Özlem Narin Yılmaz: “Mutlu sonlara ihtiyacımız var.”

Temmuz 7, 2021

Özlem Narin Yılmaz: “Mutlu sonlara ihtiyacımız var.”

Söyleşi: Aytekin Yılmaz

Özlem Narin Yılmaz ile bu ay Ayrıntı yayınlarından çıkan “Aşk Uğruna” adlı romanı üzerine  söyleşi gerçekleştirdik. 

Öncelikle seni tebrik ediyorum. Yıllardır birbirimizin doğal editörleriyiz. Bizim evden yayınevine gidecek her dosya ‘ilk editör’ün okumasından geçerek gidiyor. Evimiz bir edebiyat evi sayılır. Tabii ki bir eserin dosya hali ile kitap olmuş hali aynı olmuyor. Kitaba dokunmak güzel bir his. Yeni çıkan her kitabına senin kadar heyecanlanıyorum. Aynı evde iki yazar olunca edebiyatın tadına doyulmuyor. “Aşk Uğruna” romanının benim için ayrı bir önemi var. Yazılış hikayesine tanık olduğum bir roman oldu. Yazarken çok titiz çalıştığına tanığım. Romanda geçen bazı mekânları birlikte gezdik, bazılarında oturup yemek yedik, kahve içtik. Birkaç yıl önce gezip dolaştığımız İstanbul’un sokak ve mekânlarını roman sayfalarında okuduğumda içime tatlı bir hüzün çöktü. Edebiyatın büyülü yanı bu olsa gerek dedim. Kapıyı İçerden Kilitledim’de olduğu gibi bu romanda da İstanbul’un tanıdık mekânları var. 

Canikom, tam da buradan sormak istiyorum, insanların pek de bilmediği, bazen görmezden geldiği, mahalle aralarında unutulmuş ama aslında kökleri çok eskiye giden mekânları romanlarına konu etme fikri nereden doğdu? 

Hayatım, teşekkür ederim içten tanımlamaların ve duyguların için. Bu romanı sana ve kızıma ithaf ettiğim için ilk söyleşiyi seninle yapmak benim için çok anlamlı oldu. Çocukluğumdan beri hayal kurmayı, mekânlara insanları yerleştirip onlara hayat vermeyi seviyorum. Yıllanmış bir mekânın bende uyandırdığı ilk his, merak oluyor. Orada daha önce kimlerin nasıl hayatlar yaşamış olabileceğine olan merakım, söz konusu edebiyat olunca kahramanlara, olaylara, hikayelere dönüşüyor. İstanbul ise bu anlamda çok bereketli bir şehir. Her semti, her sokağı, geçmişten gelen her yapısı çoğalarak geleceğe taşınan hikayelerle dolu. Bu yüzdendir ki eski İstanbul semtlerinde gezerken hikâyeler peşimi bırakmıyor.

Bir önceki romanın Kapıyı İçeriden Kilitledim’de, İstanbul’un tarihi apartmanlarından birisi olan Apelyan Apartmanı, bunun yanı sıra eski Beyoğlu, Galata, Fatih semtleri de vardı.   Aşk Uğruna’da okuyucuyu İstanbul’un nerelerine götüreceksin?

