Nasıl bir insan olmak istiyoruz? | Havanur Taflan

Şubat 3, 2024

Nasıl bir insan olmak istiyoruz? | Havanur Taflan

Paris’i yeniden inşa etmek üzere Haussmann’ı getirir Napolyon. Tüm sarayın ve ordunun elbiselerinin değiştirilmesi için de emir verir. Kent inşa edilir, sokaklar aydınlatılır, tekstil sektörü canlanır, terziler çalışmaya başlar. Kent tam bir gösteri alanına dönüşür. Ya bizim yaşadığımız kentler! Kapitalist sistemin ve sermayenin ana merkezi olan… Her köşede kahve kokusu… Tüketim kültürünün nesneleriyle tıklım tıklım dolu, hareket alanının olmadığı… Kent; mekânlar ve nesnelerden oluşan bir biçimdir diyen Henri Lefebvre’yi doğrularcasına şekillenmiş… David Harvey’in deyişiyle post modern yaşam tarzının olduğu şehirlerde yaşıyoruz artık.

Şehirler insan eseriydi ama o şehirlerin öncesiyle sonrasındaki, üstündeki, altındaki,

etrafındaki dünya, uyuyan bir devin düşüydü;

oralarda uyuyup düş gören ezeli ve ebedi tanrının, onun tecellisinin düşüydü.

Lydia Millet

Yaşadığımız her yer kapitalizm şarkısıyla yankılanıyor. Sermaye, sürekli olarak, hayatta kalabilmek için tüketimin zorunlu olduğuna inandırmaya çalışıyor bizi. Değerin meta biçiminden para biçimine dönüşmesine ihtiyacı var çünkü. Kapitalist sistem de yeni ihtiyaçlar yaratarak yardımcı oluyor ona. Ya biz! Meraklı gözlerimizle etrafta salınıp duruyoruz. Doymayan oburlar olarak… Paramız yetmediğinde… Çözümler konusunda çok yaratıcılar… Emeğe ödedikleri ücreti aşağıya çekmeye çalışırken piyasayı canlı tutma ikilemine karşı… Haydi,  çıkarın kredi kartlarınızı! Buyurun size ATM ve kredi kartı kültürü…  Hoşnutsuz bir taraftan da… Homurdanıp duruyoruz Kaf Dağı’nın arkasındaki Dev’e… Sanki onun umurundaymışız gibi… “Ev sahibime kızgınım. Telefonlara uygulanan tüm ekstra ücretler nedeniyle telefon şirketine çok kızgınım. Ekstra ücret koyan bankalara ve kredi kartı şirketlerine çok kızgınım.” Harvey’ e göre bu şikâyetleri yapıyoruz yapmasına da üretim noktasından çok, gerçekleşme noktasına…

Fransız düşünür Henri Lefebvre, kapitalizmin kentlilerden çaldığı kent mekânının ve hakların iadesi talebi için ‘Kent Hakkı’ diye bir kavramı ortaya attı yıllar önce. Daha iyi bir yaşam talebiydi bu… 1960’lı yılların sonunda öğrenci hareketleriyle çalkalanan Paris’in politik atmosferinde geliştirdi bu kavramı Lefebvre. Kentte yaşayan bireylerin yaşamsal, gündelik hayatın tüm veçhelerini kapsayan haklar bunlar. Peki, bu hakları kullanabiliyor muyuz? Bugün kim kullanırsa onun hakkı oluyor diyor Harvey. “Michael Bloomberg ve arkadaşları New York’u yeniden inşa ediyor. 30 bin doların altında kazananlar ise şehrin dışındaki banliyölerden sabah 06:00’da geliyor, şehrin merkezinde gösteri alanındakileri sabah uykularından uyandırmak için şehri hazırlıyor. Bu insanlar tükenmiş, bitmiş durumda. Yolda uyuyorlar. Bu insanlar kenti yaşatıyor ama bunların kent hakkı filan yok.”

