Son Göç: Bir sevda romanı | Tacim Çiçek

Şubat 27, 2023

Son Göç: Bir sevda romanı | Tacim Çiçek

Muhammet Güzel has bir şair ve fotoğrafçı… Bir elin parmak sayısı kadar şiir kitabından sonra kişisel hayat hikâyesinde önemli olan göçebeliği ana izlek yaptığı bir de roman yazdı. Kanıksadığı ve yaşanmışlıklardan soğurduğu Son Göç adlı romanını bir eski zaman hikâyesi gibi okudum. 

Romanın tanıtımında “kendilerini doğanın bir parçası olarak gören, modern insanın doğayla mücadelesinin tersine doğaya saygıyla yaklaşan, konargöçer yaşamları içindeki her eylemlerine kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimlerle bir anlam yükleyen Yörüklerin yerleşik yaşama geçmeleri elbette kolay olmayacaktır. Yalnızca bir kez daha göç edebileceklerdir. Yaşayacakları, “Son Göç”tür bu.” dense de romanda Mehmet ile Bülbül’ün aşkını ve mutlu sonlarını Yörük yaşamı içinde ana izlek olarak ele alındığını okuruz. Mehmet, çocukluk aşkıyla iki ailenin diğer insanların yardımlarıyla, Bülbül’ün ailesine halel gelmeyecek bir düzen içinde kaçıp evlenir. Aksi Aliler şikâyetçi olur ve Koca Mehmet de dâhil tüm erkekler karakola götürülür. O günün akşamı silahla çadıra dayanır Aksi Ali. Gökçe Nine, gelinleri ve torunları vardır çadırda, bir de yardım için orda olan damat Osman… Onu silahla gören Gökçe Nine, bağlı boz eşeği çözer ve ona doğru ilerler. Herkes panik içindedir.  Osman Aksi Ali’yi gizlice kollar… Bu arada Gökçe Nine, Ali’nin duyacağı bir ses tonuyla ayıbını yüzüne vurur… Yarım asır öncesini anımsar… Çılgına döner Ali… Ateş eder… Eşek ölür ve nine yaralanmadan Osman, Aksi Ali’yi etkisiz hale getirir… Jandarma gelip onu da karakola götürür… Onun yüzüne vurulan utandığı şey şudur: Ali gençliğinde Gökçe’ye sevdalıdır. Gökçe de Koca Mehmet’e… Ailesi evet demiş olsa Gökçe Ali’ye varacak hiç sevmese de. Ama onu bir gün bir dişi eşeği becermeye çalışırken görür ve ona görünmeden taşlar… 

Bu büyük bir utançtır, suçtur Yörükler için. Çünkü yazarın deyişiyle; “…İnsan tarafından tecavüze uğramış hayvan et hayvanıysa eti, hizmet hayvanıysa hizmeti mekruh sayılır, sahibi tarafından götürülüp tecavüzcünün evinin ya da çadırının önüne bağlanır, tecavüzcünün ve ailesinin saygınlığı yerle bir edilirdi.” (s:174)  Sonra işler tatlıya bağlanır ve bu ikisi arasında sır kalır. Yine de Aksi Ali obadan ayrılır, yerleşik hayata geçen oğlunun yanına yerleşir… Modernleşmeyle birlikte konargöçerlik zorlaştığı için bunu sürdüren/sürdürmek isteyen de geleneklerini, yüzlerce yıllık yaşama biçimlerini değiştirmek zorunda kalacaklarından ikilem yaşar. Romanın başında ve son sayfalarında kısa bir yan hikâye olarak işlenen “Son Göç”ü yapacak ve bunu kendi çocuklarına, torunlarına anlatacaklardır. Torosların zirvelerindeki çadırlarda yaşayan insanlara konargöçer bir aileden olup bu yaşamı uzun süre deneyimleyen yazarın gözünden görmek oldukça ilginç gerçekten. 

Romanda kimi dilsel yazımlar da var: “Biraz püse sürelim de, dikenin yeri yaraya çevirmesin.” (s:14) Dönüşmesin anlamında bir ‘çevirmesin’ doğru değil. Çünkü söylenmek istenen: dikenin yeri yara olmasın. Yine aynı sayfada, “Havutlardan sonra bir siyah çuval, arkada sitil denilen gerginin ön yüzündeydi.” (sitil: kulplu su kovası, bakraç. Gergi: perde, ip, kayış, tel vb. şeyleri gerginleştirme işinde kullanılan araç.) biçem, üslup anlamında stil olsa yine de tümcenin doğru olmadığı görülür. (sitil, yerelde gerçek anlamı dışında yazarın belirttiği gibi; kullanılıyorsa da genel okuyucuyu ilgilendirmez, püsenin açıklandığı gibi bu sözcük de hangi anlamda kullanıldıysa belirtilmeliydi.) Aynı tümcede “silah” ve “tabanca”yı “tüfek”i kullanmış. Günlük konuşma dilinde yanlış sözcük ve cümlelerle doğru şeyler anlatıp anlaşabiliriz. Oysa bu yazı dilinde olanaksızdır. Her sözcüğü yerli yerinde kullanmalıyız. 

