Dolapdere: Kürt Kediler, Çingene Kelebekler

Mayıs 13, 2012

Dolapdere: Kürt Kediler, Çingene Kelebekler

Mine Söğüt’ün kitabında Dolapdere; ‘İstanbul’un herhangi bir semti’. ‘İstanbul’un kalbinde saklanan muhteşem bir cehennem. Ve ateşi o kadar küstah ki kendinden olmayanı ne ısıtıyor ne yakıyor’.
 
Dolapdere; Kürt ağıtının Çingene ağıtını, Çingene cümbüşünün Kürt tililisini yendiği yer burası.  
 
‘“Kendi”ne ait olanla “bize”e ait olanın kesişmediği’, göçün bir diğer anlam taşıdığı fakir insan uygarlığı.
 
İnsanları,  ‘Kadim Kast sistemi’ içinde doğan dünyanın 72 Ulusunun en alt boyunu oluşturan insancıkları… Onlar, geceleri yan yana uyumamak için gündüzleri yan yana yaşanacak olan her şeyi yaşayıp bunu yenen kentin muavinleri. Karınaçlığına Yaşayan Muavinler.
 
Onlar, Kaderleri  ‘fareler tarafından kemirilmiş, delik deşik edilmiş’, ‘Bermuda Şeytan Üçgenin tam ortasında alev alev’ yanma daveti alan mahallenin ‘çığlıkları müzik, tüm inlemeleri nağme’ insanlar.
 
‘Sayfası hiç koparılmayan bir takvime mahkûm olmuş’, bu İstanbul’un göbeği kesilmemiş Dolapdere’sine, doğarken göbek bağı ile bağlı olmayan ama bağlanan insanları, insancıkları…
 
Neşe ve umudun ‘yakın bir zamana kadar yoksulluktan bir adım önde’ olduğu burada, her şey tepetaklak.
 
Dolapdere, ‘Küçüktür; ama bir dünyadır’ bu bağlamda.
 
Kitapta ‘yetmiş iki milletin adam olamamış, dikiş tutturamamışları, gelmiş oraya sığınmış’ olan insanları olduğunu söyleyen Yaşar Kemal’in sesini de duyarız.
 
Adı konmuş ya da konmamış, ‘uzun ve vahşi savaşların rüzgârları yüzünden doğdukları yerlerden kaçıp buraya sığınan’ insanların, kara gün ve gecelerden kalma nefeslerini, bazen bir ruh bazen de bir tarihsel anı olarak dolaşırken buluruz burada, bu kitapta.
 
Aynı bakkala giden, aynı veya farklı şeyler alan, birbirlerinin kaderlerinden habersiz ama kaderlerinin birbirleri kadar kötü olduğunu bilen, belki de sırf bu yüzden birbirlerine hiçbir şey sormayan insanlar… Dolapdereliler.
 
Bunları içinde uyutan Dolapdere, kısacası ‘bir insan mahşeridir, doğudan, batıda, güneyden, kuzeyden ipini koparan soluğunu burada almıştır’.
 
‘Artık derelerinden eser kalmamış’, ‘şehrin en renkli cinayetleri’ni, ‘en renkli aşklarını’ içinde bulunduran Dolapdere, yazarın ilk defa seksenli yıllarda bulunması esnasında onun zihninde yaptığı etkinin, ilk başta günlüğü düşürülen kısa bir nottan giderek kendini sıyıran, büyüyen ve kocaman bir anıya dönüşen bir yarılma… Ve bu yarılmanın peşine düşen bir anlatıcı…
 
Kürt Kediler Çingene Kelebekler, Dolapdere ve Hayalet Mektup olmak üzere üç parçadan oluşan 112 sayfalık bu yapıt, İstanbul’un kırk semti, kırk yazar tarafından ele alınması projesi dolayısıyla yazılmış. Mine Söğüt’e Dolapdere kalmış kala kala. Ya da özel istekte bulunmuş! Olayları, durumları, çalkantıları birinci tekil şahıs olan Ben’in ağzından öğreniyoruz. Her ne kadar bu ben üç ayrı bene dönüşse de…
 
Kürt Kediler Çingene Kelebekler kitabın birinci paçasını oluşturuyor. 
 
