Öykü: Zavallı hayvanlar | Ali F. Çalışkan

Mayıs 17, 2025

Öykü: Zavallı hayvanlar | Ali F. Çalışkan

“Delirmiş, saldırganlaşmış, acımasız bir toplumu kurtarmak için ümit kalmamıştı artık.”

Ceviz büyüklüğündeki sert dolu taneleri asfalttan hızlıca sekip evsiz adamın ayaklarına ve bacaklarına çarpıyordu. İki gecedir bir çöp kutusunun köşesinde kıvrılıp uyuyordu. Yağış hızlandığında karton parçasını üzerine çekti. İki eliyle de kafasını korumaya çalıştı ama nafile. Dolu taneleri o kadar şiddetli düşüyordu ki karton vücudunu tam anlamıyla korumaya yetmiyordu. Yırtık pırtık ayakkabısının içi su dolmuştu.

Caddedeki cümbüş ise görmeye değerdi. Trafik sıkışmış, arabalar sanki bir yararı olacakmışçasına ardı ardına kornalarını çalıyordu. İnsanlar caddedeki yağmur sularını aşarak dükkanlardaki tentelerin altında toplanmışlardı. Evsiz adam tüm bu koşuşturmayı göremese de kartonun arkasından duyabiliyordu. Yağış yarım saat sonra duruldu. Hava hala buz gibiydi ve gündüz yağışının ardından güneş açmıştı. Cadde pırıl pırıl parlıyordu.

Adam kartonu üzerinden fırlattı. Her zamankinden daha bitkin hissediyordu. Yanına perişan  haldeki bir sokak köpeği yaklaştı ve sırnaşmaya başladı. Eliyle köpeği kovmaya çalıştı ama işe yaramadı. Köpek birkaç dakika boyunca adamın bacağını yaladı. Daha sonra pantolonunun üzerine idrarını yaptı. Adam güçlükle doğrulmayı başardı ve köpeği yanından kovdu. Yağıştan zaten sırılsıklam olmuş elbiseleri artık kesif bir idrar kokusu da yaymaya başlamıştı. Kalabalıklaşan sokaklarda tökezleye tökezleye yürümeye başladı ve kendisine yemek verebilecek bir büfe aramaya koyuldu. İnsanların arasına karıştı. Bazıları yüzlerini ekşiterek, iğrendiklerini belli eden surat ifadesiyle her zamanki gibi ondan kaçıyordu. Fakat, saçı başı birbirine girmiş, sakalları göğsüne kadar uzamış, vücudunda pireler ve bitler zıplayan, çöpten bulduğu delik deşik elbiseleri küf ve idrar kokan bu gariban adamın görünüşü ve yaydığı koku bazılarının da pek umurunda değil gibi görünüyordu. Omzuna kimi zaman çarparak, kimi zaman hafifçe değerek yürüyenlerin ondan iğrenmediklerini düşünüp seviniyordu. Sokakta yürürken kulağına çalınan, kendisiyle ilgili en çok duyduğu cümleler şunlardı;

“Iyy, bu koku ne be?”

“Çocuğum uzaklaş o adamın yanından.”

“Hiç ibret almıyoruz, şükretmiyoruz işte bak ne durumda olanlar var.”

“Kim bilir ne derdi var meczubun?”

“Rabbim bu duruma düşürmesin kimseyi.”

