Beyhan Özer: “Kelimeleri tüketmeden yaşanılanları okura sunmak gayretim, yazma biçimim.”

Aralık 2, 2021

Beyhan Özer: “Kelimeleri tüketmeden yaşanılanları okura sunmak gayretim, yazma biçimim.”

Söyleşi: Füsun Çetinel

Değerli Beyhan Özer’le Kiltablet Öykü Dergisi’nin 5. Yıl kutlamasında tanıştım. Öyküleri kısa ana odaklanmaktan ziyade uzun soluklu hikayeler anlatıyor.

Yazarla Kitap Cumhuriyeti etiketiyle yayımlanan “Öyleyse Masumiyet” kitabını konuştuk.

Sevgili Beyhan öyküleriniz gözlemlediğim kadarıyla günümüz modern öykücülüğünden farklı daha anlatımsal ve daha anlatıcı odaklı. İlk bu yönünüzden bahsedelim isterim.

Bir olayı, durumu gözlemlediğimde, içimde bir barınak inşa ediyorum. Öykülediğim karakterler bu barınağa, gidemedikleri, gerçekleştiremedikleri hayalleri, yakındaki uzaklıkları, pişmanlıkları, aldanışları ve itiraflarıyla sessizce yerleşiyorlar. İçlerinde kalıcı bir ses olmaya gayret edip, kahramanın gözüyle eyleme dönüşürken hissettiklerim, aynı zamanda iç diyaloglarla betimlemeyi seçerek yazdıklarıma anlatımsal bir tavır ekliyor. Bu yüzden korkuyu, isyanı, iletişimsizliği v.b. pek çok kavramı özgürce yansıtıyorum kalemime. İçe dönük duygular hevesle zihinsel yolculuklara çıkıyor ve anlatmayı hedefliyor. 

Öykü kitabınızın adı Öyleyse Masumiyet ve masumiyet bütün öykülerinizde farklı açılardan işleniyor… kimi kahramanlar çocuk masumiyetine sahipken kimileri masumiyet şemsiyesi altında bilmemeyi, görmemeyi tercih ediyor… Hangi öykünüzdeki karakter/kahraman en “şuursuz masum” size göre?

En Şuursuz Masum” zincirleme bir tanım oldu. Öykülerin içine serpiştirdiğim mesajlara bir cevap sanki… Teşekkür ederim sorunuz için. 

13 Öyküdeki kahramanlar yalnızlıklarıyla, farklılıklarıyla, bir türlü gidemeyip kalanlarla, çocuk ruhlu yetişkinlerle, kolay kabullenişlerle süzülüyor masumiyetin kapısından. Yaşanılanlar, hesaplaşmalara, çelişkilere ve saklı kalmış dünyalara eşlik ederken, psikolojik bulanıklık ve korku karmaşık içsel hayatlarında hakim. Bir babanın vefasızlığı (Yalnızlık Göğü), vatanından koparılan küçük bir çocuğun lunaparktaki bir bankta hayata sessiz vedası (Taşlı Toka), Kocası tarafından terk edilen kadının çöp evi (Melike), Her gün sokaklarda el arabasıyla kağıt toplayan yaşlı teyzenin gizemi (Sessiz Pabuçlar) v.b. Her bir öyküde geçmişe gidiş, özlem ve masum istekler var. Bana göre en şuursuz masum “Taşlı Toka”

Sizce karakterlerinizin  ortak kaygıları nelerdir? Günümüz insanından farklı mı bu kaygılar? 

Bir şeye, bir yere, bir duyguya bağlanma özellikleri ön planda. Duyarlı ama dışa vurulmayan acıları, kaçma çabaları, olayları kolay kabullenişleri; yüzleşme ve hayatla baş edemediklerinde düğümlenen yerlerden çıkan sessiz çabaları, yüksek sesle söyleyemedikleriyle bazen incinmeyi göze alan ve utanmayı bilen insanlar… Zahmetsizce katlanılan yaşama saplanıp kalan çaresiz yürekler bir anlamda. Ait olma duygusu, travmalarına kilitlenmiş sabit bir bakış ve geçmişe öfkeyle, özlem ve elbette merhametle tutunmaya çalışan kimlikler karakterlerin ortak kaygıları. İçsel duraklarında pes etmeyi seçen, içinde eşelenip duran kimsesizlikleriyle azat edilmeyi bekleyen  beyhude dilekler aynı zamanda. 