Bu parçada Kürtler ve Çingeneler arasında yapayalnız yaşayan, Madam olarak bilinen anlatıcı ağzıyla anlatılır. Madam; kendi dilinden hiç anlamayan o insanların kendisini hiçbir zaman anlamayacağını da bilen, öldüğü zaman kendisinden geride kalacak o evin, kendisini anlamayacak olanlara kalacağı korkusunun ölüm korkusundan üstün geldiği o evde, kendisi ile birlikte evi tutuşturmayı bilincinde canlandıran bir yalnız insan…
 
Bu parçada, bir Kürt kedi olur, bir kedi kelebek. Yine çingene de öyle. Bütün bunlar Madam’ın zihninde. 
 
Bu iki toplum, bu iki toplumdan olmayanların zihninde yaratılmış olan o tanımlarla tanımlanır bu parçada. Ya da tanımlandığı zannedilir. Biri çok olan, akın akın gelen, öbürü hesapsız kitapsız bir yaşam süren topluluk…
 
İkinci parça ise “Dolapdere” adındadır. Kendisine de alt başlıklar oluşturan bir başlık. 
 
Bu parça bir gezerin, bir seyyahın gözüyle görülmüş ve yine aynı seyyahın ağzıyla anlatılmış. Kokusundan, tadından, görünüşünden bir şeyin içini anlayan, hemen tanımlayan bir seyyah. Hem iyi bir gözcü, hem iyi bir kalp okuyucusu. Ve de bir geçmiş bilimcisi. Ruhun yırtılmalarına bazen ufak bazen de derin derin okumalarla değinen bir seyyah. Doktor. 
 
Dolapdere’de geçen gezilerinde gördüğünü, konuştuklarını, konuşamadıklarını, araştırmaları sırasında bulduklarını serpiştirir bu bölüme. 
Bu parçanın ilk alt başlığı “Dolapdere ve ben”dir.
 
Bu alt başlık altına anlatıcı, Dolapdere ile tanışmasına değinir. İlk başta neler hissettiklerini anlatır.
 
“Burası Dolapdere” ise, Dolapdere’yi, insanlarını, insanların itilmişliklerinin tablosunu çizer kelimeleriyle.
 
Mahallenin eski adına ve geçmişine dayandığı kısım ise “Mahallenin makûs tarihi”dir. Dolapdere’de yaşanan bir cinayeti gazeteden ve ansiklopedi’den yaptığı anlatılarla ele aldığı kısım Dolapdere Cinayeti’dir. Dolapdere Cinayeti alt başlığında kullanılan her iki kelimeyi diğer alt başlıklardan farklı olarak ilk harfini büyük yazar anlatıcı. Bir başka yerden aldığını gözümüze sokmak içindir belki de bu.
 
İstanbul’un baştanbaşa ‘eski uygarlığın çöplüğü’ olduğunu öğreniyoruz “Kadife abla”dan.  Ziba sokağını. 
 

‘Allah’a inanan ama Allah’ın korumadığı insanları’.
 
Güzelliğin bir ateş olup buraya sürüklediği ‘çaresiz’ kızları…
 
Ya “Yaşıtım Hevida”. Ne yok ki burada. ‘Kimsenin sevmediği hem içleri hem dışları kalabalık’ olan ve buraya en son yolu düşen Kürtler.
‘İlk gidenlerin artığı metruk binalara’ yerleştirilmek zorunda bırakılan Kürtler. Sürgünler, zorunlu göçler ve ölümlerle gelen Kürtler. Tamamen çöplük olan İstanbul’a yolu en son düşenler. Her şeyin fazlasıyla bulunduğu Kürtlerde yoksulluk da boldur.
 
