Bonnie Garmus’tan hayat dersleri | Berrin Yelkenbiçer

Temmuz 31, 2023

Bonnie Garmus’tan hayat dersleri | Berrin Yelkenbiçer

Orijinal adı Lessons in Chemistry olup belki Kimya Dersleri ya da Kimyanın Öğretileri diye çevrilebilecekken Bir Kimya Meselesi adının verilmesi bence kitabın içeriğine çok daha uygun olmuş. Yabancı bir dildeki hikâyenin çoğu satırına sızmış incecik mizahın bizim dilimizde bu denli başarıyla verilebilmesi, çevirmen Filiz Sarıalioğlu’nun başarısı olsa gerek.

Amerikalı yazar Bonnie Garmus’un ilk romanı Bir Kimya Meselesi, 2022’de yayımlanmış ve kısa sürede kırktan fazla dile çevrilmiş. Diğer dillerdeki çevirileri nasıldır bilemiyoruz ama 2023 Haziran ayında, okuma hazzını arttıran şahane bir çeviriyle Türkiye’deki okurlarla buluşmuş.

1950’li yılların sonuyla 1960’ların başında Kaliforniya’da geçen hikâyede müthiş bir kadın karakter var. Elizabeth Zott son derece zeki, çok çalışkan ve dürüst, lafını hiç esirgemeyen, bir bilim insanı olduğunu ısrarla vurgulayan, kimyager olarak çalışabilmek için elinden gelen yapan ve 50’li yılların tutucu Amerika’sında hiç makbul kabul edilmeyen, her türlü engelle karşılaştığı halde yılmayıp doğru bildiği yoldan giden bir kadın.

Katharine Hepburn gibi pantolon giyen, sekiz kişilik erkek takımında kürek çeken, “Biz ruh ikiziyiz” diyecek kadar çok âşık olup aşkını uluorta yaşayan, evlenmeden çocuk doğuran, dinle bilimin çelişki ve çatışması üzerine konuşmaktan çekinmeyen, ateist olduğunu saklamayan, insanların da aslında hayvan olduğunu, bütün canlıların DNA’larının yüzde doksan dokuz nokta dokuz oranında aynı olduğunu söyleyip duran bu sıra dışı kadın, önüne çıkarılan bütün engellere, arkasından çevrilen dolaplara, ortalığa yayılan dedikodulara, hatta canına kastedilmesine rağmen hep doğru bildiği ve inandığı şeyi yapıyor, yani işine bakıyor.  

“Kötü bir durumla başa çıkmanın en iyi yolu, onu tersine çevirmektir, onu bir güç olarak kullanmak, o kötü şeyin seni tanımlamasına izin vermemektir” diyerek ayakta kalıp hiç eğilmiyor.

Bir televizyon programında sunduğu yemek programı Altıda Akşam Yemeği’ni hem şölene hem de kadınları ayağa kaldırıp kendi hikâyelerini yazmaya teşvik eden bir hayat dersine çeviriyor. Öyle ki hiç istemediği bir şekilde de olsa Life dergisine kapak oluyor. Başkan yardımcısı Lyndon Johnson bile programı seyrediyor.

Kameraya bakıp “Hiç kimsenin sizi cinsiyet, ırk, ekonomik durum ve din gibi işe yaramaz kategorilerine sıkıştırmak gibi bir hakkı yok, yeteneklerinizin kış uykusuna yatmasına izin vermeyin, hanımlar” dediğinde hem televizyon stüdyosu hem de ülkenin dört bir yanı karışıyor. 

Elizabeth, kadınların “daha az” olduğu fikri üzerine kurulu ataerkil topluma, erkeklerin işe gidip önemli işler yapması -gezegenler keşfetmesi, ürünler geliştirmesi, kanunlar koyması-kadınlarınsa evde oturup çocuk büyütmesi gerektiğine inanan topluma kin tutuyor.