Kendi üzerimize kapanmış, durmaksızın sürekli bilinçsizce koşturup duruyoruz. Boşluklar açıldığında  yeni amaçlar belirirken sonsuz olmadığımızı unutarak devam ediyoruz. Hayatı boş ve gereksiz şeylere inanarak, iyimserlikleri yıkarak ve dokunduğu her şeyi bencilce tüketerek yaşar olduk. Giderek inatçı sevgilere, kayıtsız suratlara, yitirilmiş dostluklara, sahici olmayan gülüşlere teslim olmuyor muyuz? Eksikliğini çektiğimiz çocuk kalmış bir yanımızı yargısız sahiplenen yüreklerin hasretini çekmiyor muyuz? Başkalarının parası, rahatlığı, özgüveni, sefasına gıpta ederken kendi kabuğumuza çekiliyor, bizde olmayanı kirletmiyor muyuz? Ezilenden, garibandan vicdanlarımızı saklamıyor muyuz çoğu kez. Tıpkı “Güvercin Misali” öykümdeki Kamerunlu Waibar’ın  (GGM) geri gönderim merkezindeki sanrılı haliyle hamile bedeninin hastalığına rağmen yaşama direnişi ve arkasında bıraktığı yavrusuyla vicdanlara güvercinle seslenişi gibi… Kapının küçük göz deliğinden içeriye bir gözümüzü kapatarak baktığımızda, diğer gözün görmediği bir bakış bu olan, biten…

Vicdana yakışan en temiz duygu ve kendi zamanımıza cesurca bir itirafı. Yasın, sevincin, vefanın çıkış yolu masumiyet… Yazarken dönüp dolaştığım, nefes aldığım, durakladığım en sağlam liman.

Bir öykü yazarına mutlaka sorulması gereken…niçin öykü?

Kısa ve düşsel olması… Anlatılanları başka başka ifadeler ve ruhlara bölmek ve kimine melankolik, kiminde neşeli ya da acımasız karakterlerin olaylarına dağılan karakterlere anlık hükmetme biçimim. Kendi sesi ve müziği, en önemlisi şiir dili olan… Bilinçaltında sorgulanan, algı yönetimi daha kolay ve ikna edici yazma biçimi öykü. Hikayelerin dilden dile aktarılışının zincirleme iletişim aracı da aynı zamanda. Karakterlerle ilgili şifreleri bir duyguyla, anla kısa yoldan gösterebildiğim tür. Ancak şiir, öykü ile ilerlediğim yazma serüvenime iki yıl önce başladığım ve özen gösterdiğim romanımı da dahil edeceğim. 

Öykü dosyası hazırlamak aylar hatta yıllar alan bir çalışma. On üç öykünüz var bu kitapta; on üç ayrı dünya, farklı kurgular, karakterler, zamanlar, anlatıcılar, meseleler… siz bu dosyayı aşağı yukarı ne kadar zamanda  hazırlayabildiniz? Pes ettiğiniz, umutsuzluğa kapıldığınız zamanlar oldu mu?

Evet seçerek, irdeleyerek, özenle çalıştığım öykü dosyamı oluşturmak kolay olmadı. Yazdığım, not aldığım, taslak olarak defterlere, bilgisayarıma kaydettiğim birikmiş pek çok konunun, kurgunun arasından süzdüklerimdir dosyada karar kılınan. Yoğun yaşadığım duyguların birer sentezi kaleme aktardıklarım. Yaşanmış gerçek olayların, üçüncü sayfa haberlerinin, çevremde beni derinden etkileyen hikayelerin vicdanımla sözü, kitaba yansıyanlar. 13 öyküde anlatılanlar, bir yada ikisi dışında çok yakınımda olan, duyarsız kalamadığım acılar, kayıplar ve mutluluklar… Dolayısıyla malzeme oldukça fazlaydı. Disipline ettiğim düzenli defter tutma alışkanlığım, bana farklı bakış açısıyla bakmamı sağlayan ve doğru okumalara yönelten, yıllardır yazılarını, kitaplarını öğrenmek için kendime örnek aldığım değerli edebiyat hocamın katkısı çok büyük. Pes etmedim ama bazen yazdıklarımdan emin olamadım. Yeterli göremedim. Sonu olmayan bir yolculuk aslında. Keşfedilmeyen daha çok kitap, yazar var kendi adıma. Ya da dönüp dolaşıp okumak istediklerim ve okurken hararetle altını çizdiklerim, defterlere yazılanlar hiçbir zaman “ben yeterliyim”’i düşündürtmeyecek. Emek baki, fakat öğrenmek hiç bitmeyen yazmaya ve okumaya dair tatlı bir süreç…