Zavallı adamın aklının yarısı gitmişti belki. Diğer yarısı da kendini meczup olarak görmüyor, hâlâ öz saygısını koruyor, eski saygın kişiliğinin varlığını benliğinde hissedebiliyordu. Ama bu sözleri işittiğinde veya kendisine vebalı bir ucube gibi davranıldığının farkına vardığında her şey paramparça oluyor, gerçeklik o dolu tanelerinin hiddeti kadar acımasız biçimde yüzüne vuruluyordu. Beş yıl önceydi. İflas ettikten sonra işini, meslekteki saygın konumunu, şirketini tamamen kaybetmiş, karısı ve çocukları onu terk etmişti. Oturduğu ev de haciz yüzünden elinden alınınca önce park köşelerine düştü, sonra da alkole vurdu kendisini. İçtikçe içti, hissizleşmeye, acılarını ve kaybettiklerini unutmaya başladı. Bedensel temizliğini ihmal etti. Günlerce yemek yemedi. Alkol alacak parayı bulamayınca dilenmekte çare buldu. Ama artık dilencilikten bile para gelmiyordu kendisine. Belki de eskiden üç beş de olsa önüne koyanlar onun kadar muhtaç duruma düşmüştü artık.

Döner kesen bir büfenin önünde dikildi. Karnı gurulduyordu. Okul çocukları etrafında çılgınlar  gibi çığlık atarak koşuşturmaya, oyun oynamaya başladı. Bir tanesi az daha onu yere deviriyordu, dengesini zor korudu. Artık çocuklar da yetişkinler gibi delirdi diye geçirdi içinden. O sırada dönerci dudak altından “defol git!” gibi bir şeyler mırıldandı.

“Müşterileri rahatsız ediyorsun. Kaybol.” Eliyle uzaklaş hareketi yaptı.

Oradan çaresizce uzaklaşırken ebeveynlerinin bile kontrol etmekte zorlandığı çocukların çığlıkları kulağında çınlıyordu.

Tramvay durağına doğru yürüdü. İki durak sonraki istasyonda durağa yakın caddede bulunan, önceleri önüne yemek koymuş esnaf lokantasına gitmek istiyordu. Biletmatiklerin önünden geçerken iki yolcunun tartıştığını duydu.

“Bomboş iki tane makine duruyor orada kör müsün? Arkamda bekleyeceğine oraya geçsene.”

“Hadi uzatma, laf atıp durma işini çabuk bitir!”

Turnikelerde bekleyen istasyon görevlisi önce geçmesine izin vermedi. Sonra insafa gelerek adamı bavulların geçtiği bölümden içeri aldı. Tramvaya bindiğinde üzerindeki kötü koku tüm vagona yayıldı. Klima çalışmadığı için oturan yolcular bile yerlerinden kalkıp diğer vagona doğru kaçtı. Tüm koltuklar boşalmıştı ve vagon evsiz adama hizmet ediyordu artık. Ayaklarını karşı koltuğa doğru uzatarak yolcuğun tadını çıkardı.

“Nasıl tramvaya binmesine izin veriyorlar böylelerinin…”

Tramvaydan inerken duyduğu en son cümle buydu. Bir an için umursamadı ama sonra kendini tutamayıp gözyaşlarına boğuldu. Tam bu zamanlar için elinde bir şarap şişesi olmalıydı. Rastgele bir tekel bayisine gizlice girip birkaç şişe araklamayı düşündü. Ama bu fikrinden hemen vazgeçti, bu riski göze alamazdı. Esnaf lokantasına varmıştı. Tereddüt ederek kapıyı itti ve içeri girdi. Her zaman önüne iki çeşit yemek koyan ustayla göz göze gelmeye ve isteğini bu şekilde belirtmeye çalıştı. Ama usta bugün çok suratsızdı, hal hareketleri de kabaydı. Mırın kırın etti ve adamı lokantadan kovdu. Üzerine, kapının önüne kediler için koyduğu tastaki suyu fırlattı.

“Bir daha içeri girdiğini, burada dolaştığını görmeyeceğim senin. Kemiklerini kırarım yemin ediyorum.”