Galata ve Beyoğlu İstanbul’un en eski semtlerinden. Çukurcuma’da gezerken insan tarihi binalara, apartmanların işlemelerine, bezemelerine, zarafetine bakmaktan yoruluyor adeta.  Çukurcuma’da Faik Paşa caddesi, Faik Paşa yokuşu ve aynı adlı apartman var. Bu kadar Faik Paşa ismine rastlayınca merak edip araştırdım. Francesco Della Suda, Yunanistan’ın Syra Adası’nda doğmuş yoksul bir ailenin çocuğudur. On iki yaşında İstanbul’a gelir bir yetimhaneye yerleşip eczacı çırağı olarak işe başlar. Sonraki yaşamında bir dizi mektep bitirir ve 1844’te asker eczacı olarak mesleğe başlar. Aynı zamanda İstanbul’un ilk eczanesini Büyük Eczane (Grande Pharmacie Della Suda) ismiyle İstiklal Caddesi’nde açar. Kırım Savaşı’nda sağlık kuruluşlarının ilaç ve malzeme ihtiyacını karşılar, hizmetlerinden dolayı Osmanlı Ordusu’nun Merkez Eczane Müdürlüğü’ne getirilir. Bu arada Paşa ünvanı alır ve adı Faik Paşa olarak değiştirilir. Oğlu da kendisi gibi eczacı olur ve babasının mesleğini sürdürür. Ancak aynı adı taşıyan (Francesco Della Suda) torun çok farklı bir meslek seçer ve başarılı bir piyanist olur. Romanda kahramanımız Perin’in büyük teyzesi Mücella’nın âşık olduğu Nikolos’u yazarken Della Suda’dan etkilendim. Dolayısıyla Çukurcuma ve Faik Paşa da romana böyle girmiş oldu. 

Romanlarının birbirleriyle bir bağlantıları, kesişme noktaları var mı? Ya da kurgularken bunu gözetiyor musun?

Aslında var. Hayatla, mekanlarla, ilgi alanlarımla edebiyatı buluşturmayı seviyorum. Kapıyı İçeriden Kilitledim platonik bir âşk hikayesini konu ederken aslında çok sevdiğim modayı, şapkaları, kadınların giyim zevklerini, şapkacıları da konu ediyordu. Sevdiğim, ilgilendiğim bir konuyu edebiyatla buluşturmak benim için yazma sürecini daha keyifli bir hale getiriyor.  Aşk Uğruna’da ise neredeyse bir ömre yayılan aşk hikâyelerinin yanı sıra yemekler, ekmekler, kurabiyeler, reçeller, likörler var. Biliyorsun mutfağı, yemek yapmayı, yaptıklarımı sunmayı severim. O yüzden de bu kitabı ‘iştahla’ yazdım dersem abartmış olmam herhalde. Küçük bir sır, bundan sonraki roman da örgüyü konu alıyor, biliyorsun örmeyi ne kadar sevdiğimi. 

Abartmış olmazsın çünkü kitapta yer alan bazı tarifleri denediğine ve bunları ailece iştahla yediğimize şahidim.  Peki sence aşkla lezzetin bir ilişkisi var mı? Düşünsene biz neredeyse her özel günümüzde dışarıda sevdiğimiz mekânlara gidip sevdiğimiz lezzetleri tadıyoruz. Ya da evde güzel yiyecekler yapıp özel günlerimizi kutluyoruz.

DAMAĞIMIZIN HAFIZASI VAR

Aşkın lezzetle bir ilişkisinin olduğunu düşünüyorum. Yemek yemeye sadece doymak için yapılan bir eylem olarak bakmamak gerekir. İyi bir gurmenin yemeklerden tat alma duyusu gelişkindir. Aynı zamanda iyi bir ‘damak hafızası’na sahiptir. Mesela çocukluğumuzda yediğimiz bazı yiyeceklerin tatlarını neden unutamayız ve hep o tatları ararız? Ya da özel zamanlarda yediğimiz bazı yiyeceklerin tatları damağımızın hafızasından asla silinmez. 

Yani sence damağımızın bir hafızası mı var?

Evet, ben olduğunu düşünüyorum. Eğer olmasaydı tatlar bizim için çok da bir şey ifade etmeyebilirdi.  Yemek hatırlamaktır. Bazı yiyecekleri yerken, o yiyeceği ilk yediğimiz zamanlara doğru bir yolculuk yaparız. Hatta kişisel tarihimizde belli yiyecekler belli duygularla kodlanmıştır. Romanımın kahramanı Perin de Paris’te sürgündeyken, çocukluğunda tattığı bazı yiyecekleri yaparak aslında geçmişe olan özlemini gidermeye çalışıyor. Ekşi mayalı ekmek, menekşe likörü, reçeller onu ailesiyle beraber olduğu zamanlara taşıyor ve mutlu ediyor. 