Her şeye rağmen, umut eden sabreden Kürtlerin Sabır anlamına gelen bir Kadını.  Hevida. Hêvîda’nın her şeyi gibi, habersiz olduğu yazı dilindeki isminin şapkalarını da kaybeden sabırlı bir Kürt kadını.
 
Hevida’dan sonra bir kadın daha vardır. Bir çocuk anne. “Nur yüzlü Mersiye”.  ‘Kadın olmanın ve hedef tahtasının hep ama hep ortasında durmanın, kadim bir günahkârlığının ağır tedirginliği’ni, iliğin en açılmamış, keşfedilmemiş, dokunulmamış, DNA’sı çözülmemiş bir halde, bir sır gibi kendisinde saklanan Mersiye.
 
Ya “Ruandalı Gaspard”a ne demeli? Es mi geçmeli?
 
Belki adı bile konmamışken, çıbıldak iken hayata karşı, bütün yükünü erken taşımaya zorlanan, ailesini kaybeden bir çocuk.
 
‘Hayatta kalmak yaşamakla bir tutulma’masını en iyi bilenlerdir biri. Gaspard. Kimliksiz, dilsiz, ülkesizlerin yarasından sızan “biri.
 
“Garbis Usta’nın otomobilleri ile 
Faça Mesut’un bujileri”
‘yaşadığı kümeste bileklerini kesmiş 12 yaşındaki bir tinerci çocuk (Faça Mesut, T.Ç) için elinden hiçbir şey gelmez’ o bir zamanların en iyi motor ustası Garbis usta. ‘ Sıradan hikâyeler barınamaz’ denilen Dolapdere’ye en uygun kaçanlardan ikisi.
 
“Allah’a yakın, Allah’tan uzak”
 
‘Yanan bir kilise. Çanı yok. Cemaati üzgün’. Bu kilise Allah’a yakın Allah’tan uzak olan nicelerin yaşadığı Dolapdere’nin yalnızlığını daha çok derinleştiren, kendisinin yalnızlığıdır. Bu mahallenin ‘riskli ve yarını meçhul insanlar’ı…
 
‘Kendini tekrarlaya tekrarlaya çoğalan kimi köhne kimi modern bir sürü iş yeri’nin listesi verildiği “Cahil mahallenin üniversitesi” bölümünde yazar aynı zamanda ellili yılların maddi varlıkların listesinde veriyor.
 
Bir de zenginlerin okuduğu bir üniversite sığmış bu mahalleye.  Onların hiç okumayacak olan o üniversitede her gün yeni araştırmalar yapılıyor onlar üzerine, onlardan habersiz…
 
Üç pazarlı Dolapdere’de üç pazarın pazarcıları, müşterileri… Renk renk insancıkları… 
 
‘Geri kalmış fakir ülkelerde futbol genç erkekler için bir peri masalıdır’ cümlesi “Futbolcu olma hayali” başlığı her şeyi bir cümlede anlatmaya yeterli.
“Artık yoklar” ve “Hala varlar” listesi.
 
Bu listede ‘ne ararsanız yok, ne ararsanız var’ işte. 
 
Üçüncü parça
 
Hayalet Mektup
 
Onu tanıyan, ailesini bilen, küçüklüğünü, okulunu, annesiyle babasının gençliğini, babasının ölümü dahil birçok şeyi bilen, ‘İnsan mı şehri  biçimlendirir, şehir mi insanı?’ bilmecesini çözen Mine’nin gençliğini bile ona anlatan bir mektup. Mektup sen diye anlatır her şeyi, samimi bir dil kullanır alıcıya karşı. Sanki bir yaşamı birlikte geçirmişler gibi. Ve küçük ayrılmalar hariç öyle… 
Peki kim bu gönderici?
 
Takyedin Çiftsüren (13 Mayıs 2012)

Yorum yapın