Ardından, dostum Hasan Özkılıç için | Tacim çiçek

Mayıs 9, 2025

Ardından, dostum Hasan Özkılıç için | Tacim çiçek

En azından benim için diyebilirim ki; insanın dostları, ağabeyleri ve kardeşleri için konuşmaları iki sebeple zordur. İlk zorluk, onları anlatırken abartmaktır; öteki de yeterince anlatamamaktır. Bu iki zıt ve uç zorluk arasında bir denge oluşturabilmek, ancak nesnel olmakla orantılıdır. Ben de bu açıdan bugünden geçmişe doğru anı ve yaşanmışlıkları anımsarken elimden geldiğince nesnel olmaya çalışacağım.

Bu yazıyı, 30 yıldan fazla zamandır dostum, ağabeyim, yoldaşım Hasan Özkılıç’ın ardından ve mezarı başında konuşanlardan benim bir iç döküşüm olarak okuyun lütfen.

Kişisel hayat hikâyemin özel kısmında bir türlü dinmek bilmeyen pek çok olay olurken diğer yandan sevgi kırıntıları da oluyordu. Bu sevgi kırıntıları beni hayata bağlıyordu ve incinmiş, acıyla kararmış kalbimi avuçlayıp sağaltıyordu adeta… Kişisel hayat hikâyemin bu bölümünde sadece yerel gazetelerde yayımlanmakla kalmamıştı yazdıklarım. Yazıt, Damar, Evrensel Kültür ve Cumhuriyet Kitap’ta çeşitli konulardaki yazılarım da yayımlanmıştı. Şiiri bıraktığım hâlde Grup Munzur ve Ekrem Ataer tarafından bazı şiirlerim bestelenmişti. Şeftali Dede ile Çankaya Belediyesi-Damar Dergisi Çocuk Romanı Birincilik, Elma Ağacı ile Kırıkkale Eğitim-Sen Çocuk Öykü Yarışması Üçüncülük, Kurtkıran ile de Mevlüt Kaplan Edebiyat Ödülü Çocuk Romanı Mansiyon Ödülü almıştım. Ellerimiz Tırpandır Acıya, Süremez Daima Hükmü Acının, Gülyaşam (şiir), Yaşamın Özge Yorumu, Beyaz Kısa Pantolon (öykü) ve Aykırı Sevdalar Söylencesi (deneme romanı) adlı eserlerim de yayımlanmıştı.

Birkaç arkadaşımı yayın kuruluna alıp oluşturduğum Aykırısanat Dergisi ve yayınları da tutmuştu…

Özetle, en azından edebiyatla ilgilenen pek çok kişi tarafından biliniyordum. Özellikle de polemik ve eleştiri içerikli politik yazılarımdan dolayı…

Hasan Özkılıç’la nasıl tanıştım

Hasan Özkılıç (1951-5 Mayıs 2025) ile İzmir’de tanıştım. Bunu, Hatıralar Manavkuyu adlı biyografik romanımda anlatmıştım. Çünkü kardeşim Mustafa işi dolayısıyla 1992’de, ben de oğlumuz Seçkin doğduktan hemen sonra (1997) İzmir’e taşınmıştım.

Evrensel Dergisi’nden açıldığını öğrendiğim İzmir Evrensel Kültür Merkezi’ne gittim. Orada daha sonra evleneceği ki ışık içinde olsun Gülen de bu merkezi yönetenlerdendi. (Merkez 1994’de açılmış 2000’de de kapatılmıştı.) Sonradan Evrensel gazetesinin İzmir gediklilerinden olacak olan sevgili Emine Uyar da merkezin çalışanıydı. Başkalarıyla da tanışmıştım ama Gülen, Hasan ve Emine’yle muhabbetim, dostluğum süregeldi.

