Anlatmak ama neden?  | Havanur Taflan

Ocak 24, 2023

Anlatmak ama neden?  | Havanur Taflan

Ne tür bir yaratık hayatını kelimelere dönüştürür?
Neyin nesidir bu kefaret?
Oysaki bu tarz kelimeleri yazarken, yaşıyorum.

Adrienne Rich

Çok fazla görüntüye ve bilgiye sahip olduğumuz bu gürültü çağında, kendi yaşantımızın ördüğü gerçekliklerle dolanıp duruyoruz. Birilerinin bizi duyacağını umut ederek… Öteki seslerin duyulabileceği umuduyla hikâyeler anlatıyoruz. Aklın ve ruhun yolculuğundan söz edip bu dünyada nasıl yaşanabileceğini öğrenmek için. Söyleyebildiklerimiz… Belki geri kalanın acısını azaltacak… Ama her anlatışta delikler bırakıyoruz hikâyede… Bir seferde anlatılamayacak, kelimelere dökülemeyecek kadar zor olduğundan… Ya da bizi anlasınlar istiyoruz her şeyi anlatmadan…Kendimizi anlatmanın bir türlü bulamadığımız o dilini arıyoruz sürekli. Farklı dillerde, farklı ağızlarda… Tomris Uyar’ın; “dünyada ne kadar anlatım biçimi varsa hepsini bir bir öğrenmek ve denemek, sonra da bozmak istiyorum demesi gibi.

Dış dünyaya kurmuş egemenliğini zaman… Biz ise başımıza(iç dünyada)  gelen her şeyi gerçekleştiği anda yaşıyoruz. Doğrusal olmayan benliğimiz ne zaman sorusuyla ilgilenmiyor hiç. “Niçin, hangi sebepten” sorularını soruyor bize. Oysa hem bir içi hem de bir dışı var yaşamın. Zaman, rahimden mezara doğru hızla giden bir ok… Ama hayat… Bir oktan fazlası… Zamanı yavaşlatamayız, diyen Marvell’ın aksine onu yakalayabileceğimize inanıyor JeanetteWinterson. Zamanı durdurmak yerine doyasıya ve becerebildiğimiz kadar coşkulu yaşamaya… Ya olduğumuz kişi? Kaçınılmaz gerçekliğimiz… Tıpkı evrendeki bütün gezegenler içinde bir tek mavi gezegenin, Dünya dediğimiz gezegenin, bize yuva olması gibi. Adaletsiz, bilinmez, bu denetim dışı yerde debelenip dururken çıkış yolları arıyoruz bir taraftan da. Yaralanmak; insan olmanın yolu, yaşamın anahtarı bizim için. Tüm yaşanmışlıklarımız, tercihlerimiz… Ya hayatın bizim dışımızda yaptığı planları… İşte onları göstermek istiyor yazar, kurmacanın içine sıkıştırdığı kurgu olarak görmeyi tercih ettiği kendi gerçekliğiyle…“Yaşamı süsleyen değil onu infilak ettiren kurguyla karşılaştığımızda işte o zaman özgürleşiriz.”

Din otoritesini ve toplumsal normları reddederek terk ediyor yaşadığı kasabayı Winterson. Makinenin başarabileceği her şeyin olduğu ve karşılığında insani bedelin ödendiği yer burası. Marx’ın İşçi sınıfının yaşamının acımasız o gerçekliğini gösterdiği… Yığınları üreten bu sistemden kaçmanın tek bir yolu var, o da bireysellik. Tam bir çelişki bu… Bir arada yaşayan insan topluluğuna (topluma) ne gerek var o zaman? Fabrika kapılarındaki o yığınlardan biri olmak istemeyen evlatlık verilmiş bir çocuğun, şimdilerde olgun yaşlarda geriye saran hayatını anlatıyor bize. Kurmacayla kol kola girmiş bir otobiyografi bu anlatı… Ona göre küreselleşme uleması ne derse desin, doğduğumuz o yer o yerin tarihi, tarihinin sizinle nasıl eşleştiği kim olduğunuza damgasını vuruyor. Evlatlık alınan küçük bir kızın çelişkilerle dolu bir yaşamı onunki. On altısında evden ayrılan ve yoluna çıkan duvarları havaya uçuran, geriye bakmayan, bir yazar olarak ünlenen, ufak tefek sinir krizleri geçiren ama her seferinde yola devam etmeyi başarmış bir kadın var karşımızda. Yitirdiği anne ve yeni bulduğu biyolojik annesiyle iki kez doğmuş… Fakat ona göre bu iki kez doğmak sadece yaşamakla ilgili değil yaşamı seçmekle ilintili. Yaşamı seçmek, hem de tüm o kaosuyla… Yanlış yola sapan Getrude’nin Alice B.Toklas’ın haritaya bakıp onu uyarmasına rağmen arabayı sürmesi gibi… “Yanlış veya doğru, yol bu, biz de bu yoldayız.”