Yemeklere gelmişken sormak isterim, romanda bazı yiyecekler geçiyor, bildik yiyecekler ama sen onlara başka bir gözle bakmışsın. Sufle, mücver, yaprak sarması gibi. Mesela ““Sufle aşktır. Aşk mikserle karıştırılmaz. Ahşap bir kaşıkla tereyağı ve bitter çikolatanın sevişmesini sağlamalısınız”  demişsin. 

Evet, yiyecek hazırlamak açlık ihtiyacımızı giderecek sıradan bir uğraş gibi görünse de aslında bir sanat. Boş yere ‘mutfak sanatları’ dememişler. Yemeğin hazırlanmasından tabakta sunumuna kadar geçen süre, birçok detayı ve sanatsal uğraşı da barındırıyor. Özellikle yemeklerin sunumu en az tatları kadar önemli bir detay. Bir tabağı hazırlarken kullanılan yiyeceklerin tatlarının uyumunun yanı sıra renklerinin, duruşlarının, yükseltilerinin de çok önemi var. Çok lezzetli bir yemek yapmış olabilirsiniz ama bunu iyi sunamazsanız büyük bir kayıp olur. Bunun yanı sıra her yiyeceğin hazırlarken bazı püf noktaları, atlanmaması gereken detayları vardır. Onları atlarsak lezzet kaybı olur. Sufle hamurunu ahşap kaşıkla karıştırmak daha lezzetli ve kıvamında olmasını sağlayacaktır. Yemek hazırlarken sevgimizden, ruhumuzdan bir parça katmazsak o sadece bir yiyecek olacaktır. 

Aşk Uğruna için çok katmalı bir roman diyebilirim. Birden fazla aşk hikayesinin izinde, insanların yaşamlarını temelinden sarsmış toplumsal olaylara da tanık oluyoruz. Perin hapse girmemek için 12 Eylül darbesinden, Farid ise İran Devriminden kaçıp Paris’e sığınıyor ve iki gencin yolları Paris’in ünlü bir restoranının mutfağında kesişiyor. Kapıyı İçeriden Kilitledim romanında da yine 6-7 Eylül olaylarını konu almıştın. Bu bilinçli bir seçim mi?

Evet bilinçli bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Bazı olaylar toplumları alt üst eder. İnsanları isteklerinin dışında tercihler yapmaya zorlar. 12 Eylül darbesi böyle, yine İran’da yaşanan devrimde de insanları, özellikle kadınları istemedikleri seçimlere zorladılar. Edebiyat, toplumsal olayları anlatmak, o tarihi kayda geçmek için değildir ama o altüst oluşlardaki insan hikayeleri üzerinden okuyucuda bir duygu oluşturur. Amacım darbeler ya da devrimler tarihini aktarmak değil, o tarihi olayların insanları nasıl hikayeler yaşamaya ittiklerini göstermeye çalışmaktı. 

Yine savaştan kaçan Afganlı göçmenler var kitabın bir bölümünde.  

Evet, bir dönem Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçmeye çalışan Afganlıların yoğun bir göçü olmuştu. Günümüzde de Suriyeli ve diğer birçok Afrika ülkesinden insanların aynı amaçlı göçlerine tanık oluyoruz. Dünya, savaşlar yüzünden büyük göçlere, felaketlere, kayıplara tanık oluyor, çok üzücü. 

