Dünya Öykü Günü’nde Decameron | Dursaliye Şahan

Şubat 14, 2025

Dünya Öykü Günü’nde Decameron | Dursaliye Şahan

Edebiyat deyince ilk aklımıza gelen; öykü, roman, masal ve tabii şiir oluyor. Ve sanki basılı kitaplar olmasa hikâyeler hiç yazılmamış, anlatılmamış gibi bir algı da var.

Oysa üzerinde yaşadığımız şu dünya hikâyeler üzerinde dönüyor. Varoluşumuzun haritası hikâyelerle örülmüş.

Çoğu zaman inandığımız ya da bize öğretilmiş masalları gerçekleştirmek için mücadele etmiyor muyuz?

Küçük bir örnek verelim:

Diyelim ki, okuma yazmamız yok. Hatta öyle ki, duyma ve konuşma yeteneğimiz de olmasın. O güne kadar hiç kimse bizi karşısına alıp bir masal, bir hikâye anlatmamış. Kendi halinde bir insanız. Evimizdeyiz. Yayıldık koltuğumuza, televizyonun düğmesine bastık.

Ekranda saçları dökülmüş mutsuz ve çaresiz bir erkek karakter belirdi. Ne yapsam nasıl kurtulsam der gibi elini saçları dökülmüş başında gezdiriyor. Hani ağladı ağlayacak. Duyamasak, konuşamasak da biz bu karakterin sorununu hemencecik anlıyoruz tabii. Bu talihsiz insan evladı saçlarını kaybetmiş. Hop, yarım saniye sonra kahramanımızı beyaz önlüklü bir doktorun yanında, klinik koltuğunda görüyoruz. Doktorumuz kendinden emin, ana karakterimizin bakışları ışıl ışıl umut dolu. Saniyenin onda biri kadar geçen bir sürede bedbaht karakterimizin artık rahatladığını ve gülümsediğini görüyoruz. Çünkü harika saçlara kavuşmuş. Artık hayat ona güzel. Ve mutlu soooooon!

Şimdi üç beş saniyelik bir zaman diliminde seyrettiğimiz bu reklam bize dört başı mamur bir hikâyeyi okuttu mu okutmadı mı? Çivi gibi beynimize kazıyarak ezberletti mi ezberletmedi mi? Saçlarımız döküldüğünde ne yapacağımızı öğretti mi öğretmedi mi?

Bir öykü daha ne yapsın?

“Öykü okunmuyor,” “Öykü kitapları satmıyor,” feryat figanına aldırmayın. O yayınevlerinin sorunu.

Her birimiz yüzlerce öykünün ana karakterlerinden biriyiz zaten.

Şu ahir ömrümüzde hikâyesiz bir anımız var mı? Dolayısıyla elimizde kitap olmasa da hayatlarımızın her nefesinde kendi öykülerimizi yaratıp, masallar hayal ediyoruz.

Şimdi yazılı edebiyata dönelim. Çünkü konumuz 14 Şubat Dünya Öykü Günü.

Dünya edebiyat tarihinde kabul edilen kayıtlı ilk öykü kitabı Decameron; 1349-1353 yıllarında veba salgınından kurtulmak için yedi kadın ve üç genç erkekten oluşan misafirleriyle birlikte Toskana kırsalındaki malikanesine kaçan İtalyan Giovanni Boccaccio’nın kaleme aldığı eserdir.

Rivayet odur ki, öykülerin yazılması misafirlerle birlikte oyun oynar gibi başlamış. Yedi kadın, üç erkek her gün birbirlerine sırayla masallar, hikâyeler anlatmışlar. Daha sonra Boccaccio bunları derlemiş. Ortaya 100 tane kayıtlı öykü çıkmış.

Decameron birkaç kez beyaz perdeye de aktarıldı.

Peki biz, edebiyatın başlangıcı olarak Decameron’u mu kabul edeceğiz?

Bence bu yanlış olur.

Binlerce yıl önce yazılmış kutsal kitaplardaki metinler ne olacak? Mitolojiye girmiyorum bile.

Edebiyat binlerce yıl önce yazılmış kutsal kitaplarla başladı dediğimizde bile yanılmış olabiliriz. Yukarıda da söylediğim gibi insan ancak hikâyeleriyle var olan bir canlı nesli. Mağara resimlerindeki hikâyelerin değeri yok mu?

Neyse kutsal metinler demiştik. Önemini atlamayalım. Bence dünya edebiyatına -tabii toplumlara da- büyük ölçüde bu metinler yön verdi.

Bakire Meryem’le oğlu İsa’nın hikâyesini düşünün. Olay akışı, Meryem’in ebedi bakireliği üzerine kurulmasaydı belki de günümüzdeki kadın erkek eşitsizliği bu kadar derin olmayacaktı.

Asırlardır ve günümüzde de tekrar eden savaşların kodlarına bakın. Mesela bitmeyen, bitemeyen Haçlı Seferlerinin sloganlarındaki ‘kutsal topraklar’ hangi hikâyelerle örülmüş?

Adem’le Havva, cennet, cehennem, huriler, zebaniler, melekler hangi tasvirlerle örtüşüyor?

Sapkın insanların kendilerini savunurken dini metinlere atıfta bulunmaları tesadüf olabilir mi?

Belki de edebiyatı ikiye ayırabiliriz: Bir tarafta insana iyi gelen has edebiyat, yani yalansız, gerçekçi, hayata ayna tutan eserler, diğer tarafta sorgulanması gereken edebiyat.

14 Şubat Dünya Öykü Gününüz kutlu olsun.

Yorum yapın