Çocukken değiştirmeyeceğimiz şeylerin sayısı o kadar fazla ki… Büyümek gerçekten çok zor… Büyümek, diyor yazar, hem genişlemeyi hem de büzüşmeyi içeriyor. Bu nedenle bazı kısımlarımız gelişip serpilirken diğerlerini gözden çıkarmayı bilmek gerekiyor. Her birimiz kendi dünyamıza uymayan yanlış bedenlerde yaşıyoruz zaten. Hayatımıza dâhil ettiğimiz o kadar çerçöp var ki… Bir o kadar da özgür bırakamadığımız travmalarımız… Keşke Sinbad’ın cini gibi yeniden şişeye hapsedebilsek hepsini…     “Geçmişi yaşıyor, geleceği keşfediyorum. Dickens kitaplarındaki gibi büyüdüm, gerçek ailelerin aile rolüne soyunanlar olduğu, insanların derin sevgi bağlarıyla ve zamanın sürekliliğiyle aileniz olup çıktığı romanlardaki gibi.”          

Mutlu sonlar… Hayattaki duraklamalar sadece… Üç finali var yaşamın; intikam, trajedi, bağışlama… İntikam ve trajedi gerçekleşiyor gerçekleşmesine de… Ama bağışlama… İşte onu başardığımızda… Geçmişe olan borcumuzu ödeyip geleceğin önündeki engelleri kaldırabiliriz. Ama hiç kolay değil bu… Dünyada görebildiklerimiz evrenin sadece bir kesiti… Ya evreni omuzunda taşıyan Atlas’ın gördükleri? Bulunduğumuz yer, yazarın deyimiyle haritadaki ilk koordinatımız… Oradan çıkıp dolaşmak, dünyayı, kendimizi keşfetmek… Anlaşılmak… Tüm o sesini susturamadığımız hikâyelerimizle… Duygu borsasında değiş tokuş etmeden, eklemeden anlatabilmek… Dünyayı deşifre edip tüm hiyerarşileri alt üst edebilmek… Biz insanız, sevmeye eğilimliyiz. Ama nasıl sevileceğimizin öğretilmesi gerekiyor bize. Bunun için birbirimize yardım etmek zorundayız. Dengemizi sağlamak, yol göstermek, düşüncede kucaklaşıp kaldırmak için…

Hikâye sizseniz, hikâyeyi değiştirebilirsiniz. 

 Korkaklıkla veya cesaretle olay yerine bir bıçak, bir kamera ve içinde isimlerimizin geçmediği bir mitler kitabı yazan tüm o yazarlar… Onlarla yol bulmaya çalışan bizler… Geçmişin acılarında birleşmek yaralarımızı sarmaktan başka bir şey istemiyoruz oysa. Mavi Sakal masalındaki gibi açmamamız gereken o kapıyı açsak da. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas gibi yorgunluktan bitap düşsek de… Sonra soruyoruz kendimize; ‘Bu dünyanın neresindeyiz?’ Ya da Edward Said gibi; ‘Daha basit bir geçmişimiz olamaz mıydı?’ diye.

“Ortada tılsım falan yok Atlas. Ağacı olduğu gibi göremedin. Dünyanın değişkenliğini görmedin.

Bütün bu geçmiş sana ait, bütün bu gelecek senin, bugün de. Farklı bir seçim yapabilirdin.”*

Gökyüzü karar verse de her şeye…  Fırtına çıktığında elimizden kepenkleri kapatmaktan başka bir şey gelmediğini bilsek de… Yönünü çevirebiliriz rüzgârın… Sonra bakıp gökyüzünün o maviliğine… Güzel hikâyeler anlatabiliriz birbirimize… Tekrar tekrar… 

Bana bir hikâye anlat Gümüş.

Ne hikâyesi?

Nasıl karşılaştığımızın hikâyesini…**

Kaynak:

https://www.brainpickings.org/2014/07/21/jeanette-winterson-elinor-wachtel-interview/

(*Yazarın Atlas’ın Yükü kitabından)

(**Fener Bekçisi hikâyesindeki kahramanı Gümüş)

Jeanette Winterson, Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın, Sel Yayıncılık, Çev. Püren Özgören

edebiyathaber.net (24 Ocak 2023)

Yorum yapın