Sefa Kaplan’dan bu kez “Ahmet Hamdi Tanpınar Sözlüğü”

Ekim 11, 2021

Sefa Kaplan’dan bu kez “Ahmet Hamdi Tanpınar Sözlüğü”

Sefa Kaplan’ın “Ahmet Hamdi Tanpınar Sözlüğü” adlı kitabı Holden Kitap etiketiyle yayımlandı.

Tanıtım bülteninden

Sefa Kaplan Oğuz Atay Sözlüğü’nden sonra bu kez Ahmet Hamdi Tanpınar Sözlüğü ile selamlıyor okurunu. A’dan Z’ye Tanpınar’ı anlattığı bu sözlükte de, herkesin bildiği mevzuları sıralama kolaylığına kaçmıyor. Tanpınar’a dair çok bilinen ve az bilinen hususlara yeni bir pencereden bakmamıza imkân tanıyor. Kimi zaman ona yazdığı, kimi zaman ise onun ağzından yazdığı mektuplarla sözlüğü zenginleştiriyor. Onun eksikliklerini, kusurlarını yani insani yönlerini de gözler önüne seriyor. Sefa Kaplan bütün iyi biyograflar gibi, portresini çizdiği sanatçıyı döneminden bağımsız düşünmüyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarını, ülkenin siyasi çalkantılarını, edebiyat ortamını ele almayı ihmal etmiyor. Onun çocukluğunda yaşadığı travmalarla; gençliğinde ve hatta yaşlılığında yaşadığı travmalar arasındaki bağlantıları da çözümlüyor. 

ARKA KAPAK

Sefa Kaplan’dan bir başucu kitabı daha.

Ölümünün üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen Ahmet Hamdi Tanpınar’la ilgili ne çok soru işareti var aklımızda. Sağcı mıydı yoksa solcu mu? Şarkçı mıydı yoksa Garpçı mı? Yaşarken “sükût suikastı”na uğramış mıydı gerçekten de? Ucundan kıyısından yakalamayı umduğu şöhrete geç mi kalmıştı? Solcular veya sağcılar hangi gerekçelerle onu kendi mahallelerinden görüyorlardı? Necip Fazıl neden düşmandı ona? Son derece kısıtlı imkânlara sahip olmasına rağmen ülkenin sayılı entelektüellerinden biri hâline gelmeyi nasıl başarmıştı? Komünistlerin toplantısında ne işi vardı, dahası neden gözaltına alınmıştı? “Kırtıpil Hamdi” lakabını hak edecek ne yapmıştı? Neden sürekli hastalanıyordu veyahut hasta olduğunu sanıyordu? Evhamlı biri miydi gerçekten de?

Sefa Kaplan bizlere yalnızca hakiki Ahmet Hamdi Tanpınar’ı göstermeye çalışıyor. “Acı çeken, gülen, sevinen, kıskanan, kızan, seven, öfkelenen, yazan, yazdıklarını kimi zaman beğenen kimi zaman beğenmeyen, dişleri erken yaşta döküldüğü için kendini leyleğe benzeten” bir Tanpınar anlatıyor. 

TADIMLIK

“Necip Fazıl veya Peyami Safa bana şantaj yapabilir”: Günlüklerinde sık sık bir şantaj endişesini getiriyor Hamdi Bey, doğrudan isim vererek, Necip Fazıl veya Peyami Safa’nın kendisine şantaj yapma ihtimalinden korktuğunu söylüyor açıkça. Bu korkunun sebebi çok çarpıcı aslında: 1927 yılındaki komünist tevkifatı sırasında gözaltına alınanlardan birisi de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ta kendisiydi çünkü. Sebebi de son derece basitti: Türkiye Komünist Partisi’nin gayrı-resmi neşriyatı olduğunu bilmeden Aydınlık mecmuasının birkaç toplantısına katılmış ve bu durum toplantıyı Milli İstihbarat Teşkilatı adına gizlice izleyen Altındiş Faik tarafından raporlanmıştı. Hamdi Bey, Vedat Nedim (Tör) yahut Şevket Süreyya’nın (Aydemir) veya Nâzım Hikmet’in sosyalist olduğunu biliyordu elbette ancak Türkiye Komünist Partisi üyesi olabileceklerini aklına bile getirmiyordu. Altındiş Faik’in ihbarı üzerine yakalanıp Harbiye İhtiyat Zabit Mektebi’ne götürülecek, orada “cehennem azabı” olarak tanımladığı bir hafta geçirecekti. Fakat asıl şantaj korkusu, üniversite hocalığı döneminde gelecekti gündeme. Necip Fazıl veya Peyami Safa’dan birisinin yahut her ikisinin birden bu bir haftalık hapis meselesini öğrenip şantaj yapmaları durumunda yaşanabilecekler en büyük korkusuydu Hamdi Bey’in. Sabahattin (Eyüboğlu), Güzin ve Abidin’le (Dino) arkadaşlık ettiği için kendisini komünistlikle suçlayan, komünist toplantılarına katılıp Edebi219 yat Fakültesi’ni komünist yuvasına çevirdiğini yazan Necip Fazıl, komünistlikten gözaltına alınıp bir hafta hapis yattığını öğrense neler yapardı acaba?