Biz yazarların, sanatçıların zorlu yolculuklarında devam edebilmeleri için  hep bir motivasyon kaynağı olur. Sizin ki neydi veya kimdi?

Bazen bir bakış, bir söz, mekan yeterli olabiliyor motive olmak için. Müzik, beni içselleştiren, yazarken duygu dünyama dosdoğru dalan ses… Uzun yürüyüşleri tercih ederim. Ayaklarım su toplayana dek yürür, düşünürüm. Rüzgarı, yağmuru hissederek, o serinliğin yüzüme dokunuşu başka bir özgürlük sanki. Kasvetli bir hava hiç demedim, demem. Çünkü o griliğin içine pembe çoktan yerleştirmişimdir. Kolay mutlu olurum. Hüzün yıldırmaz beni. Hatta üzüntülü bir anımın fotoğrafını çekip, kayıt altına aldıktan sonra yazmayı dener, kurgularım. Beslendiğim onca malzemenin içinde şükür etmek en büyük motivasyon bence. Kırılgan olduğum anları arkama alıp bir sonra ki güne umutla sarılmak hayat felsefem. Yazmak da tedavi edici, onarıcı bir dost bu anlamda.

Tüm öykülerinizde çok fazla dışsal diyalog görmüyoruz; karakterler hareket ediyor, düşünüyorlar ama birbirleriyle konuşmuyorlar pek. Genel bir suskunluk hakim dünyalarına… Bir yazar olarak siz mi daha çok konuşmayı tercih ediyorsunuz yoksa gerekli bir suskunluk mu karakterlerinizin ki?

Evet diyalog yazmayı pek tercih etmiyorum. Akış içinde resmettiğim duygular, karakterlere hükmediyor. Sessiz görünüyor belki ama oldukça çığlık çığlığa bağırıyorlar. Görünmediklerini düşündüklerinde kelimelerin gücüne yaslanan, destek alan seslenişleri farkındalık yaratabiliyor. Kimi kez umarsızca hiçe sayılan bir kadın, gücü farkedilinceye dek fısıldıyor yalnızlığına. Odaların duvarlarında çaresizce dolaşan bir çift göz, sadece bir ışıkla anlam katabiliyor edebiliyor bulunduğu yere. Birbirleriyle konuşamasalar da sessizce, söyleyecek çok sözleri var. Suskun kalmak değil de, susmanın verdiği olgunluğu taşıyan güç hakim dile getirilenlerde. Kelimeleri tüketmeden yaşanılanları okura sunmak gayretim, yazma biçimim.

Ve tabii ki son sorum klişenin ağlarına takılmazsa olmazdı… okumayı sevdiğiniz yazarlar ve eserleri?

O kadar sayabilirim ki… 

Stefan Zweig- Sabırsız Yürek,  Rilke- Malte Lauride Briggen’nin Notları

Guy de Maupassant- Bir Hayat,  Virginia Wolf- Dalgalar, 

Julio Cortazar- Kendime Anlattığım Hikayeler,  Emil Zola- Çürümenin Kitabı

Demir Özlü- İthakaya Yolculuk,  Feridun Andaç- Kaplıcada Son Yaz (ve tüm kitapları)

Sevim Burak- Yanık Saraylar,   Adalet Ağaoğlu- Dar Zamanlar Üçlemesi

Mario Levi- Yanlış Tercihler Mahallesi,   Müge İplikçi- Civan ve Kalpten Seven İnsanlar

Okumaktan keyif aldığım daha pek çok yazar ve eserleri var. Her biri değerli gözümde ve okuma sevgisi hiç bitmez, bitmesin de…

edebiyathaber.net (2 Aralık 2021)

Yorum yapın