
Üşürüz, soğuğunu hissederken uzak diyârların, yıldızların ve ay’ın; üşürüz, soluğunu duyarken hayatın ensemizde, ruhumuzda, yüreğimizde; bir de titretirken demirin katı hâlleri ömrümüzü, kırarken gönlümüzü pek zorlanır ve de kolay büyüyemez gerçeğin beşiğinde sallanırken Dünya!
Tan Doğan
Şiir Severlere…
“Bizi bütün kitapların ötesine bile götüremeyen kitap da nedir ki?”* der ya Nietzsche, bendeniz de diyorum ki gayri, bana yazdırmayan kitap nedir ki?!…
Geç tanıştığım bir yazın-eri olarak Thomas Bernhard (9 Şubat 1931-12 Şubat 1989), hem ‘üslûp’ hem ‘düşün’ gücüyle etki kuşağı yaratan bir kişi olarak, düzyazılarıyla tanınabilir, ne ki “şâir”liği yazarlığının ötesine yolculanmaktadır dersem Nietzsche’ce, dilerim ki savım pek yanlış sayılmaya ve de pek hafife alınmaya, ‘duygu’ gücünün de derinliğince Ayın Demiri Altında**: “Yıl bin yıl önceki gibi bir yıl, / testi taşıyıp davarın sırtına vuruyor / ekin biçip kıştan habersiz / şıra içiyor ve bilmiyoruz ki / pek yakında unutulmuş olacağız / mısralar da çözülecek ev önünde kar misali (…)”(1) Eritirim seni ey demir! sıcak dizelerimce, der gibi “şâir”, ekinini biçip, şırasını içerken ve yüreğimizin karını çözerken dünden bugüne, yarına… [Bir de yeni bir ‘huy’ edindim! Usûl usûl/uzun uzun okuyorsam bir kitabı, onu sevmekle kalmadığımı, ‘hayat’ bildiğimi anlıyor/duyumsuyor, yanına notlar, dizeler, dahası şiirler yazmaya başlıyorum, çağrışımlarınca. Ayın Demiri Altında da böyle oldu: Her Thomas Bernhard şiirinden dizelerin yanıcığına, cinlerin, perîlerin o ânlık ilhâm sunmalarınca, (bundan kelli italik) tan doğan şiirinden dizeler! İşte yukarıdaki alıntıya, bendenizden alıntı: “mısralar da çözülecek ev önünde kar misali” [kum dökecek her dize…]
Hikâye, anlatı, roman, oyun, deneme, makale benzeri yazılarında, kitaplarında kapalılıkla, kendini kolay ele vermezlikle tanımlansa da Bernhard, dünyasının kapısını düşün-duygu birlikteliğinin yoğunluğunu usûl usûl/hafif hafif, sabırla araladığınızda, incelikli yalnızlığının nasıl da gözler önüne serildiğine, onca yazın türünle içlidışlı olmasına karşın, belki içindeki eksikliği, boşluğu, duyumsayan bir düşün-duygu insanı olarak, Cioran’ın, “O zaman şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gibi, hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.”*** demesine koşut, doğallığın, kendiliğindenliğin, içtenliğin ‘kar misali’ çözüldüğüne tanık olursunuz ve Ayın Demiri Altında yeni bir kıta, derin bir dünya keşfetmenin ayırdında olarak, hayata tutunursunuz dirençle, umutla, yaşama sevinciyle, daha da…
“(…) destan bir ömrün zirvesindeki mezarına”(2) [geldiğimiz yerdir ölüm / siyâh’a meylimiz çok eskidir] İşte Kitap! Okutmakla kalmıyor, bir de yazdırıyor! “Bernhard’ın şiiri” ‘oku-geç’ değil, bir ‘dur-duy-yaz’ şiiri! Bilemeyeceğim kaç okur, kaç yazar, kaç şâir bir kitabı okurken, o kitabın kenarına-köşesine, yanına-yöresine, sayfalarının boşluklarına ‘bir kitap daha’ eklemlemiştir?! Sizinle paylaşıyorum bir sırrımı: Yayınlanmamış (belki de hiç yayınlanmayacak) bir kitabım var, Ayın Demiri Altında, şavkında, gölgesinde sessiz-sitemsiz uyuyan; unutulmaya gebe!…