Hasan ve Gülen’le epeyi bir sohbet etmiş, sonunda kabul edersem birkaç etkinlik için beni de davet etmek istediklerini söylemişlerdi. Çünkü kardeşimden dolayı İzmir’e sık sık geliyordum ama Afyon’un Sandıklı ilçesinde öğretmendim. Orada yaşıyordum. Bunun sözünü istemişlerdi. Özellikle Evrensel gazetesi, Damar ve Yazıt dergilerindeki öykü ve yazılarımdan dolayı beni tanıdıklarını söylemişlerdi. Ben de kabul etmiştim önerilerini.

Aradan iki yıl geçince gerçekleşti son etkinlik. Konu “şiir ve ideoloji”ydi. O zamana kadar üç şiir kitabım yayımlanmış ve pek çok şiirim bestelenmiş olmasına rağmen konuşmamın sonunu şiiri bıraktığıma bağlamıştım ve o günden beri de sözümde durdum.

Evrensel Kültür Merkezi’nin hesap işlerine bakan Hasan’ın yazmakla ilgisi olmayan gibi görünen ama özünde hiç de öyle olmayan bir mali müşavir, muhasebeci olduğunu; ilk sohbetimizden sonra beni Buca’daki evine götürdüğünde anlayabilmiştim ancak. Konu konuyu açarken, içkinin etkisiyle de sohbet derinleşirken…

Bu Hasan Özkılıç’ın 1974’te, daha ben on beş, on altı yaşındayken isim olarak bildiğim biri olduğunu tam yirmi yıl sonra öğrenecektim… Evinde, ilk tanıştığımız senenin de ilk gecesinde…

O yaşlarda ben günlük gazete satıcılığı yapardım. Hafta sonları ile hafta içlerinde de arada sırada verilen gazete eklerini satmadan önce kendim okurdum, bir kahvehanenin en gözden ırak bir masasında…

Hürriyet gazetesi “Kelebek” eki fotoroman yarışması düzenlemişti.

Bu fotoroman yarışması için bir kral ve kraliçe seçeceğini duyurmuştu. Nice sonra sonuçlar açıklanmıştı. Kral, Adanalı Menderes Samancılar’dı.

Ondan üç yıl önce de Ses Dergisi artist yarışmasının birincisi Tarık Akan, ikincisi de Aytaç Arman olmuştu. Onun da Çukurovalı oluşu ve Yılmaz Güney’in oğlu rolünü üstlenmiş olması “Baba” filminde, bana ve akranlarıma bir başka gurur kaynağı olmuştu.

Menderes Samancılar’ın; kavruk yüzlülüğü, bizdenliği ve Yılmaz Güney’i anımsatması, bir de onun gibi rol yapması bir başka büyüleyecekti bizi.

Kraliçe seçileni hiç hatırlamıyorum. Bunların rol aldığı fotoromanın bir kenarında “Öykü: Hasan Özkılıç” yazıyordu. Fotoromanın adı Semo ile Zeyno’ydu. O zamanlar yazmaya heves eden biri olarak onun hikâyesi de Menderes Samancılar’ın seçilmesi kadar önemliydi benim için. Onca öykü içinden onunkinin seçilmesi muhteşem bir şey olmalıydı…

İşte o zamanlar hakkında böyle düşündüğüm öykücü Hasan Özkılıç ile yıllar sonra tanışıp dost olacağımı hiç akıl etmemiştim. Biri bunun olacağını deseydi de hiç inanmazdım… Bunları, onun evinde birlikte kaldığımız gece anlatmıştım ona.

Bir dosya içinde, yeni yetme olduğum yıllarda hayranlık duyduğum Semo ile Zeyno fotoromanının Kelebek’ten kesilmiş birkaç sayfasını gösterip de, “İlk yazdığım bu…” deyince bir an sersemlemiştim. Üst sol köşede adı yazılıydı. O Hasan Özkılıç, bu Hasan Özkılıç’mış meğer… Şaşkınlığımı üzerimden atmış ve o fotoroman hikâyesini çok sevdiğimi anlatmıştım. Kendine has gülüşü ve o içtenlikli bakışı, karşılaştığımız zamanlarda hep aynıydı bana kalırsa…

Bir kere daha anladım ki dünya gerçekten de küçükmüş…

O hikâyesi üzerinde konuştuk uzun bir süre…

Ve o da bir sebeple geleceğe dair umudu sönmüş bir genç kızın istemeyerek ve biraz da üzülerek çeyizini soranlara göstermesi gibi yazıp da kendisine sakladığı öykü çalışmalarını getirip göstermişti. Sarı kâğıtlara daktilo ile yazılmış birkaç öyküyü gözden geçirmiş ve bunları yeniden çalışıp görünür yapmasını istemiştim.

