gösterir bizi. O fark etme anında hikâyelerimiz değişen dinamiklerle yeniden yazılmaya başlanır. Ben gündelik hayatta pek çok ayrıntıyı kaçırsam da bağ kurduklarımı hikâyelerle yeniden yaratıyorum. Bir tohumun çatlayışını, küçük bir çocuğun daldaki kuşla bakışmasını, gününü pencere kenarında oturarak geçiren felçli suskun kadının iç sesini inşaat ve trafik gürültülerinin baskıladığı şehirde hissedebilmenin tadına varmak, onlardan doğan hikayeleri kendi hikayeme katmak isterken başkalarıyla da paylaşmak istiyorum.  

Feruze Hanım: “Biz geçmişi unuttuk şimdiyi yaşıyoruz. Bütün zamanlar şimdiki zaman. Dürdane ise şimdiyi sildi, hazinesi geçmişle dolu,” diyor. Bellek ve kültürel miras konularında geçmişe bağlılıktan çok bugüne odaklanmışsınız. Kitapta bugünü, şimdiyi öne çıkarma üslubunuz üzerine konuşmak isterim.

“Kuşlu Köy” bir dağın eteğinde kurulmuş, doğal yaşamını yıllar içinde giderek yitirmiş. Köylüleri dağın ardında yerleşim barındırmayan, balta girmemiş ormanı ise tatil günlerinde nefes alınacak, rahatlayacak bir yer olarak görüyor. 30-40 yıl öncesinde köy, doğal çeşitliliği zengin bir yerken giderek ağaçlarını, bahçelere ekilen sebze türlerini, yeraltı ve yer üstü hayvanlarını yitirmişler. Bunlar öylesine yavaş yavaş uyum sağlayarak, kabullenerek yapılmış ki kimse sorgulamaya ihtiyaç bile duymamış. Bugünün bilgi toplumunun gençleri nasıl daha önceki yaşamları pek de merak etmiyorsa, kendine ağırlıklı olarak dijital ortamda sunulan haberlere karşı edilgen bir kabulleniş, boyun eğiş varsa, bunun benzeri “Kuşlu Köy”de yaşanıyor. Çağımızda önemli olan benim hayatım ve şu an! Anı yaşa!  Düsturları geçmişle uğraşmamayı, eskiden olanları unutup bugüne bakmayı öğütlüyor. Hikâyemizde köyün en yaşlısı, demans hastası kadın kuşlarla birlikte yaşanılan eski günleri hatırlıyor. Şu anda yaşananı hemencecik unutsa da geçmiş hafızası oldukça güçlü. Köyün tarihini, geçirilen yangınları, tohum çeşitliliğinin yok edilişini en iyi o biliyor.  Bugünü yaşarken geçmişi ve geleceği de gözardı etmemeyi düşünenlerdenim. Yoksa giderek eksilerek, tektipleşerek, doğallığı tüketerek, türleri yok ederek gün gün fakirleşeceğiz.

Dürdane Nine konuşamaz, bazı şeyleri anlamaz, yaşı var diye hatırlamaz zannediliyor. Sonunda Dürdane Nine ile ilgili olarak, içi sözcük doluymuş gördünüz mü, nasıl saçıldı ortaya, diye düşünüyorlar. Kitapta kullandığınız “envai çeşit, köhneleşmek, kesif orman, biteviye, kıraç, diline pelesenk etmek” gibi okur kitlenizin günlük hayatta pek de karşılaşmadığı sözcüklere yer verdiğinizi görüyoruz. Bu tutumunuz üzerine neler söylersiniz?

Bu unutma hali her alanda kendini gösteriyor. Dilimizi zenginleştiren sözler, deyimleri, deyişleri de zamanla “geçmiş çöplüğü”ne atmayı alışkanlık haline getiriyoruz, normalleştiriyoruz. Kitaplarımda kullandığım, benim çocukluğumda gündelik yaşamımızda bolca kullandığımız deyimleri bugünün gençleri bilmiyor. Söyleşilerde bu ifadeleri anlamadıklarını söylüyorlar, şaşırıyorum. Bugünü yaşarken geçmişin kazandırdıklarını da yanımda taşımayı, sorgulamadan, soru sormadan kabullenmemeyi düşünerek yazıyorum. Alışmış, edilgen insan tipini değil merak eden, soruşturan kişilikleri önemsiyorum.

Yeşil, dağınık saçlı kadının köye gelişi sırasındaki alaycı tavrı ve Tombul Oğlan’a söylediği iddialı sözlerine rağmen okurda bu kadına karşı niçin olumsuz bir duygu belirmiyor?

Başlangıçta kadının çocuğa ters tavrıyla köylülerle bağ kurmayacağını anlıyoruz. Köy kahvesinde köylüleri toplayıp seminer verecek, onlara bu gidişin yanlışlıklarını anlatmayacağı da daha sonraki gelişmelerle anlaşılıyor. Öfkeli, sıradışı görünümü onu dışlatmıyor, aksine merak uyandırıyor. Sessizce giden kadının izini sürünce, bahçede bıraktığı kaybolan türlerde bitkiler ve mektup evlerde hapis hayatı yaşayan sandıkların açılıp saçılmasını sağlıyor. Doğa aktivisti kadın köyün tarihine, kültürüne dair olağanüstü çeşitlilikteki bilgiye köylülerin adım adım ulaşmalarını istiyor. Yavaş yavaş keşfede keşfede erişilen bilgiler köylülere köyün geçmiş hikâyesini yeniden kurdurtuyor. Yeşil saçlı kadın bir kırılma noktası yaratıyor yani. Köyü uzun süren bir uykudan uyandırıyor.

