
Türkiye birçok haliyle herkesin aynı anda konuştuğu, kimsenin kimseyi dinlemediği ama herkesin herkesle bir ortak noktasının olduğu kalabalık aile masalarına benziyor. Kendi lafımıza önem vermek yerine karşımızdakini dinleyebilme sabrımız olsa belki çok daha fazla ortaklık yakalayabileceğiz ama gürültü hikâyeleri işetmemizi engelliyor. Netice hikâyeler bizi ortak kılıyor, kimliklerimi ise varoluşumuzu niteliyor. Hepimizin birbirimize benzediği bir yer yüzü çekilir dert değil, binlerce aynayla yaşamak gibi bir his…
Mehmet Yaşın’ın 1995 Cevdet Kudret Ödüllü romanı Soydaşınız Balık Burcu, işte tam da bu haleti ruhiyenin peşine düşen bir roman. Geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından yeniden yayımlanan roman, kimlikleri, ulus devlet paradigmasını, savaşları, göçleri şiirsel bir atmosferle irdeliyor. Romana geçmeden önce, bir önceki satırda peşi sıra saydığım kavram setleri üzerine bir şeyler söylemek isterim. Neredeyse 1960’lı yılların sonundan itibaren ulus devlet kavramı sorgulanıyor. 1980’li yıllarda ise küreselleşme rüzgarının da etkisiyle ulus devletin verili tek kimlikli dünya tahayyülü farklı kimliklerin hak talepleriyle kırılır bir hale dönüşmüştü. Sanki sihirli bir sandık içerisine zorla sığdırılmış bir dolu küçük dünya oradan çıkıp etrafa yayılmış gibiydi. Sözünü söyleyebilme konumunu elden eden herkes bir şekilde kendini ifade etmeye başlamış, geçmiş sorgulanır hale gelmişti. Tarih defterinin üzerindeki tozlar bir nefesle uçurulmuş ve esas tarih anlatılmaya başlamıştı. Türkiye de bu dalgadan nasibini almış ve dönemin tartışmaları birçok alanda kendini göstermeye başlamıştı. Netice de imparatorluk bakiyesi bir toplumun parçası olarak her birimiz başka coğrafyalardan, başka kültürlerden, kimliklerden gelmiştik. Bazılarımızın hikâyesi anlatılabilir bazılarımızın ise henüz anlatılmaya hazır değildi.
Soydaşınızın Balık Burcu, anlatılmayan hikâyeleri anlatmaya hazır bir hissiyatla yola çıkmış gibi. Ötekiler, göçmenler, savaş yorgunları ve varoluşunu kimlikler, bayraklar üzerinden değil doğrudan yeryüzü üzerinden kuranların hikâyelerine tanık oluyoruz roman boyunca. Mehmet Yaşın’ın romanı zeminini şiire yasladığı, klasik bir kurgu yerine parçalı, edebiyatın başka alanlarıyla flört etmekten çekinmeyen bir yapıt. Roman bu anlamda iki bölümden oluşuyor bir tarafıyla şenlikli bir karnavalı andıran çok sesli, çok kültürlü bir atmosfer diğer tarafından karnaval sonrası gökyüzünden sahipsiz balonların dolaştığı, yerde konfeti yığınlarının, yarıda bırakılmış dondurma külahların olduğu bambaşka bir dünya. Tıpkı hayat gibi.
Mehmet Yaşın, Soydaşınız Balık Burcu’nda kurduğu çok sesli, çok kültürlü dünyada hikâyelerini dinlediğimiz karakterler de dönemin ruhun uygun olarak kimlikler, bayrakları aşmış dünya ile hemhal olmuş karakterler. Mişel, James, Zeynep, Ulus, Eser… Bazısı film yapım yapımcısı, bazısı ressam, bazısı öykü yazarı adayı. Bohem bir yaşama sahip karakterler varoşularını sınırlarını kimlik ve toprak aidiyetlerine dair derin bir sorgulamaları var diğer yandan da henüz dünyadaki yerlerini tarif edebilmiş değiller. Topraklarına dair yabancılaşma hisleri çok derin. Çok fazla şey düşünüyorlar, çok fazla şeyi değiştirmek istiyorlar. Bu kadar düşünce balonuyla gezmenin siyaseten bir bedeli var, elbette. Türkiye bu konuda bozuk bir saat gibi sürekli tekrar ediyor zaten. Üstelik tüm bu karakterlerin, yaşama ve benliklerine dair arayışları sürüyor. Her biri farklı coğrafyalardan, kimliklerden, geçmişten ve tarihin alt üst olduğu bir andan geliyorlar. Karşılaşmaları da bu anlamda tarihin cilvesi. Ne kadar Türkler, ne kadar Yahudiler kendileri de bilmiyorlar. Ulusal kimliğin de bir oyuncu gibi perfomansa dayandığını, rolün inandırıcılığı ne kadar kuvvetliyse seyircinin de buna o derece inanacaklarının farkındalar. Karadeniz gezisinde bir sokak ötede turist bir sokak sonrasında Türk olabiliyorlar mesela. Etnik kimliğin görünürlüğü rolü ne kadar sahiplendiğinize göre değişir. Dünyadaki sahneler farklı olabilir ama roller ve elimize tutuşturulan tekstler aynı. İşte, bu noktada Mehmet Yaşin, geçmişin ve geleceğin trajedisini aynı yerde buluşturuyor. İsrail, Filistin, Türk, Rum. Düğüm, düğüm olmuş bir geçmişin derin parçaları. Barut kokusu her yerde, birileri itidale çağırıyor top sesleri cümleleri dumanın içine katıyor.
Mehmet Yaşin’in romanı ulus devlet paradigmasının bir hayli sarsıldığı, küreselleşmenin iyimserliğinin hakim olduğu bir dönemde çıkmıştı. Bugün, sınırların, kimliklerin yeniden sınırlarının çizildiği, milliyetçiliğin mahcubiyetle değil gururlar sergilendiği tedirgin edici bir dönemden geçiyoruz. Her benlik önce kendisinden sonra karşısındakinden şüphe ediyor. Hepimiz bir yerlerden gelmişiz, hepimizin ayak izleri farklı coğrafyalardan. Kibrimiz, sıradan gururlarımız geçmişin ve hakikatin önünde. Çok değil bundan birkaç sene önce e-devlet üzerinden soyağacı sorgulanabiliyordu. Yüzlerce yıldır aynı yerde kalıp, yaşayan insan sayısı bir hayli azdı. Herkes başka bir yerden gelmiş çünkü.
Süreyya Berfe’nin bir dizesinde geçiyordu “Göçmen balıkları kıskanmıyoruz, nereye gidersek gidelim aynı dünya…” Öyle, dünya bu kadar işte bir yerde. Okyanusta gezinen balıklarız, ne kadar kendimiz dışında sulara yüzersek o kadar zenginleşiyoruz. Soydaşınız Balık Burcu, şair elinden çıkma, şenlikli ve ulusal sınırlara değil de burçlara inanan bir roman…
edebiyathaber.net (19 Mayıs 2025)