O ikna olmamıştı nedense. Ama öğretmenlik yaptığım Afyon’un Sandıklı ilçesinden İzmir’e her gelişimde Hasan’ın işyerine de, Evrensel Kültür Merkezi’ne de gittim ve yazmaya dönmesi için ikna etmeye çalıştım. Konuştum onunla uzun uzun.

1996’da İzmir’e geldiğimizde Kültür Merkezi’ne de gittim.

Hasan’la Gülen beni önce yemeğe götürdü Etkinlikten sonra. Birlikte yemek yedik. Sohbet ettik. Sonra kardeşimin Manavkuyu’daki evine bıraktılar. Yemekte Hasan’la Gülen evlenmeye karar verdiklerini, beni de nikâh şahidi olarak çağıracaklarını söylemişlerdi. Onların ilk benle paylaştıkları bu sevinçlerinin nikâh şahidi olamadım ama bir başka seferde dediğine göre Hasan’ın yazdığı “Adı Kargalarda Saklı” hikâyesinde olayı anlattığı kişi olarak ben de yer almıştım, ikisi beni Afyon’a yolcu ederken demişti Hasan.

Onların evlilikleri öncesi, evlilikleri süreci ve sonrası ile ilgili pek çok anı var Hasan’ın anlattıklarından ve benim İzmir’e yerleştikten sonra tanığı olduğum…

Hasan Özkılıç kimdir

1951’de Iğdır’da doğdu. Eğitimine burada başladı. 1973’te Turgutlu Lisesi’ni, 1980’de de Ege Üniversitesi İşletme Fakültesini bitirdi. 70’lerin başında yazmaya başladı, dediğim fotoroman öyküsüyle. İlk öyküsü 1974’te Demokrat İzmir Gazetesi’nde yayımlandı. Uzunca süre öykülerini çeşitli dergilerde yayımlatan Özkılıç’ın ilk öykü kitabı “Kuş Boranı” 1998’de yayımlandı. Bu kitabında yer alan öyküleri birlikte seçtik. Yayımlandıktan sonra ‘Okura Dudak Payı Bırakan Öyküler’ başlığı ile hakkında yazı yazdım. Papirüs dergisinin (1999) 23. sayısında yer alan bu yazım, Geride Yazılan Kaldı adlı kitabımın (2020) 131/132. sayfalarında da var.

Sonunda ikna olacak ve yazmaya başlayacaktı…

Hasan, aslında iyi ve has bir hikâyeciydi ama hayat onu kişisel serüveninde başka bir yöne savurmuştu gençliğinde. Evinde buluştuğumuzda ilk hikâyelerini göstermişti demiştim. Hikâyeleri okuduğumda iyi bir kalem olduğunu, bunun ardını getirmesini ve yazdıklarını da kendine saklamamasını defaten söylemiştim ona.