Meramımı örneklemek için “silah” ile yerine kullanılan diğer sözcükleri kullanayım. Silah, saldırmak ve savunmak amacıyla kullanılan nesne ve etken araçların tümüdür. Yani genel bir addır. Ve araçlar da çoktur. Bu çokluk içinde tabanca ile tüfek aynı şey değil. Sonra “çadır” yerine sık sık “ev” sözcüğünü de kullanmış yazar. “Davarımızın ardında, evimizin önünde yürürüz.” (sf. 27) Nasıl oluyorsa… Sık sık “gavat” ve “kavat” sözcüklerini de kullanıyor. Doğrusu ‘kavat’  Arapçası pezevengin… Bu sözcük de sıklıkla kullanılmış, bu da Ermeniceden dilimize geçen sözcüklerden, kavatla aynı. Yine biberon ile şişe sözcüğü birbirinin yerine kullanmış. Oysa bu ikisi de aynı anlamda değil ve birbirinin yerine geçmez. “Gökçe, çadırın ön solundaki kaplardan birinden tasa yoğurt koymaktaydı.” (s:18) Bu tümcedeki ‘kaplardan’ değil de ‘kapların’ olmalıydı. Yine aynı sayfadaki “turuncu renkte bir keçi derisinin (turuncu renkteki keçi derisinden de olabilirdi.) içinden çıkardığı çökelekli peynir…” nasıl oluyor, anlamadım. Çökelek zaten yağı alınmış süt veya yoğurdun kaynatılmasıyla elde edilen bir peynir. ‘Çökelekli’nin içinde çökeleği çok olan, bulunan olduğunu da not düşeyim. Sf 19’da ise “Çadırın sol yanında bir traktör, yönü inişe bakar park edilmiş…” de yanlış. ‘Park’tan önce bir virgül ya da biçimde sözcüğü ile düzeltilebilirdi tümce. “Ellerinde bir meslek yok ki iş tutsunlar.” (s. 29) Meslekleri yok ki iş tutsunlar anlamına gelmez ne yazık ki. (sf. 85) 

“Uzak dur yalaklanma!” diyor yazar. Kastı Uzak dur yalakalanma.(Yalak: hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap. Oysa yalaka: dalkavuk, arsız, sırnaşık… Yalakalalık ise anlatmaya gerek yok sanırım. (Yalaklanma da yalaka yerine kullanılıyorsa yerelde -ki ihtimal veremiyorum- yazar bunu da belirtmeliydi) böyleyse. “Asfalt yolda, çocukların dönüp patikaya girdiği yolun biraz ilerisinden, ormancıların açtığı kamyon yoluna girdiler.” (sf. 86) yanlış. Yolda sözcüğünü yoldan yapsanız bile düzeltme şansınız yok. Sanırım demek istenen şu: Asfalt yoldan, çocukların dönüp patikaya girdiği yerin biraz ilerisinden ormancıların açtığı yola girdiler…  “Üzümkız asfalta iner inmez, kamyon geldi, kapıp kaçtı.” (s. 105) Mecaz anlamda da olsa bir kamyonun oğlağı (adı Üzümkız olan) kaçırması tuhaf gerçekten. “Onur koştu yetemedi.” demek de daha tuhaf. Çünkü tümcedeki “yetemedi”, “yetişmek” yetişememek anlamına gelmiyor. Bu sözcük yetebilme ve yetebilmek anlamında değil. Oğlağı kapıp kaçan da kamyon olmaz kamyoncu olur. Ve aynı hata, yani kamyonun gelip oğlak kaçırması birkaç yerde daha aynı biçimde yer almış. Bir hata da şu, her ne kadar bir yakıştırma ve güzelleme de olsa:  “Ah yavrularım, o azat ettiğiniz kuş var ya… Bizim en güzel, en içli türkülerimize ad vermiş, ‘bozlak havası’ diye. İnsanlar da bir lokmacık etleri için avlayıp radyoda çalan bozlak havaları eşliğinde tıkınmışlar.” diyor yazar küçük Gökçe ile Efe‘sine Zeynep’in ağzından. (s.130/131) Sanki Bozlak denilen uzun havaların gerçekliği bu gibi. Ötücü kuşlardan olan songThrash adıyla bilinen cikla ya da bozlakkuşu aslında ardıç kuşudur. Antalya bölgesinde de neredeyse tüm ardıç kuşlarına ‘bozlak’ deniliyor. Yine de bu ötücü kuştan gelmemiştir bozlak havaları

Keşke bunlar olmasaydı ama olmuş ve yazarın da, editörün de gözden kaçmış… Bu tür yanlışlar hikâyeye odaklanacak olan okur için devede kulak bile sayılmaz… Çünkü, Son Göç, doğa güzellikleri ve sıcak insan ilişkileri arasında gelişip mutluluğa kanatlanan iki sevda insanının Bülbül’le Mehmet’in zamanın ruhuna uygun bir Yörük Sevda Hikâyesi, okuyanın elinden düşmeyecek.

Kaynak: Son Göç / Roman / 367 sf / Muhammet Güzel / 1.Basım Temmuz 2015, Tekin Yayınevi, İst.

edebiyathaber.net (27 Şubat 2023)

Yorum yapın