Post-dijital çağda hikâye anlatmak: Transmedya Kültürü | Burak Soyer

Şubat 27, 2023

Post-dijital çağda hikâye anlatmak: Transmedya Kültürü | Burak Soyer

Popüler bilim üzerine çalışmalarıyla tanınan Eva Selin’in yazdığı “Transmedya Kültürü”, insanın post-dijital çağla beraber aktif birer medya üreticisi haline dönüşüp “hikâye içinde hikâye” yaratmasına, anlatmasına giden yolda transmedyanın rolünü masaya yatırıyor.  

“Medya tarihi, insanlığın sosyal tarihidir,” diye başlıyor Eva Selin, Jeland Kitap etiketiyle yayınlanan, ‘Transmedya Ekosistemine Eleştirel Bir Bakış’ alt başlıklı “Transmedya Kültürü” kitabına. Ve devam ediyor: “…İletişim, bedensel jest ve mimiklerle başladı. İnsan türünün çıkardığı sesler ilkel bir dil oluşturdu, iletişim amacıyla çıkarılan bu sesler sözlü kültüre evrilerek gelişti. Sözlü iletişim yöntemiyle kültürün kolektif bir yayılma yaşamasının en önemli etkeni tekerlemeler oldu. Sonrasında ağızdan ağıza yayılan masallar, destanlar geldi. On beş bin yıl önce mağara duvarlarına çizilen resimler de ilk sembolik iletişim örneklerindendi. Atalarımız, uzun yıllar ortak seslerle oluşturdukları ilkel sözel dil ve mağara duvarlarına çizdikleri semboller ile iletişim kuruyorlardı. Yaklaşık 5000 bin yıl önce, Mısır’da Nil Nehri kıyılarında yetişen papirüs bitkisinden kâğıt yapılabileceği keşfedildi. Sular yerde yetişen bir saz olan, boyu üç metreyi bulan bu bitkinin keşfiyle bilginin yazılı hale gelmesi ve çoğaltılması kolaylaştı, kitaplar oluştu, toplumlar yazılı kültürün baskın olduğu bir döneme geçti. Yazılı kültürün sözlü kültüre baskın gelmesinin Gutenberg’in matbaayı icadı ile gerçekleştiğini söylemek mümkündür ve tarihte büyük bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Yalnız kitaplar değil, matbaa ile basılan gazeteler ve dergiler de geniş kitlelere hızla yayıldı. İnsanlar devrimci fikirleri, tanımadıkları yazarların edebî düşüncelerini, aşk acılarını okumaya ve öğrenmeye başladı. Geniş mesafeleri çok hızlı kat eden bir iletişim aracı olarak telgrafın icadı da aynı derecede önemli oldu. Radyo ve sesli yayıncılığın ardından televizyon devreye girdi ve yeni medya çağı başladı.” Peki içinde yaşadığımız çağda medya ve iletişimde durum ne? Eva Selin, “Transmedya Kültürü”nde işte bu sorunun peşine düşüyor. 

Yazarın yukarıdaki cümleleri, bir “iletişim tarihi” özeti olmasıyla birlikte insanın “basit iletişimde”, etken özne konumundan edilgen özne konumuna geçişinin de kısa bir hikâyesi aslında. Bu hikâyeyi de, popüler bilim anlatıcısı Marshall McLuhan’ın, “Önce araçları yaratırız, sonra onlar bizi,” sözüyle noktalayabiliriz. Ancak önce “Transmedya Kültürü”nün bu aradaki boşluğu noktayı nasıl doldurduğuna bakalım. 

Kitap açılışını “hikâyelerle” yapıyor ve onları “değişime giden yol” olarak adlandırılıyor. Bahsi geçen “hikâyelerin” bildiğimiz anlamdaki kullanımından farklı olarak insan beyninin algıladığı şekilde –biraz da “işine gelen” haliyle- ortaya çıkışına değiniyor yazar. Burada “hikâyelerin” bireysel ve toplumsal olarak yarattığı değişime değiniyor ve bunu özellikle popüler medya alanındaki yansımalarının bizde nasıl vuku bulduğuna göz atıyor. Ardından Baudrillard’ın “simülasyonu”yla Henry Jenkins’in “katılımcı kültürü” arasında bağ kurarak meselenin her şekilde hikâyenin vurucu özelliğinde yattığına getirip tüm bunları transmedya kültürü içindeki kullanımıyla birleştiriyor. Bu zincirleme sonrasında da transmedyanın gündelik hayattaki etkisine eğiliyor ve burada da rolü mevcut pozisyonumuza, yani post-dijital çağdaki yerimize, onunla ilişkimize bırakarak bir temenniyle mevzuyu sonlandırıyor: “İhtiyaçlarımızı sanal karakterlerle gideremiyoruz, eksiklik hissini onlarda tamamlayamıyoruz. Sistem böyle yapabileceğimize dair çarpık bir algısal yanılgı ile işliyor. Dijital deneyimlerin rahatlığına, konforuna kapılmadan gerçek dünyamızla yüzleşmeliyiz. O zaman dijital dünya bize zevk ve keyif verir, gerçek dünyamızı renklendirmek için kullandığımız bir deneyime dönüşür. Dijital dünyaların yaratıcılarının da insan olduğunu unutmadan, farkındalıkta geleceği yaşamak dileği ile…” Niyet iyi. Ancak işin içine “insan” girdiğinde karşımıza çıkan öngörülemezlik olgusuyla nasıl başa çıkılır, işte orası koca bir muamma… 

edebiyathaber.net (27 Şubat 2023)

Yorum yapın