“Erkekler de kadınlar da insandır” diyor, “ve insanlar olarak hepimiz yetiştirilme tarzımızın ürünü, yavaş eğitim sistemlerimizin kurbanı ve kendi davranışlarımızın sorumlusuyuz. Kısacası kadınların erkeklerden düşük görülmesi de erkeklerin kadınlardan üstün sayılması da biyolojik değil, kültürel. Ve tüm bunlar iki kelimeyle başlıyor: pembe ve mavi. Sonra da her şey çığ gibi büyüyerek kontrolden çıkıyor.”

Kendisiyle röportaj yapan Life muhabirine “Bence din bize hiçbir şeyin aslında bizim suçumuz olmadığını, iplerin başka bir şeyin ya da birinin elinde olduğunu, bu sebeple gidişattan sorumlu olmadığımızı ve bir şeyleri iyileştirmek için dua etmemiz gerektiğini öğretiyor. Oysa dünyadaki kötülükte epey payımız var. Bu durumu düzeltecek güzümüz de var” demekten hiç çekinmiyor.

Nobel’e üç kez aday olmuş bilim insanı sevgilisi Calvin, köpeği Altı Buçuk ve kızı Madeline ya da dönemin ünlü mizah dergisiyle aynı adı taşıyan Mad’le çoğu kişinin anlayamayıp tuhaf bulduğu bir sevgi ilişkisi yaşıyor.

Anneliği başlarda “çalışmadığı bir sınava her gün giriyormuş” gibi tanımlasa da kızına ve köpeğine Proust okuyup kayıp zamanın izini sürüyor.

Bonnie Garmus romanın ortaya çıkış hikâyesini şöyle anlatmış:

“Kötü bir ruh halindeydim. Romanı yazmaya yaklaşık yedi yıl önce başladım. Bir toplantıdan yeni çıkmış, karşılaştığım ve alışık olduğum cinsiyetçi yaklaşımdan rahatsız olmuştum. Bir gün işimin başına geçtiğimde benimle birlikte bir kişi daha olduğunu fark ettim, adı Elizabeth Zott’du, ‘Kötü bir gün geçirdiğini mi düşünüyorsun?’ dedi, ‘Bir de şunu dinle.’ Kendinden emindi; cinsiyetçilik, ırkçılık, din, toplum ve hepsinin ötesinde değişim ve değişimi gerçekleştirecek cesareti bulmakla ilgili söyleyecekleri vardı. Ayrıca kitabı annemin yaşadığı dönemde kurguladım çünkü sıradan ev kadınları olarak görülüp göz ardı edilen bir kadın kuşağını onurlandırmak istedim.” (Oksijen Gazetesi 30 Haziran)

Ellili yıllarda geçen satırları günümüzde okuyup kadınların hâlâ benzer kalıplara sığdırılmaya daha da fenası rızası dışında hapsedilmeye çalışıldığını, hatta bazı coğrafyalarda işin şiddete döküldüğünü, geçen onca zamana rağmen sadece bir arpa boyu yol alındığını görmek insana acı veriyor.

Çok üzerine gidildiğinde, kibriti çaktıklarında Jeanne d’Arc nasıl görünüyorsa öyle görünüp ayağa kalkan ve önce kendi aklını kullanmakta ısrar eden bu kadın karakter, edebiyatın günümüz kadın ve erkek okurlarına sunduğu bir zenginlik, üçüncü gözleri dürten ince bir çomak olacaktır.

Romanı feminist bir söylem olarak nitelendirmek hem içeriğine haksızlık olur hem de kadın haklarının dile gelmesiyle koşut olarak ortaya çıkan tatsız bir antipatiye, mesnetsiz karşı duruşa yol açabilir.

Bu nedenle Elizabeth’in kendisini “hümanist” olarak tanımlamasını tüm romana yayalım ve bu evrensel kadın hikâyesinin her cinsten okurunun bol olmasını dileyelim.

Dizi uyarlamasının da Ekim ayında yayına gireceğini son söz olarak şuraya bırakalım.

edebiyathaber.net (31 Temmuz 2023)

“Bonnie Garmus’tan hayat dersleri | Berrin Yelkenbiçer” üzerine bir yorum

Yorum yapın