Bir hekim yazarın gözünden ruhlarımızı terörize eden şu Pandemi | Soner Can

Şubat 23, 2023

Bir hekim yazarın gözünden ruhlarımızı terörize eden şu Pandemi | Soner Can

“Yazma tutkumun kökeninde
(…) tek bir mesele var:
Hastalık ve bu netameli meselenin
yanı başında duran ölüm,
ölümün yarattığı duygular…” 

M.S.

Kurduğu korku ve dehşet egemenliği ile bize hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, iki yıl boyunca -ki, belki o süreç hâlâ sonlanmamıştır- hayatımızla kurduğumuz kendiliğinden ve dolaysız ilişkinin köküne kibrit suyu serpen pandemi, elbet gün gelecek edebiyatçıların da ilgi alanına girecekti. 

Eleştiri yazıları, Yaşar Kemal biyografisi ve incelikli öyküleriyle tanıdığımız, aynı zamanda yoğun bakım uzmanı bir hekim olan Meral Saklıyan, o süreçte yaşadıklarını Bana Yaklaşma adlı kitabında anlattı. 

Saklıyan’ın çalışması, içerdiği yoğun kişiselliğiyle ânı, dönüştürülmüş olayları, hayali kahramanları da barındırması sebebiyle kurgu, içerdiği somut bilgileri, sürece tuttuğu güçlü ışığıyla bir tutanak özelliği taşıyor. 

Konunun pandemi ve olayların, konunun doğası gereği öncelikle bir hekim olan yazar tarafından aktarılması sizi aldatmasın. Bana Yaklaşma, yazım tekniği, konuları ele alış biçimi ve yüreklere dokunan üslubuyla gerçek bir edebi ürün. Biraz tumturaklı bir biçimde ifade edersek edebiyatın bilim tarafına bir kahve içimi ziyareti… Edebiyatla bilimin aynı amaçla aynı cephede omuz omuza vermesi. Bu tarz çalışmaların benzerleri geçmişte de yapıldı ve devamı da gelecektir kuşkusuz. Gelmeli de. Bunun sebebini Meral Saklıyan’ın kitabına yazdığı önsözden okuyoruz;

“Okumak üzere olduğunuz kitabın tek amacı… dünyayı çepeçevre saran Covid19 salgınını, görünenin ardındakini, yani yaşamın öteki yüzünü edebiyat yoluyla anlatmaktır… dünyamıza kaç salgın daha musallat olursa olsun, onu derli toplu anlatma işi yine edebiyata kalacaktır.”

Pandemi kendimize dikkat kesilmemizi sağladı

İnsan aslında hayat ve ölüme dair uzun uzadıya cümleler kurmaktan kaçınır. Bir gün yok olup gideceğine, (kimilerine göre ise) başka bir varoluşa evrileceği dehşetine dair düşünmekten de imtina eder. Ancak yine de insan, en derin, en dokunaklı ve en dişe dokunur sözleri hayat ve ölüm için sarf etmiştir. 

Bu bağlamda yaşattığı kayıpları, yarattığı kalıcı ruhsal ve bedensel sorunları ve yine yarattığı dehşetle pandemi, bir yandan da bir tefekkür vesilesi oldu. Bir kesimin varlığından zaman zaman kuşkuya bile düştüğü küresel salgın, bize ölümün her daim kapı komşumuz olduğu gerçeğini hatırlattı. 

Şu sıralar bitmiş gitmiş bir kötü rüya olarak addetsek de kıyıcılığını sürdüren felaketin edebiyatın ilgi alanına girmesi olağan. Hayatı, insanı ve insana ait her türlü duygu ve düşünceyi anlama ve açıklama çabasındaki edebiyatın ve edebiyatçının pandemi sürecinden etkilenmemesi mümkün mü?

Saklıyan, bir insan, bir hekim, bir gözlemci ve bir yazar olarak sürecin kendisine yüklediği o misyonu şöyle ifade ediyor;

“… amacım, film, hikâye ya da roman olmayan, her şeyiyle gerçek olan Covid19 pandemisini bizden sonrakilere anlatmak ve yazılı kayıt altına alarak olanları zaman çizelgesi üzerinde ileriye taşımaktır.”

Ruhun sefaletiyle göz göze gelmek

Şu gerçeği de unutmamak gerekir; Pandemi, bizi sadece hasta edip öldürmedi. Belki de esas boynumuzu büken, iyisiyle kötüsüyle bütün hallerimizi ifşa etmesi, insan varoluşunun sefaletini tüm çıplaklığıyla sergilemesidir. Mesela sadece genç Kadir’in hayat savaşı değil, geride bıraktıklarının pişmanlıkları ve üzüntüleri de en az onun zamansız ölümü kadar hazindir. Daha iyi bir iş ve hayat umuduyla abisinin çağrısına uyup İstanbul’a gelip hastalığa yakalanan Kadir’in abisinin pişmanlığını bir düşünün. Ölüm karşısındaki sefil çaresizliğimizi, yoğun bakım önünde gözyaşı döken, bir ölümün tüm ağırlığı ve sorumluluğunu omuzlarına yükleyen o ağabeyin perişanlığı üzerinden görüp hissetmek, o kaotik süreci hatırlatması bakımından çok etkileyici. Daha da önemlisi, hiç bitmeyecekmiş gibi, hep daha kötüsü yaşanacakmış gibi hissettiren o aylar boyunca uzun çalışma saatlerinde, bunaltıcı nöbetler boyunca acılara, ölümlere ve korkulara tanıklık ettiğinizi farz edin. Dahası günün birinde o yoğun bakım odalarından birinde kendi hayat savaşını vermiş bir hekim-insan olduğunuzu getirin gözünüzün önüne. Hekimleri hiç hastalanmazmış gibi adeta bir yarı tanrı görmeye alışık biz faniler için ne kadar umut kırıcı bir durum değil mi?.. Meral Saklayan bu duyguyu kitabının her sayfasında fazlasıyla gerçekçi bir biçimde bize hissettiriyor. Önemli bir iş de yapıyor. Çünkü, unutmak istediğimiz ancak bir biçimde unutmamamız gereken bir süreci kayıt altına alırken, her satırında sahip olduğumuz sağlıklı nefesin, doğan güneşin, batırdığımız günlerin ne kadar biricik ve ne kadar değerli olduğunu hissettiriyor. Diğer taraftan edebiyatın gücünü de hissediyoruz bu kitapta. Çünkü yazılanlar, hissedilen duygular, yapılan gözlemler ve tüm bunları ifade ederken seçilen sözcükler, kurulan cümlelerle içimize işliyor.

Melankoli ve kederin şairi Charles Baudelaire,  ‘İçe Kapanış’ adlı şiirinde 

Ey Acı’m, sakin ol, ve artık rahat dur.

Akşam olsun diyordun; bak, oldu işte:

Kimine gam getirip kimine huzur,

Kent bürünüyor karanlık bir örtüye,

derken en umutsuz anımızda bile, acımız ve hüznümüzle barışık yaşamanın bir yolu olduğuna işaret etmişti. Meral Saklıyan’ın Bana Yaklaşma‘sı da pandemiyi sağ salim atlatmış olan biz talihli fanilere aynı duyguyu aktarıyor.

edebiyathaber.net (23 Şubat 2023)

Yorum yapın