Necip Fazıl, Tanpınar’ı ihbar ediyor (1): Siz yazmıştınız öyle ya Hamdi Bey, Necip Fazıl da Yahya Kemal gibi teatral davranışları ve büyük jestlerin insanıydı. Onun Yahya Kemal’den farkı, yaptığı şeylere inanması ve bütün hayatiyetini de onun üzerine kurmasıydı. Büyük Doğu mecmuasında yazdığı yazıya ‘Detektif X’ diye imza atması da bunun bir tarafıydı. Zavallı Necip, bu yazıyı yazdığı günler boyunca hakiki bir dedektif olduğuna kendisine inandırmış, hatta uzun bir pardösü, gösterişli bir pipo ve pertavsız bile almış olabilirdi. Necip Fazıl’ın İstanbul kaldırımlarda böyle bir kılıkta nasıl dolaştığını görmeyi hakikaten çok isterdiniz ancak o sırada Paris’te bulunduğunuz için mümkün değildi bu! Hatırlayacaksınız, sekiz maddelik yazı bir ihbarlar manzumesiydi. Necip Fazıl, sizin mebusluktan ayrılıp Edebiyat Fakültesi’ne girmenize kadar olan zamanda yani İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen sonra komünistlerin tesiri altına düştüğünü iddia ediyordu ve “Sabahattin Eyüboğlu Edebiyat Fakültesi’ne alındıktan sonra, en çok Hamdi Tanpınar üzerinde müessir olmaya çalışmış ve muvaffak da olmuştur” sözlerinin ardından asıl vurucu cümleyi söylüyordu: “İkisi daima beraberdirler.” Hâlbuki Necip Fazıl ne kadar Müslüman ise Sabahattin Eyüboğlu da o kadar komünistti. Memleketin okumuş yazmışları arasında bir pıtrak gibi yayılan ‘solcu’ görünme modasından elbette haberdardınız ama yarın da başka bir şekilde görünmek isteyeceklerini bildiğiniz için heveskârları ciddiye almıyordunuz pek fazla. Zira, içinde yaşadığınız memlekette uzunca bir süredir herhangi bir kimsenin olduğunu iddia ettiği şeye uygun davrandığını görmemiştiniz ki…

Necip Fazıl, Tanpınar’ı ihbar ediyor (2): Devam edelim mi Hamdi Bey? Necip Fazıl, daha sonra sözü Paris seyahatinize getiriyor çünkü ve şunları söylüyor: “1953’te Paris’te bulunduğu sırada, hemen her gün Saint-Michel Bulvarı’ndaki ‘Le Mathieu’ kahvesinde Pertev Naili ile buluşarak saatlerce konuşmuştur ki, buna o zaman Paris’te bulunan bütün Türk talebesi şahadet edebilir. Bilindiği gibi Pertev Naili Boratav, Ankara Dil-Tarih Fakültesi’nden komünistlikten dolayı atılmış bir doçenttir.” Anlaşılan o ki, Necip Fazıl, Pertev Naili Boratav ile saatlerce konuşarak Komünist Manifesto’yu yeniden yazdığınızı yahut ihtilâl bildirisi hazırladığınızı zannediyordu. “Tanpınar Paris’te iken tanınmış, aşikâr Türk komünisti Abidin Dino’nun eşi Güzin Dino’nun evindeki toplantılara muntazaman devam etmiş ve tam ahenk göstermiştir” cümlesini okuyunca ise doğal olarak gülümsemiştiniz değil mi? Artık bu malumatı Necip Fazıl’a kim vermişse, para sıkıntısından neler çektiğinizi söylemeyi ya unutmuş ya da bilerek ihmal etmişti. Dinolara muntazaman devam ettiğiniz yalan değildi. Çünkü Dinolarda içki ve yemek kadar dostluk vardı. Fakat sizi en çok eğlendiren Necip Fazıl’ın yazdığı son cümle olacaktı: “Edebiyat Fakültesi’nde Tanpınar, ilmî ve bediî bir Moskova çeşmesidir.” Besbelli ki, Necip Fazıl her zaman yaptığı gibi üslûptaki güzelliğe kurban gitmiş ve hemen akabinde gelmesi gereken mânâyı ihmal etmişti. Hâlbuki yazdığı cümle üzerinde çok değil iki dakika tefekkür etse, “İlmî ve bediî Moskova çeşmesi” sözlerinin beyhûdeliğini görecek, tersine, kendi davasına hizmetten ziyade eziyet vereceğini de anlayabilecekti. Moskova çeşmesinden ilim akıyorsa şayet, “İlim Çin’de de olsa alınız” diyen bir dine mensup değil miydi Necip Fazıl, yoksa Moskova ayrı mı tutulmuştu? Haklısınız Hamdi Bey, edebiyat tarihlerinde şiirini yapıp da şahsiyetini yapamamış bir insan aransa herhâlde Necip Fazıl’dan daha münasibi bulunamazdı…

edebiyathaber.net (11 Ekim 2021)

Yorum yapın