“Kurak Günler” ya da doğruyu özlemek | Feridun Andaç

Ocak 3, 2023

“Kurak Günler” ya da doğruyu özlemek | Feridun Andaç

Boyun eğmeyen bir bakışla büyümek… 

Yaşadığınız toplumun size öğretebileceklerinin içinde sanırım bunu öne almak, üzerinde düşünmek kaçınılmaz!

Eğer sinema erken yaşlarda hayatınıza girmişse, bu bakışı edinmenizde önemli bir eşiktir sizin için. Hayata bakma, insanı anlama biçimlerini öğreten yanını yadsıyamayız, daha birçok şey gibi…

Evet, çocukluktan beri süregelen bir yaşama uğraşıydı bu benim için. Yani sinemayla yol almak, izlerken karşınıza çıkan her bir şeyi okuyup zihninize kazımak… Oradan edinilenlerle hayata ve insana bakmak, kendi yaşama yolunuzun taşlarına döşemek…

Emin Alper’in “Kurak Günler” filmini izlerken o günlerin izlerine döndüm. İçten dışa açılan yolculuklara, edebiyatla sinemanın buluştuğu kıyılara uzandım… Sonra, dönüp bugün yaşadıklarımıza baktım…

***

Şimdi burada, toplumun çözülüp yozlaştığı  bu iklimde doğruyu arayışın peşindeyiz.

“Kurak Günler” filminin  gösterdiği  biraz da bu… Bize hatırlattığı, unutmamamızı istediği… 

Ingmar Bergman, “Yılan Derisi”nde şunları yazıyordu:

“Bayan Vogler doğruyu özlüyor. Her yerde doğruyu aramış, kimi zaman tutunacak -bozulmamış- bir şey bulmuş gibi oluyor. Ancak bastığı  yer ansızın ayaklarının altından kaymış ve gerçek eriyip yok olmuş. En kötü durum ise doğrunun yalana dönüşüvermesi.”

Emin Alper, “Kurak Günler”i tam da  bu düşünce ekseni üzerine kuruyor: “Doğrunun yalana dönüşmesi”, çürüyen/yozlaşan bir toplumdaki çöküntünün nerede/nasıl başladığını göstermesi…

Alper, o büyük resimdeki değişim ve dönüşümü birtakım imgelere, metaforlara yaslanarak anlatıyor. Bir bakıma gerçeğin öte yakasında olup bitenleri gösteriyor.

Taşra gerçeğinden ülke gerçeğine bakış olarak da okunabilecek film; getirdiği eleştirel söylemle can alıcı sorunları yansıtıyor.

Yerel, hatta yöresel görülebilecek bir konuyu öne çıkarılan ana izlekler (obruk, su sorunu, siyasi yozlaşma…) ekseninde dramatik öykü yapısı içerisinde güçlü bir biçimde anlatarak evrensel boyuta taşıyor.

Öyle ki; yönetmen Emin Alper; hikâyesini belirli  izlekler üzerine kurarken, güncel birçok sorunu da çizdiği karakterler üzerinden gündeme taşır.

Dahası ülkede yaşanan siyasal yozlaşmadan, toplumsal çürümeye, doğasal çöküntünün açtığı gedikle gösterilen umarsızlık hali, “yanlış hayatın doğru yaşanamayacağı” gerçeğini filmin başından sonuna kadar gösterip hatırlatması “Kurak Günler”i etkileyici bir film olarak karşımıza çıkarıyor.

Alper, meselesi olan bir sinemacı. Tıpkı Andrey Zvyagintsev sinemasından yansıyan gerçekçi bakış gibi, öncelikle ülkesinin, ülke insanının en temel sorunlarına dönüp bakması anlatımını güçlendiren bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.

Kurduğu sinema dilinin eleştirelliği, bir o kadar da görselliğin tasarlanıp kurgulanışındaki dramatik yapı onun sinemasını özgün kılan en temel öğeler.

Genç bir savcının taşra gerçeğiyle yüzleşmesi onun için “hayat dersi” olduğu kadar, yaşanan toplumsal çürüme ve yozlaşmanın da bir gerçeği olarak karşımıza çıkıyor.

Anlatılan hikâye yer yer Kemal Bilbaşar’ın, Necati Cumalı’nın taşra gerçeğini yansıtan anlatılarını hatırlatsa da; Alper değişenle değişmeyeni, dönüşenle dönüşemeyeni iç içe vermesinde etkili olan bir başka öğe de insan psikolojisini öne çıkarmasıdır. Özellikle savcı Emre’nin karşılaştığı sorunlarla baş edememe halindeki sanrılarının yansıtılma biçimi etkilidir.

