Tüm zamanların toplamı* | Hatice Balcı

Ocak 2, 2023

Tüm zamanların toplamı* | Hatice Balcı

Selda Uygur’un, “2020 Turgut Özakman İlk Roman Yarışması” birincilik ödülüne değer görülen eseri Babalar ve Kızları’ndaki isimsiz anlatıcımız, hikâyesini çocukluğunun erken dönemlerinden başlatıyor, yirmili yaşlarına yaklaşırken sonlandırıyor. Kahramanımızın dedesi Zorba (aynı adlı filmde rol alan Anthony Quinn’e benzerliğine atfen), ölüm döşeğinde onu yanına çağırıyor ve dediklerini yaparsa bir gün yeniden karşılaşacaklarına söz veriyor. Dedesinin söyledikleriyle kafası karışan anlatıcımız bulmacayı çözebilmek için Zorba hakkında olabildiğince bilgi edinmeye çalışıyor. Annesi sayesinde hem Zorba’nın ve hem de onun babası Karabey’in kendi el yazılarıyla kaleme aldıkları birtakım notlara ulaşıyor.

Âşık olabileceğim erkeklerin listesini yaptım

Anlatıcımızın Karabey dedesinden Zorba dedesine, onlardan da kendisine geçen kişilik özellikleri var. Çevrelerindeki insanlardan ilgileriyle, meraklarıyla, yapıp ettikleriyle farklılar. Üçünün de değişime, gelişime açık duruşları benlik arayışına yönelen modern bireyi yankılıyor. Ne var ki, çocuklukları ve ilk gençlik yıllarında imkansızlıklarla çevrelendiklerinden, gelişimlerine katkı sağlayabilecek ilişkilerden de, maddi olanaklardan da yoksunlar. (Gerçi Karabey’in iş arkadaşı Kosta ve edebiyat çevrelerinde tanıştığı Hikmet Efendi’yle iletişimi ayrıksı ama hayatındaki başka başka engelleri aşmasına yarayacak kadar değil.) Yine de inatla kendi küçük cennetlerini yaratıyorlar. Karabey şiiri, kitapları, müziği seviyor ve dansçı Feri‘ye âşık. İçlerinde en dışa dönük olanı Zorba ise eylem insanı. Yakışıklılığı, kendine has hal ve tavırları duruşuna, bakışına cazibe katıyor. Gülüp eğlenmeyi, dans etmeyi, gezmeyi severken kadın güzelliğiyle büyüleniyor. Anlatıcımızın ise peşine düştüğü kitapları, filmleri, onu bir anda etkisi altına alan aşkları var. Kitaplara, filmlere yönelik merakı Karabey’le Zorba hakkında öğrendikleriyle artıyor. Zorba’dan ona geçen Dostoyevski’nin Karamozov Kardeşler’ini okurken romanı didik didik ediyor meselâ. Romanın şifreleri bulunduğuna ve bunları çözdüğünde dedesiyle yeniden karşılaşacağına inanıyor. “Zorba’nın bulmamı istediği aşkı bulamazsam Karamazov Kardeşler’i hiç anlayamayacaktım, ki bu da benim sonum demekti. Gözümü kararttım, mahallede âşık olabileceğim erkeklerin listesini yaptım. “diyor gayet ironik bir dille bize dönerek. 

Yalnızlık, bulmacalar

Karabey’in Zorba’ya, Zorba’nın da torununa duyduğu sevgi yaşamdaki direnme noktalarını oluşturur sanki. Kahramanlarımızdan her birinin arayışları, ötekinin ilgi ve meraklarına eklemlenmeyi getirir. Üçünün de bulmacaları belki de bu nedenle birbirine benzer. Bulmacaların içerdiği gizem aynı zamanda deneyimlerini ortaklaştırır. Üçü de doğup büyüdüğü çevrenin insanlarından ayrıştığından, önemsedikleri şeyler eşe dosta, eşin dostun önemsedikleri de onlara saçma görünür. Sonuç olarak “yalnız”dırlar. Ama onlar kendi kuşaklarının, dolayısıyla da farklı zaman dilimlerindeki birbirlerine benzeyen yalnızlar olarak, birbirlerinin yansıması gibidirler. Tüm olumsuzluklara rağmen işlerini/uğraşlarını canla başla yürütmeleri hayranlık uyandırır. Dünya değişmek zorundadır ama bir yandan da yaşam yaşanmalıdır. Onlar da ellerinden geldiğince yaşarlar.

Ya gerçekse?

Öte yandan, anlatıcımızın gündelik hayatında sevdiği çocuklar, kadınlar, az sayıda da olsa arkadaşları vardır. Annesi, ablası, Sera, Bennu, İphar, Tarık, Abdül, İshak, Ercan… Gelgelelim yaşadığı mahalle ve aile ortamı bir çocuğun sağlıklı gelişimine ket vuracak pek çok olumsuzluğu barındırır. Bu ortam, travmaların türemesi için bir tür kuluçka merkezi gibidir hatta. Nemli bodrum katları, ortalıkta cirit atan fareler, hamam böcekleri, akıl hastası bir baba, aile içi şiddet, yetersiz beslenme, kültürel araçlardan yoksunluk…. Bu koşullarda ergenliğin anlatıcımızın bedenindeki yansımaları da travmatik olur. Memelerini kat kat atletlerle saklar, yetmez bezlerle sarar. Kemiklerinde bir sorun bulunmadığı halde metalden kamburluk korsesi takar. Korsenin baskısıyla kalça kemikleri moraracak, göğüs kafesi zarar görecektir. Bunca eziyetin içindeyken bir yandan da rüyalarında ve izini sürdüğü kitaplarda bulmacalarının ipuçlarını yakalamaya uğraşır. Rüyadayken kelimenin gerçek anlamında geleceği görür. Gelecekte ölecek olanlar bile rüyalarına girecektir. Bu durum tabii ki korkutucudur. Zorba ölmeden önce korkmamasını, yeteneğinin ona Tanrıların armağanı olduğunu söylemiştir. Anlatıcımız içinse yaşadığı şey bir lanettir. Nitekim üniversite öğrencisi genç İshak, Karabey’in arkadaşı Hikmet Efendi hakkında -anlatıcımızın ricasıyla- bilgi toplarken kahramanımız korkusunu açıkça belirtir: “…yine geleceğimden gelen bir rüya gördüm. Geleceğim şu an düşündüklerimin tam tersi bir biçimde kurgulanmıştı. Ya gerçekse?”