Ayırdındasınız değil mi, bir kitap tanıtım yazısının evirilmeye başladığının?! Ve işte bir şiir, üçer dize: “koyun kafalarını dumanlı kentlerin üzerinden estirip / toz eden. / Ama sen toz olma (…)”(3) Hadi gelin de anımsamayın ‘kurban bayramı’ sabahlarını: “Koyun kafaları.. dumanlı kentler… toz eden…” Ne diyor şâir ama, “Ama sen toz olma! [yıllar yılı yıldızlarla susuştuk / bana “lâl” diyen su taş kesti] Ve bir de dursun aklımızın kıyıcığında “koyunlaşmamak!” söylemi…
Şu âna dek, üç şiirinden dizelere yer verdik, övülesi, yüceltilesi ‘elli yedi şiir’den ve kalan dördüne vakt irişti: “Beni övmeye kalkmayasın / yoksulluğumu / güzün kanat çırpışına sığınıp yüceltmeyesin. (…)”(4) dese de, işte övüyorum, yüceltiyorum, varsıl, yaz yüzlü, düşünle duygunun harmanına sığınan ‘şâir’i, ‘şiir’ini; kitabını, hem de dizelerini[kırık güz hüzün / ‘zaman’ yaşlanır / gün gün âh / gece kıyısıdır insanın…]
Güz’den sıçrama zamanı şimdi, Bahar’a: “Bahar ölüm döşeğindir senin. / O çalı denizlerine / döner gelirsin. / Bir ağlama dahi kalmaz çocuklarından sana / ne de bir erkek gölgesi / o inatçı saçlarda. / Işık senin yalanını tarlalara taşır, / yaban çaresizliğin izleri yüzünü karartır (…)”(5) Belki/ancak böylesi dizeler dillendirebilir bir kadının büyük acısını, ölmüşken yaz’ı, “ölüm döşeği”ndeyken “Bahar”ı [sonbahar’ı] ve gebeyken kış’ına! [cevâpsızsın işte ––––ağla / ya kül ya toz sonumuz / heykel yont şarkı söyle şi’r yak / sev siyâh kadar mor’u / gölgesizdir çöl ruh kum / yalnızsın işte ––––anla /çâresizin dili lâl…]
Bir sıçrama daha: Dokuz doğurma, dokuz şiir sonra, karşımızda “kış”: “Şimdi bana ölüm yakın, kış yakın, / vadinin düşünde beni uyutmayan huzursuzluk (…)”(6) Elli sekiz yıllık bir yaşama sığan külliyât, bir o kadar daha olsa olmaz mıydı?! Âh! “kış” erken geldi bence Thomas Bernhard’a! ‘Zaman’, her zaman ‘ölüm’den yana olsa da, kırıp kuruttuğu güzelim nice dalı koparsa da; çiçeği soldurup, kuşu çürütüp, siyâha çalsa da dili gece, dün yalandı, bugün yalan, yalan olacak yarın gün![ölüm yanlısı zaman / kırılır kurur kopar dal ––––kuş çürür / gecenin dili siyâh ––gün yalan]
Mâdem mevsim “kış”, mâdem dile düştü “ölüm”, bu dizelerle bitmeliydi tanıtımı kitabın; ne ki bir şiirinden sekiz dizesi daha düştü ardıma ‘şâir’in; imbikten süzülen sekiz damla sâf, ağır, koyu, dip: “Puslanmış pencereleri kapayıp / ateş yaksak ölürken, / ki kışın sesi türkülensin / bedenimizde parçalanmış bir yazın / ve iyi bir söz çıtırdasın / yeşil çini sobada, / yaralar büyür bir gözyaşı ormanında, / suyun kara yansısı (…)”(6) Ne dört mevsim, ne puslu-paslı pencere, ne acı, ne gözyaşı, ne de ağır ağıt Ayın Demiri Altında [puslu pencerede zaman pusuda / aynada sırlanan gerçek de yalan /(… )/ gövdesi yenik insanın / kuru su boşluğa (b)akıyor /(…)/ paslı pencerede şeytan pusuda / dünya’da nârlanan güneş de yalan.]
___________________________________________________________________________
* F. W. Nietzsche, Seçilmiş Düşünceler (Denemeler), Çeviren: Sâmih Tiryakioğlu, Assos Yayınları, s.31, 1997, İstanbul
** T.Bernhard, Ayın Demiri Altında, Çeviren: Arif Çağlar, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019, İstanbul
*** E. M. Cioran, Çürümenin Kitabı, Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, s.25, 2017, İstanbul
Şiirler ve Alıntı Sayfaları:
(1) Yıl bin yıl önceki gibi (s.7)
(2) Yalnızdı sabah erken (s.14)
(3) Uyandıklarında unutulmuş olacaklar (s.9)
(4) Beni övmeye kalkmayasın (s.31)
(5) Bahar ölüm döşeğindir senin (s.37)
(6) Şimdi bana ölüm yakın, kış yakın (s.46)
(7) Puslanmış pencereleri kapayıp (s.64)