Gelinen Yanıklar kasabasının su sorunu, açılan obrukların yansıttığı gerçeklik; bunu yerel siyasetin malzemesi kılan zihniyetin faşizan tavrı, toplumun altbilincini ortaya çıkaran homofobik şiddet, yaban domuzu avı, fare salgını, obruk gerçeğiyle örtüşen alegorik bakış o çürüme ve yozlaşmanın da asıl nerede/nasıl başladığını anlatıyor bize.

Tecavüze uğrayan Pekmez’in dramı odak alınan bir mesele olarak karşımıza çıksa da; bunu var eden iklimin gerçeğini birçok yönüyle ele alması; özlenen “doğru”nun adaletin olmadığı yerde bir hiçlik anıtı gibi insanların yaşantısının çok ötesinde durması filmin alegorik yanını oluşturuyor.

Savcı Emre’nin “toy”luğu, oyuna gelmesi gene de ondaki vicdan/adalet duygusunu gölgeleyemiyor.

Emin Alper, bize, başlayan süren ve biten bir hikâye anlatmıyor. Toplumda yaşanan, tıpkı obrukların açtığı gedikler gibi, çöküşü gösteriyor. Toplumsal aymazlık nerede/nasıl başlıyor ve sürüyor… Zaman zaman Haneke’nin izleklerini de çağrıştıran öğeler, kendi toplum-insan gerçeğine bakarken nerede/nasıl biçimleniyor sorusuyla karşımıza çıkıyor.

Dışta ve içte olanı göstermesi, yaşanan çöküşteki boşluk, giderek umarsız kalışların açmazı, toplumsal şiddet, bireyin sıkışıp kalmışlığı…

Arzunun şiddete, yalanın yağmaya, öfkenin yenilgiye, başkaldırının kaçışa dönüştüğü bir arena/kasaba gerçeğinden söz eder bize.

Gazeteci Murat’ın Emre’ye yakınlığı ise şiddetin ve yalanın yarattığı kabusun sığınağıdır bir bakıma. Bunu homofobik bir ilişki gibi algılamak ya da öyle göstermek yerine; kasabanın yaban bakışının yanılsaması gibi okumak sanki daha doğru!

Emin Alper hem siyasal söylemini, hem insani boyutunu, hem de toplumsal eleştirisini dengeli biçimde filmine yansıtmış. Yakaladığı/gösterdiği metaforlar ise yaratıcılığının örtüştürdüğü alegoridir filmde.

Özellikle altı çizilesi obruk teması, yaban domuzu avı/sürüsü, fareler ve zehir…

Her türlü çürümenin ve yozlaşmanın yaşandığı bir toplumda “olağan” gibi görünenlerin ne denli yıkıcı olduğunu göstermesi onun sinemasının başarısıdır.

Bu yanıyla da Emin Alper’in kurduğu sinema dilinde yer yer Ingmar Bergman’ın simgesel/özyaşamsal öğeleri hissetmemiz gelecekte hangi hikâyeleri bize nasıl anlatabileceğinin de ipuçlarını veriyor demeliyim. Yani, tıpkı Zvyagintsev gibi, Rusya alegorisini yansıtan bakışla; Türkiye alegorisini her boyutuyla  içeren bir sinema yolu olduğunu simgeleyen usta işi bir film olarak karşılıyorum “Kurak Günler”i.

Kuşkusuz  bir “suç ve ceza” öyküsünü izlemiyoruz. Ama ucu “linç” ve “öfke”ye, şiddet ve arzuya, günah keçisi olma haline dönüşen bir kasaba/taşra kroniğidir anlatılan. Adeta William Faulkner anlatı evreninin duygularını/duyarlığını taşıyan bir öyküyle yapıyor bunu da, Alper.

Bugünün Türkiyesi’nden insan/olay/çürüme manzaraları…

Her şeye rağmen yozlaşan, çürüyen, hayatın her alanında açılan obruklar karşısında başkaldırının neden gerekli/zorunlu olduğunu bize bir kez daha hatırlatması, doğruyu özletmesi bakımından “Kurak Günler”i izlemek size de umut aşısı gibi gelebilir sevgili okurum.

edebiyathaber.net (3 Ocak 2023)

Yorum yapın