 Yazmak hevesi dönmüş ve bu konudaki maya da tutmuştu…

“Gönlümün Şirazesi Bozuldu” adlı kitabıyla, 2007 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldı. 2008’de, Hasan’ın iki ayrı öyküsünden uyarlanan, Erden Kıral’ın yönetmenliğini yaptığı, Nurgül Yeşilçay, Murat Han, Tülin Özen ile Nazan Kesal’ın başrollerinde oynadığı “Vicdan” filmi çok beğenilmişti. “Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika” adlı öykü kitabında, ‘Rüzgârlı Sokak’ adıyla öyküleştirdiği anlatıyı, daha sonra Kasım 2012’de yayımlanan ‘ZAHİT’ adlı romana dönüştürdü. Bu romanına 2013 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü verildi. Yine Erden Kıral tarafından “Gece” adıyla sinema filmi yapıldı. Ama bu filmi Hasan, romanından bir cımbızlama olarak gördüğü için içine sinmediğini demişti bana. Hakkında yapılan eleştirilere, yorumlara da öfkeliydi… Çünkü “Zahit” Kürt coğrafyasında boşaltılan ve insansızlaştırılan bir köyden, İzmir’e yerleşen bir aile ekseninde, 1990’larda, siyasi örgütlenmeler, ekonomik sıkıntılar, yerini yurdunu terk edip kendi ülkesinde iç göç olgusunu yaşayan insanlarla, cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri ve ölüm orucunun anlatıldığı bir roman diyordu… Yönetmen sadece ‘pavyon’ yaşamıyla sınırlandırmıştı senaryoyu…

 “Sonbahar” ile “Gelecek Uzun Sürer” filmlerinin yönetmeni Özcan Alper de, “Adı Kargalarda Saklı” öyküsünü “Moto Guzzi” adıyla 8 dakikalık bir film yapmıştı.

 “Şerul’da Beklemek” (2002), “Orada Yollarda” (2005), “Gönlümün Şirazesi Bozuldu” (Bu kitabıyla da 2008 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü almıştı.), “Sonunda Herkes Yalnız” (2014), “Şima” (2022) adlı kitapları yayınlanmıştı.

Son görüştüğümüzde Şima yeni yayımlanmıştı. İmzalayıp vermişti. Eski günlerimizden söz etmiştik. Yine bir araya gelelim Tacim, ben çalayım sen türküler söyle. Ne oldu bize niye eskiden olduğu gibi hep birlikte olamıyoruz arkadaşlarla, ne güzel günlerdi o günler ya… demişti. Günlük hayatın karşı konulamaz ağırlığı altında ezildiğimizden belki de demiştim de. Bir süre durup, bence eskisi gibi istekli ve hevesli değiliz, olsak hiçbir bahanemiz olmazdı, demişti. Belki de haklıydı, bilemiyorum. Haklıydı, çünkü önceleri Buca’daki, sonraları da Urla’daki evinde bir araya gelirdik. Çoğunlukla da İzmir’in gözde mekânlarında buluşurduk. İzmir dışından gelen şair, yazar dostlarımızı da Basmane veya Eşrefpaşa’nın içkili lokantalarında ağırlardı. Afşar Timuçin, Feridun Andaç, M. Sadık Aslankara ve Güngör Gençay sıklıkla ağırladığımız kişilerdi…

 Şima için de yazdım, o yazı K24 Kitap’ın sayfasında şimdilik, diğer pek çok yazım gibi.

     Sonrası mı…

Zaten onunla çok sık görüşmeye ve edebiyatla ilgili konuşmaya başladık.

Buluşurduk onunla Bornova birahanelerinde, özellikle ikimizin de evlerine neredeyse eşit uzaklıkta olan ve Haşim İşcan Caddesi’ne inen ara sokaklardan birinin başındaki Çukurova Müzikhol’de buluşurduk daha çok ikimiz.

Konuşurduk, hikâyelerden, dergilerden, edebiyattan…

Başka arkadaşlar da olurdu bazen, örneğin Hayri Yetik, Altay Ömer Erdoğan, Hüseyin Peker… Agora’yı çıkarmaya başladığımızda da kadrodaki arkadaşlarla daha sık görüşürdük…

 Aslında Hasan ta o zamandan iyi bir hikâyeci olma yolunda sağlam ve doğru adımı attığı için hedefine emin adımlarla ulaşmış biridir gözümde.

Bir kenara bıraktığı hikâyelerini tek tek işledi. Yeni hikâyeler yazdı. Bunları bana da okuttu başka arkadaşlara da…

Papirüs Dergisi yeniden yayımlanmaya başlamıştı.