Yeşil saçlı kadının bıraktığı nottan sonra “Kuşlu Köy” halkı tozlu sandıkları açıyor. Günün birinde açılacağını düşünerek siz neleri kaldırırdınız sandıklara?

Ben eskicilerde eski fotoğraflar, antika değerindeki eşyalar, elişleri, günlükleri gördükçe hüzünleniyorum. Yeni kuşaklar o güzelim yadigarları, kültürel gelenekleri aile tarihine katmıyor. Aile büyükleri de yaşarken anı değeri olduğu için, çağa uyduramadığı için gündelik kullanıma almıyor onları. Bu aile değerleri sandıklarda öylece sararmış, küf kokmuş halde bekliyorlar. Anılar da öyle. Ailenin yaşlıları ancak göçüp gittikten sonra genç kuşaklar büyük aile hikayelerinin peşine düşüyorlar. Pek çok boşluk, belirsizlik, eksik bilgiler, unutulmuşluklarla yeniden kurgulanan aile hafızaları, toplumsal hafızamızın, tarihimizin parçaları bir yandan. 

Ben de aile büyüklerimizden aktarılan elişlerini, giysileri, notları, diplomaları, fotoğrafları saklıyorum. Benden de bolca, fotoğraf, notlar, çiçekler, kitaplıklar dolusu kitap kalır geriye. 

Toplumun belleği çok kıymetli bir hazine olarak beliriyor. Bu hazineyi ortaya çıkaran, bakılması gereken yeri işaret eden o toplumun içinden biri değil de dışarıdan biri oluyor. Neden “Kuşlu Köy”ün dışından birini seçtiniz?

Toplumda bazı olaylar üstünde kanıksanmışlık, kabulleniş durumu varsa, karşı çıkışların sesi duyulmaz, suskunluklar edilgenlikler içinde eriyip gidebilir. Ortak bir anlaşma yapılmışçasına bazı gerçekler dile getirilemez, dengeler kaygan da olsa kurulmuş gibidir. Çoğu zaman dışardan bir ses bizi uyarır. Bu ses, çatlak da gelse daha kulak verilesi gelir. Bizi tanıyan birinden çok hiç hikayemize tanık olmamış birine bir psikoloğun önerilerine değer veririz mesela.  O sesle o zamana kadar kurulmuş sanılan dengeler değişir, sarsılır, kabullenmiş olgular yeniden tartışılır, kurgulanan hikayeler değişir, dönüşüme giden bir yol açılabilir.  

“Kuşlu Köy”de  eskiden yetişen çeşit çeşit domatesler kaybolmuş ve  hep aynı türde domatesler yetişiyor artık. Günümüzde insanlar da tek tip artık. Renklerimizi, farklılıklarımızı arar olduk. Çocuk edebiyatı tek tipleşmeye direnmekte nasıl bir yerde duruyor?

Çocuk yazınında tekrar tekrar aynı konuları benzer şekilde anlatan kitaplara bolca rastlıyoruz. Karakterler, yaşam biçimleri benziyor, çocuk, yetişkin aynı dilden konuşabiliyor. Çocuk yazınının piyasa koşullarında karlı bir alan olarak görülmesi yayınevlerini bu alanda daha çok ürün çıkarmaya zorluyor, seçicilik bu nedenle azaldı.  Çocuk edebiyatı ise az da olsa iyi örneklerle tek tipleşmeye karşı direniyor. Çocuk sorunları, farklı yaşam biçimleri, dünyayı tehdit eden sorunlar karşısında çocuğun maruz kaldıklarını… Değişik kültürel ortamlarda tartıştırabiliyor.   

Kitabın sonunda Tombul Oğlan’ın bisikletin üzerinde söylediği şarkısındaki “Unutmaaa…” çağrısını tüm insanlığa hitaben yankılanan bir çağrı olarak hissettim. Bu çağrının yankısında çocukların dünyasına ait neler dile gelmeli?

Doğa unutmaz. Bir filiz tohumdan çıkar, meyve çiçekten doğar, polenleri kuşlar, böcekler, arılar dağıtır çevreye. Filiz tohumu, meyve çiçeği, kuşlar polenleri unutmaz. Doğal çevrim, insan müdahalesi olmazsa aksamadan sürer.  Biz de doğanın parçasıyız. Doğadaki çeşitlilik bizim hücrelerimizde saklı. Unutmak, isteğimize bağlı bir eylem. Çocuklar öğrenmeyi en iyi deneyerek, yaşayarak, hatırlayarak kalıcı kılar. Değişik karakterlerdeki insanlar, farklı kültürler, bitki, hayvan çeşitliliği onların dünyasında şaşırtıcı değildir. Yetişkinlerin çıkarları, ön yargıları bir yana koyup çocukların diline, eşitlikçi, özgür bakışına yol açmasını dilerim.   

edebiyathaber.net (3 Ekim 2023) 

Yorum yapın