Gerçeklik algısının sınırlarında dolaşan bir kadının ses kayıtları: Sakinler | Aytuğ Kargı

Ocak 9, 2024

Gerçeklik algısının sınırlarında dolaşan bir kadının ses kayıtları: Sakinler | Aytuğ Kargı

Hande Ortaç yeni kitabı Sakinler’de deliliğin ve travmatik geçmişin derinliğine iniyor. İstismar, aile travmaları ve kariyerinde yaşadığı zorluklar dolayısıyla her şeyi geride bırakmak isteyen bir kadının anlatısı bu. Günümüz toplumunda kadının ötekileştirilmesini, patriyarkal toplumun eril düşüncelerini ve normal olanın ne olduğunu sorgulatan bir roman. Adeta bir karşı çıkışın romanı.

Ortaç, travmatik bir giriş yapıyor romana: istismar. Bir kız çocuğunun ailesi tarafından koruma adı altında yapılan ötekileştirmeyi okuyoruz. Sonuç çok açık: olan her şeyden kendini sorumlu tutan bir kadın. Benlik kontrolünün çok küçük yaştan başladığını anlıyoruz böylelikle. Aynı zamanda toplumdaki normun bizi nasıl ‘normalleştirdiğini’ görüyoruz. Tabii buna normalleşmek denebilirse… Kariyer hayatında da her şeyi kontrol etmeye çalışmanın  sonucunda “deliren” kahramanımız, soluğu burada alıyor. Peki neresi burası? Birtakım şahsiyetlerin yeni bulduğu bir ‘iyileşme’ yöntemi üzerine yapay bir aile ortamı kuruluyor. Aile ortamında insanların farklılıklarıyla bir olup birey olabileceklerine inanan bu psikolog-psikiyatrist bozması kişiler, bireyselliği öldüren ilk normun aile tarafından oluşturulduğunu bilmiyor tabii. Toplumda yaşamanın ön koşulu, benliğini kaybetmek onlara göre: “Eğer bir toplum içinde yaşamaya kararlıysak olduğun gibi davranma safsatasını artık rafa kaldırmanın zamanı gelmiş. Buradaki sürecimde artık kalple değil mantıkla hareket etme aşamasındaymışım.”

Kahramanımız, hiyerarşik bir düzenin olduğu ve kimin iyileştiğine en eskilerin karar verdiği bu yerde soluğu kamera odasına alıyor. Güvenlik görevlisiyle birlikte olduktan sonra buraya girme hakkını kazanmış kadın, yaşadığı her şeyi biz dinleyicilerine -okurlarına- direkt olarak aktarıyor. Dinleyici oluyoruz aslında çünkü burada eski kasetlerin üzerine ses kaydı alıyor kendisi. Bir gün olur da birisi onun çığlığını duyar diye. Fakat yanlış anlamayın bu bir yardım çığlığından çok bir isyanın çığlığı. 

Hiyerarşi demiştik. Evet gerçekten de kimin iyileştiğine toplantılar düzenleyerek karar veriliyor burada. Hastalar, hastalara haklarını veriyor. Bir puan sistemi kurulmuş. Dış dünya ile ilgili olan tüm aktiviteler bu puan sistemine göre hak olarak veriliyor: internette dolaşmak, telefonla arama vs… elbette kurulan heyet tarafından uygun görülürseniz! Toplumdaki hiyerarşinin deliler arasında kurulduğunu düşünün. Tam bir kaos: “Her şey düzelecek deyip sonra da iç rekabeti tetikleyen bir zihniyetten bahsediyorum. Bu ikiyüzlü yaklaşım işletmenin tüm hücrelerine sızmış.”

Bu kaotik sistemin içerisinde her karakterin kendi hikâyesi var aslında. Fakat geçmişten bahsetmek yasak. Onlar toplumun susturmak istedikleri, dışlanmış olanlar, farklı düşünebilmeyi ve farklı yaşamayı göze alabilenler. Ne yazık ki ilaç tedavileri (!) ile sadece ağzı değil zihni de susturulmaya çalışılanlar: “Bir eksiklik yüzünden buradayız ya da bir fazlalığımız var. Elbise üstümüze oturmuyor. Kişilik provasında gibiyim, bolluklar alınıp yokluklar sonradan üstüme eklenen ceplere sokuşturuluyor.” 

Karakterimiz yaşananlardan kaçmanın yollarını sürekli arıyor. Saniye Teyze’nin ona anlattığı hikâyeleriyle derin bir sorgulamaya giriyoruz. Kurmacanın içerisindeki kurmacaları -Saniye Teyze’nin hikâyelerini- okuyoruz. Anlatımın arasına gizlenmiş, küçük ama etkili masallar biz okurlara farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor: “Her şeyi ele geçirebiliyorlar ama hayallerime müdahale edemiyorlar. Saniye Teyze’nin yarattığı dünyanın içinde kayboluyorum.” 

Hayallerde kaybolmak güzel ama tehlikelidir. Karakterimiz bu kadar hiyerarşik bir düzenin içinde artık zaman ve mekan mefhumunu yitiriyor ve bizimle konuşuyor son sözlerinde: “Sevgili dinleyicim, evet sen. Sena peki benim sana aktardıklarımın doğruluğundan nasıl emin olabiliyorsun. Bugün artık benim için gerçekle sanal, doğruyla yanlış birbirine girdi. Bugün zihnimin halen çalıştığına olan inancım tuzla buz oldu. Ben hayalle hakikatin arasında dolaşıyorum. Zihnimle işbirliği yapan çevrem bana oyunlar oynuyor. Neye inanacağımı bilmiyorum.”

Hande Ortaç, en içten şekilde bir kadının zorlu yaşamının kapılarını aralıyor biz okurlara. Sadece Sakinler Köyü’nü değil aslında toplumun algılarını da okuyoruz Sakinler’de. Norma dayalı düşüncelerimiz, topluma uyma istencimiz, baskılanmış davranışlarımız, sorumluluklarımız ve tüm zorunluluklarımızın derinliğine iniyoruz okurken. Gerçeklik algımızı güzel bir teste tabi tutan roman, deli diye tabir ettiğimiz -oysa sadece normlara uymayan- kişilerin dünyasına girmemizi sağlıyor aslında: “Ne gerçek ne hayal? Bu ikisinin farkı, uyurken görüp inandığın rüyayla gerçek dünya arasındaki fark gibi, belirsiz. Peki sen neye inanmayı tercih ediyorsun sevgili dinleyicim?” 

edebiyathaber.net (9 Ocak 2024)

Yorum yapın