Beş yıl boyunca dolaşmadığı sokak, girmediği delik kalmamıştı. Yollar boyunca tüm şehrin deliliğini, pisliğini solumuştu. Ama böylesini ilk defa görüyordu. İnsanların artık tamamen aklını kaçırdığını, saldırganlaştığını, tahammülsüzleştiğini, düpedüz kötücül yaratıklara dönüştüğünü görebiliyordu. Acımasızlardı ve bu durumdan talihsizce hoşnut gibilerdi. Taviz vermiyorlardı. Bu şehir kendisi gibi onları da yiyip bitirmeye, ruhlarını, kalplerini, vicdanlarını sömürmeye başlamıştı çoktan. Büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı içinde lokantanın arka sokağına doğru yürüdü. Bir gece kulübünün yanındaki merdivenin altına çömeldi. Bacakları artık tutmuyor, açlıktan ve susuzluktan ölecek gibi hissediyordu. Dişlerinin ağrısı tekrardan çenesini zonklantmaya başlamıştı. Azı dişlerinin neredeyse tamamı kırılmıştı ve diş eti enfeksiyon kapmıştı. Ağzının içi yara bere ve ufak kistlerle doluydu. Gözlerini kapatıp oracıkta uyumaya çalıştı ama ağrıdan uykuya dalması imkansızdı. Ağrı kesiciye ihtiyacı vardı.

Akşam vakti cadde üzeri tam bir kaos ortamıydı. Polis arabaları vızır vızır geçiyor, sirenleri susmak bilmiyordu. Kimi sivil polisler yoldan geçen tuhaf tipleri kenara çekip kimlik soruyordu. Sorgulamadan kurtulanlar derin bir nefes alıp kendilerini kulübün gürültülü, bol ışık oyunlu ortamına atıyordu. Gece kulübünden yankılanan yüksek baslı kalitesiz tekno müzik evsiz adamın başını ağrıtmıştı. Bir ara kulaklarını kapatıp kendini dinlemeye çalıştı ve açlıktan kulaklarındaki çınlamanın hâlâ susmadığını fark etti. Karnını da üşütmüştü ve altına yapmıştı.

Önüne birkaç kişi bozukluk atmaya başladı ama bugünü kurtarmasına yetmeyecekti. Yoldan geçen başka bir ipsiz sapsız bozuklukları onun önünden çekip cebine doldurdu. İtiraz etmek için doğruldu ama diğer adam epey heybetliydi; yakasından tuttuğu gibi onu oturduğu yere geri itti. Zaten bitkin vücudu kalçasının kaldırım taşıyla sertçe buluşması yüzünden iyice sızlamaya, ağrımaya başladı. Kulüpten çıkan kirli sakallı, mafyavari üç adam kendi aralarında hararetli biçimde tartışıyordu.

“Ulan o sattığın travestiyi de seni de önümde köpek edicem! Etmezsem şerefsizim. Bak buraya yazıyorum!”

Tartışma iyice alevlendi, kavgaya döndü. Yumruklar havada uçuşmaya başladı. Adamların dört beş adım uzağındaki kadınlar kavgayı film izler gibi izleyip gülüyor, fısıldaşıyorlardı. İki bodyguard kulübün içinden Hızır gibi çıkıp kavgayı ayırdı. Kara kuru adamları tuttukları gibi bir o yana bir bu yana savurdular. Adamlar neye uğradığını şaşırdı. Evsiz adam, olan biteni merdiven korkuluklarının arasından baygın gözlerle, büyük bir umursamazlıkla izledi. Adamları ikili üçlü görmeye başlamıştı. Göz kapaklarını açık tutamıyordu. Dişinin ağrısına rağmen uykuya dalmayı başardı. Fakat birkaç saat sonra kulak tırmalayıcı kahkahalar eşliğinde gözlerini açtı. İkisi kadın biri erkek üç kişi elinde bira şişeleriyle kulübün yanındaki, kepenkleri inik giyim mağazasının önünde oturmuş, kendilerinden geçiyorlardı. Ara ara ona bakıp sırıtıyorlardı.

“Hadi içeri geçelim artık Hakan bekliyor bizi. Otele gidecekmişiz, adamlarla buluşucaz.”

Kadınlardan biri evsize doğru, “Sen de gelsene bizimle, takılırız”, dedikten sonra kahkahayı patlattı.