Sermayeyi elinde tutanlar alt sınıfların yaşam koşullarını görmezden geliyor ve hiç empati kurmuyorlar. İşte Neoliberal etiğin devreye girdiği yer burası ona göre. “Fakirseniz, benim yaptığım gibi yeteneklerinize yatırım yapmamışsınızdır. Ben en iyi okullara gidiyorum, en iyi eğitimi satın alıyorum. Bu benim hakkım…”   Eeee ya benim hakkım? Bu kentsel yaşamı üreten ben değil miyim? Harvey’e göre şehri kimin kurduğuna ve nasıl kurulduğuna yeterince dikkat etmiyoruz. Bu nasıl bir insan olmak istediğimizle ilgili oysa…

Kapitalizm, nasıl kapitalist toplumsal düzenin yeniden üretimine uygun bir şehir inşa ettiyse,  o zaman bizler de daha eşitlikçi şehirleri neden inşa edemiyoruz? Tüm emek sınıfını gözeten bir yerden… Bunun için öncelikle işçi sınıfını, kentsel yaşamı üreten ve yeniden üreten insanlar olarak yeniden kavramsallaştırılması gerekiyor ona göre. Ve bu insanların tümünü kapsayacak bir proletaryanın da… Artık dünyanın birçok yerinde fabrika emeği ortadan kalkmış durumda. Bu yüzden emeği; şehre hizmet eden tüm güvencesiz ve geçici işçileri içerecek bir biçimde, işçi sınıfı etrafında örgütlemeliyiz.  ”…Yağmurlu bir gün için para biriktirmenize gerek yok. Çünkü ne olursa olsun her zaman temel geliri alacaksınız.” Ne harika değil mi? Ama yaşadığımız gerçeklik bambaşka… Kapitalist sistemin borçla kendine bağladığı güvencesiz mahkûmlarız hepimiz. Vadeli aldığımız evlerde vadeli eşyalarla yaşayan… Bunun için hep çalışmak zorundayız. Oysa temel istek ve arzularımızı(…) yeniden tanımlasak… Tanımlayabilsek… Ve üretim sistemlerini bunları üretmek için harekete geçirebilsek…

Bizler… Şehri üreten ve ayakta tutanlar, şehir üzerinde haklara sahip olanlar… Gücümüzün neden farkında değiliz? Yakın tarihimizde bunun örneği var oysa. Kent hakkını kullananların elimizdeki kamusal alanlara göz diktiklerinde gücümüzü nasıl birleştirebildiğimizin… 

“Biz yüzde 99’uz.”

Tüm hoşnutsuzluklarımızı birleştirip ‘neden’ sorusunu bir sormaya başlasak(başlayabilsek)… Evet, hiç olmadığı kadar bir arada olmaya, konuşmaya ve örgütlenmeye ihtiyacımız var bugün. Eşitsizliği yaratan güçleri eleştirmek… İktidar sahipleri yüzünden sesimizi duyuramadığımızı ve sonuç alma konusunda adaletsiz bir sistemde yaşadığımızı hatırlamak(hatırlatmak) için… Ama bunu nasıl yapacağız? İşte bunu hiç bilmiyorum.

Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?

Kitaplar yalnız kralların adını yazar.

Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?

Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,

kim yapmış Babil’i her seferinde?

Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar

altınlar içinde yüzen Lima’nın?

Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?

Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!

Kimler acaba bu anıtları diken?

Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.

Ama pişiren kimler zafer aşını?

İşte bir sürü olay sana.

Ve bir sürü soru.

Bertolt Brecht

Kaynak:

David Harvey ile Söyleşiler, Çev. Yener Çıracı, Hayalci hücre yayın

https://www.newyorkbuildexpo.com/industry-news/biggest-projects-of-2022-revealed

https://tribunemag.co.uk/2019/01/a-tale-of-three-cities

edebiyathaber.net (3 Şubat 2024)

Yorum yapın