REJİMLERİN İLK HEDEFLERİ KADINLAR

İran Devrimini bir kadından, Nahide’den dinliyoruz, onun duyguları üzerinden anlamaya çalışıyoruz. Nahide, Humeyni rejimi tarafından baş örtüsü takması istenen kadınlardan biri. Başı açık olarak sokağa çıkması yasaklanıyor. Nahide’nin annesi ise Şah rejiminde başını örtmesi yasaklanan bir kadın. O da başı örtülü olarak sokağa çıkamıyormuş. Bu iki örnek üzerinden gidecek olursak, sistemlerin kadınların kıyafetleriyle neden bir sorunları var sence? Kadınlar buna nasıl tepkiler veriyorlar?  

Evet, gerçekten inanması zor ama Şah kadınların başlarını örtmesini, Humeyni ise kadınların başlarını açmasını yasaklıyor. Ve bu iki rejim peşi sıra gelen iki rejim ve ikisinin de ilk hedefleri kadınlar oluyor. Bir kadının nasıl giyineceğine o kadının kendisinden başka hiç kimsenin karar vermemesi gerektiğini düşünüyorum.  Bir kadın inançları gereği başörtüsü takmak isteyebilir, ya da başını örtmeyebilir bu tamamen onun tercihi olmalıdır. O kadar eskilere gitmeyelim, ülkemizde de 28 Şubat sürecini yaşadık. Ben üniversitedeydim ve birçok sınıf arkadaşım başörtüsü yüzünden son sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldılar. Hepimiz için çok üzücü, yıpratıcı bir süreçti. İran’daki kadınlar da Humeyni’nin bu kararına itiraz etmek için büyük 8 Mart yürüyüşünü gerçekleştiriyorlar ancak sonuçta karar değişmiyor ve kadınlar örtünmek zorunda kalıyorlar. Rejimler kadınların kıyafetleriyle uğraşmamalıdırlar. 

Romandan çıkıp evin içine gelecek olursak, zorlu bir pandemi süreci yaşadık. Biz evde olmayı, okuyup yazmayı seviyoruz. Bunun yanı sıra sen fırsat buldukça bir şeyler ördün, ne örüyorsun?

Tüm insanlık için zorlu bir süreçti gerçekten. Her olumsuzluk içinde olumluyu da barındırır. Uzun kapanma zamanlarında insanlar kendilerine, içlerine dönmek için fazlasıyla zaman buldular. Daha önce öteledikleri, zaman ayıramadıkları yeteneklerini keşfettiler, aile bireyleri birbirleriyle hiç geçirmedikleri kadar uzun zamanlar geçirdiler ve adeta yeniden tanıştılar. Ben de çok sevdiğim ama mesai saatlerinden ötürü fazla zaman ayıramadığım örgüye daha fazla zaman ayırdım. Battaniyeler ve çeşitli kıyafetler tasarlayıp ördüm. Ama benim için daha da keyiflisi, tüm bunları yaparken örgüyü konu alan bir roman yazmak oldu. Yani hem Son Örgücü’yü hem de motiflerimi ördüm. 

 Artık söyleşimizin sonuna doğru gelirken sormak istiyorum. Romanda Perin ve Farid arasında bir aşk yaşanıyor ve güçlü bir bağ kuruluyor. Farid İran’a gidip kayıplara karışıyor ve Perin için uzun bir bekleyiş başlıyor. Aşk Uğruna bir ömür beklenir mi? 

İki kişilik bir hikâye kurulmuşsa beklenir. Perin ve Farid ülkelerinden uzakta, Paris’in kırsalında iki kişilik güzel bir hikâye oluşturup güçlü bir bağ kurdular. Bunun ardından gelen ayrılık ikisi için de büyük ve katlanılmaz bir durumdu. Ancak aşklarından aldıkları güçle ayakta kalmayı, yaşamlarını sürdürmeyi başardılar ve bir gün yeniden buluşacaklarına olan inançlarını korudular. Kapıyı İçeriden Kilitledim okuyucuları üzülmesinler, bu sefer hikayemiz mutlu sonla bitiyor. Mutlu sonlara ihtiyacımız var.

 edebiyathaber.net (7 Temmuz 2021)

Yorum yapın