Yanlarındaki genç adam birden cebinden ufak plastik bir poşet çıkardı. İçindeki hapları avucuna döktü; birini ağzına attı, diğerlerini ise arkadaşlarına uzattı.

“Noldu lan ne bakıyosun? Sen de mi istiyosun yoksa.”

“Pislik, bakıp durma öyle. Leş kokulu pislik.”

Üçü de anıra anıra gülmeye başladı. Evsiz, imalı bakışlardan ve hakaretlerden rahatsız oldu ve oradan uzaklaşmak için yerinden doğruldu. Zar zor da olsa yürümeye başladı. Çaktırmadan arkasını kontrol etti. Üç arkadaş dedikleri gibi kulübe girmemişti, bunun yerine onu takip ediyorlardı. Hemen yan sokağa saptı. Burası mekânın ve yanındaki restoranın arka tarafına bakıyordu. Her yer devasa yeşil çöp kutularıyla doluydu. Sokağın lambaları yanmıyordu. Kalabalığın gürültüsünden uzak, sessiz bir yer buldu diye sevindi. Bodrum katındaki bir depoya inen mermer merdivenlerin demirlerine sırtını yaslayıp oturdu. Kafası güzel üç sarhoş sallana sallana ona doğru yürüyordu. Kadınlardan biri topuklu ayakkabının azizliğine uğrayıp tökezledi. Evsizin yerinden kalkacak hali yoktu. Onunla uğraşmayacaklarını umdu ve asla inanmasa da içinden dua etti. Birden genç adam yanında belirdi. Gözlerini otomatik bir robot edasıyla hızlıca açıp kapatıyordu. Elinde sıkıca tuttuğu bira şişesi vardı.

 “Senin bir derdin mi var lan benimle? Hayırdır?”, dedi sağ gözünü kırparak.

“Derdin ne senin oğlum?”

“Ya aşkım buraya neden geldik? Bırak şunu uğraşma, hadi gidelim.”

“O verdiğin şeyden var mı bi tane daha?”

Kadınlardan biri sırtını duvara yaslayarak yere çömeldi. Vücudu titriyordu.

“Ne istiyorsunuz benden? Defolun.”

Uzun zaman sonra ilk defa konuşmuştu evsiz. Ağzından dökülen o birkaç kelimeye kendi bile inanamadı. Yerinden doğrulup bir eliyle merdivenin demirlerine tutundu. Diğer eliyle genç adamı uzaklaştırmak istedi. Genç adam anlık bir refleksle bira şişesini kaldırdığı gibi evsizin kafasına indirdi. Cam şişe paramparça oldu. Kanlar adamın kafasından göz kapaklarına kadar indi. Yalpaladı ve kendinden geçti. Genç adam hızını alamayıp ayağıyla evsizin göğüs boşluğuna sert bir tekme attı. Evsizin vücudu takla atarak merdiven boşluğuna düştü.

“Noldu, bu ses ne? Hadi gidelim şuradan. Ne yapıyosunuz bu herifle?”

“Hahaha, düştü mü leş kokulu pislik?”

“Gebersin.”

Kendilerinden geçmiş üç arkadaş, az önce hiçbir şey olmamışçasına yavaş yavaş, hiç acele etmeden oradan uzaklaşmaya koyuldu. Merdivenin önünde yere yığılan adamın kafasından sızan kanlar yere damlıyordu. Gökyüzü simsiyah ve bulanık görünüyordu. Yıldızlar iç içe geçmişti sanki. Bir yaz akşamı, eşi ve çocuklarıyla birlikte evinin terasında yediği akşam yemeğinin görüntüsü düştü birden zihnine. Ama o kadar anlık, saliseler içine sıkışmış bir görüntüydü ki bu, buharlaşıp uçup gitmesi uzun sürmedi.

edebiyathaber.net (17 Mayıs 2025)

Yorum yapın