Ben de dergiyi çıkaranların isteği üzerine kıyıda köşede kalmış bizim gibi şair ve yazarlarla söyleşi yapıyordum. Bu yüzden birçok yazar, şair arkadaşla söyleşmiştim. Hasan da onlardan biri oldu. Dergi sadece söyleşilerime değil yazılarıma da yer veriyordu. Papirüs’ün Haziran 1999 tarihli 28. sayısında yer alan söyleşimizin başlığı ‘İnsanın Umudunu Yitirmeme Direncini Yazıyorum,” diyen Hasan Özkılıç’la Söyleşi”ydi. Bu söyleşi Söyleşiler/im adlı kitabımın 96/99. sayfasındadır.

Aradan birkaç yıl geçti geçmedi dergi çıkarmaya karar verdik.  

Hasan o zaman Edebiyatçılar Derneği üyesi değildi. Bense İzmir temsilcisiydim derneğin o zaman ve Damar’ın temsilcisi…

Birlikte Ankara’ya gittik kongre ve başta Özgen Seçkin olmak üzere pek çok yazar, şair arkadaşla onu tanıştırmak için. Otobüste ad bulmaya çalışırken; Adam Öykü, Yaba Öykü, Fayton Öykü ve Düşler Öyküler gibi dergilerden esinle adını İzmir Öykü koyacaktık… Ben İzmir Öykü olsun istedim, o da Agora olmasını istiyordu…

Ankara’dan döndükten sonra İzmir Öykü’den vazgeçip Agora adıyla çıkardık dergiyi. Bekir Yurdakul da üçümüzle söyleşi yaptı ve Milliyet’in “Ege” ekinde yayımladı. Hayri K. Yetik, Altay Ömer Erdoğan, Ahmet Günbaş, Asım Gönen ve Timuçin Özyürekli ve benden oluşuyordu yayın kurulu.

Ocak 2000’de yayımlanan Agora’nın yayımına Aralık 2005’te ekonomik nedenlerle son verdik. Dergiye başladığımız yıl kızları Öykü dünyaya geldi.

Dergimize veremediğimiz adı ikisi kızlarına vermişti.

Edebiyata İzmir’den, özgün ve bir o kadar da farklı pencere açacaktı. Kısa ömürlülüğü bu çabasını engelleyemedi. Dergiyle Hasan Özkılıç da hikâyeciliğinde büyük başarı gösterdi.

O, Doğu’nun kadim anlatıcıları gibiydi. Ağız dolusu kahkahalar atarak, bedenini, ellerini anlatısına katarak anlatmayı severdi. Dinletirdi de kendisini. Kendisiyle baş başa kaldığında da kalemine sarılarak içindekileri kâğıtlara dökerdi. Anlatısının mekânlarını dolaşıp kayıt tutardı. Bir de dost sofralarında saz çalıp türkü söylemeyi severdi. Her dost soframızda söylediği iki türküyü yinelerdi, ilk kez söylüyormuş gibi. Iğdır’ın Al Alması ile Güneş Yine Doğacak’tı bu iki türkü… Sonra, Tacim hadi devrim türkülerimizi söyleyelim derdi ve o çalar ben de eskimeyen devrim türkülerimizi söylerdim…

Dostluğumuz da kendi seyri içinde kaldı, o melun hastalıkla birlikte.

En son şair Özgen Seçkin, eşi Tülay ve ben onu Dokuz Eylül Tıp Fakültesinde yattığı günlerde ziyaretine gitmiştik ki daha hoşbeş ettik, etmedik bir süre zarfında, bölümü ziyarete gelen İzmir Valisi yüzünden yanında kalamamıştık…

Sonrası mı?

Acılı, umutlu, sayrılı bir hayatla mücadele…

Sonunda içindeki topçu ateşi kesti ve Hasan da gitti kendisinden önce giden o güzel dostlar, yoldaşlar, arkadaşlar gibi o meçhul yere…

Orada bizi beklemeye…

Oysa ilk zamanlardan belki kendisinin de unuttuğu ama bana anlattığı, İstanbul, Turgutlu ve Iğdır eksenli o kadar çok hatırası var ki bende…

Işık içinde yıldızlar yoldaşı olsun onun…

edebiyathaber.net (9 Mayıs 2025)

Yorum yapın