Yazar, romanda sürekli karşımıza çıkan zamanda yolculuk teması hakkında, yakınlarda kendisiyle yapılmış bir röportajda** şunları söylüyor: “Zamanda yolculuk yapılabileceğine ve insan zihnine ait bilinmeyenlerin buna izin verdiğine inanıyorum. Biz farkında olmasak da tüm zamanların toplamının içindeyiz. Algı kapılarını açtığımız zamanda ve rüyalar yoluyla zamanlar arasında geçişler sağlayabileceğimize inanıyorum. Karakterlerim de buna inanıyor. Bu onların gerçekliği. Gerisini okurlara bırakalım. Yolculuğu onlar tamamlasınlar.” 

***

Sanatın, kendi ifade biçimlerini yaratırken gizemli/tartışmaya açık/karmaşık olanın çekiciliğine kapıldığını bildiğimize göre, “zamanda yolculuk” temasının da özellikle bilim kurgu filmlerinin ve edebiyatının ana malzemeleri arasında yer almaya devam edeceğini söylemek kehanet sayılmaz. O vakit insan bu iddianın sağlamlık derecesini ister istemez merak ediyor ve bilime kulak kabartma gereği duyuyor: Alışkanlıklarımıza dayalı olarak zihnimizde canlandırdığımız zaman kavramı, saatle cisimleşir ve ölçme sistemimiz de dünyanın devinimiyle ilgilidir. Halbuki dünyamız evrendeki mutlak referans noktası olamaz. Nitekim Einstein***, Görelilik Kuramı’nda, bütün evren için geçerli olabilecek, akıp giden bir zaman kavramının anlamsız olduğunu belirtir. Teori, örneğin, uzay mekiğindeki bir astronot için ölçülebilir zaman farkının, mekiğin ışık hızına yakın hızlarda (üç yüz bin km/saniye) hareket etmesi durumunda belirginleşeceğini öngörür. Mekik ışık hızına yaklaştığında astronotun biyolojik fonksiyonları çok yavaşlayacak, yaşlanması neredeyse duracaktır. Astronotumuz dünyaya geri döndüğünde ise hayatın burada hızlı aktığını görecektir. O halde bu tespite ulaşmamız, astronotun filmlerden ya da bilim kurgu romanlardan alışageldiğimiz biçimde zaman yolculuğu yaptığı anlamını taşımayacaktır. Ortaya çıkan şey, daha çok, teoriye dayanarak yukarıda bahsettiğimiz ölçülebilir zaman farkıdır.

Son kertede diyebiliriz ki evreni, doğayı, gezegenimizi, anatomimizi vb. pek çok bilinmeyeni yorumlayıp anlama çabamıza devam edeceğiz. Ama bir yandan da keşfedilenlerin yerine göz dikmişçesine başka başka sırlı alanlar, bilinmezlikler de hayata karışmaya devam edecek. Belki de Selda Uygur’un röportajında dediği gibi, gerisini okurlara bırakmalıyız.

*Başlık, yazarın yazıda geçen röportajındaki sözlerinden alıntılanmıştır.

**Röportaj 20 Haziran 2022 tarihinde, bilimkurgukulubu.com’da yayımlanmış.

***Şarlo, Gandhi ve Einstein’ın isimleri, yirminci yüzyılın daha ilk yarısındayken bile dünyanın her bir köşesinde biliniyordu. Geçtiğimiz yüzyılın büyük çaplı dönüşümlerinin birer simgesiydi onlar. Charlie Chaplin, kitleselleşen sinema endüstrisinin (Şarlo sinema sanatını icra etsin diye doğmuş gibidir); Gandhi, üçüncü dünya halklarının bağımsızlık mücadelelerinin (onun protestolarını gerçekleştirirken yürüdüğü uzunlukta kolay kolay yürünemez) ve Einstein da bilimsel devrimlerin (Einstein’ın kuramı Lincoln Barnett’ın deyişiyle “yalnız yıldızlararası uzayın sınırsız yerçekimi ve elektromagnetik alanlarını değil, aynı zamanda atom içindeki çok küçük ve müthiş alanı kapsamı içine alan evren kanunlarını ortaya koydu”). Her ne kadar Bertrand Russell Görelilik Kuramı’nı Newton yasalarının ufak tefek düzeltmelerinden ibaret saysa da Albert Einstein evrenin yapısına bakış açımızı değiştirdi.

Alıntılar için bknz. Uygur, Selda, Babalar ve Kızları, Bilgi, 1.basım, Mayıs 2022, sırasıyla syf.20, 82.

edebiyathaber.net (2 Ocak 2023)

Yorum yapın