Bir başkasıyla sevgi içinde kaynaşmak | Hatice Balcı

Eylül 29, 2020

Bir başkasıyla sevgi içinde kaynaşmak | Hatice Balcı

Alman asıllı ABD’li psikanalist ve düşünür Erich Fromm’un bugüne dek sayısız dile çevrilen klasikleşmiş eseri Sevme Sanatı, Bir Eylem Olarak Sevmek alt başlığıyla Say Yayınları tarafından Işıtan Gündüz çevirisiyle yayımlandı. Eserin Erich Fromm kitaplığı dizisinden çıkması, yayınevinin yazarın diğer eserlerini de topluca basacağını gösterdiğinden sevindirici de.  

Yalnızlığın hapishanesi

Fromm analizine “Sevmek Bir Sanat mıdır?” sorusuyla giriş yapıyordu. Bu soru, okurda konuya özel bir merak uyandırmanın yanı sıra düşünsel derinliği itibarıyla da vurucu. Çünkü sevmek bir sanatsa eğer öğrenilerek hayata geçirilebilirdi ve başka sanatlara çalışırken neler yapıyorsak sevgiyi öğrenirken de onları yapabilirdik. İlk adım, sevginin de sanat olduğunun farkına varmaktı. Sevgi gerçekten de bir sanatsa, diğer sanatlardaki gibi onun da kuramı olmalıydı ve nihayetinde sevgide ustalaşmak kuramda ve pratikte ustalaşmak demekti. Hem kuramda ve hem de uygulamada ustalaştığımızda ise tıpkı bir resmi çizerken veya bir ayakkabıyı tamir ederken yaptığımız gibi “sevme”yi  en önemli işimiz kabul ederek ilerleyebilirdik.

Yazar ikinci bölümde, kendi “Sevgi Kuramı”nı ortaya koyarken varoluş maceramıza değinir: İnsan bir zamanlar doğanın parçasıdır ancak geri dönülemez bir biçimde ondan kopmuş, bu kopuşla birlikte ayrı bir varlık olduğu bilincine erişmiştir. Bu ayrı olma duygusu tüm huzursuzluklarımızın kaynağıdır. Peki insan bu yalnızlığın, ayrı düşme halinin üstesinden nasıl gelebilir? Bireysel yaşamını aşarak bütünlüğe nasıl ulaşabilir? Fromm’a göre, insan tarih boyunca bu soruya yanıtlar aramış ve kendince birtakım cevaplar bulmuştur. Dinsel ayinlerle kendinden geçiş, cinsel birleşme yoluyla kendinden geçiş anları bulduğu yanıtlardandır. Fakat hemen ekler Fromm: Eğer bu kendinden geçiş halleri, topluluğun onayıyla, bir arada gerçekleşmiyorsa (kimi toplumlarda yasaksa/yaygın değilse) suçluluk ve utanç duygularına yol açar. Dahası alkol-uyuşturucu kullanımını tetikleyebilir. Diğer yandan, sık ve yoğun biçimde cinsel birleşmeyi yaşamak, ayrı olma haliyle baş etmenin en doğal yoludur der Fromm. Fakat bir başka yola başvuramayan çoğu kişide, cinsel haz peşinde koşmak, sevgi içermediğinde, iki insan arasındaki uçurumu bir süreliğine kapatacak, tamamen yok edemeyecektir. Günümüze baktığımızda ise içinde yaşadığımız topluluğa uyum sağlamak, toplumla bütünleşmeye çalışmak ayrı olmanın üstesinden gelmenin en yaygın biçimine dönüşmüştür.

Kendi bireyselliğimi koruyarak kaynaşabiliyor muyum?

Fromm’a göre bireyin “topluma ayak uydurma” çabası yakıcıdır ve kişinin gereksinimidir. Psikanalist Fromm bu noktada sosyolojik analizlere başvurur. Toplum düzeninin işleyiş çarklarını, bireyin duygu ve düşünce dünyasına yön veren, onu kimi davranışları sergilemeye mecbur bırakan (veya kimi davranışları sergilemekten alıkoyan) yanlarıyla ele alır. Birlik arayışımızdan kaynaklanan uyum sağlama ihtiyacımız, kapitalizmin kültürel kodları içinde ve makineleşmenin hızlanmasıyla bizi aynılaşmış bireylere dönüştürmüştür. Fromm’un güncelliğini koruyan bu ve benzeri tespitleri, kültürel kalıpları sorgulayan ve yakın geçmişte kaleme alınmış George Ritzer’in Toplumun McDonaldlaştırılması, Alain de Botton’un Statü Endişesi, Robert Pirsig’in Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, Pekka Himanen’in Hacker Etiği gibi metinleriyle akraba aslında. Nasıl yaşadığımızla sevme yeteneğimiz arasında bir bağ var çünkü.

1990’larda, “Toplumun McDonaldlaştırılması” adıyla yayımlanan incelemesinde Ritzer kendi tartışmasını, “akılcı sistemlerin mantıksızlığı” üzerine kurarken toplumsal  süreçlerin karakteristik özellikleri üzerinde durmuştu: Verimlilik (hıza dayalıdır), öngörülebilirlik (sürprizleri sevmez, yaratıcılığa yer vermez, zihnin uyuşması), hesaplanabilirlik (niteliğin yerini nicelik alır, aşamalar puanlanır), insansız teknoloji. Bütün bu süreçler “denetim”le birlikte işliyordu. Gerçekte insanlar şimdi olduklarından daha becerikli, yaratıcı olma potansiyellerini içinde taşırlarken McDonaldlaştırma bu potansiyelin açığa çıkmasını engelliyordu. Ritzer’e göre, tüm bu denetim süreçleri insanlara uysal olmayı öğretmeye yarıyor, insanlar arasındaki ilişkiyi, güveni azaltıyordu. Bu tespitler bizi Fromm’un çıkarımlarına dönüp bakmaya götürüyor. Fromm’a göre, mesela sevginin unsurlarından “verme” eylemini gerçekleştirebilecek kişi kendisine tutkun, bağımlı, başkalarını sömüren biri değildir; insani yönleriyle güçlüdür ve kendi gücüne güvenir. Günümüz değerler sistemi ise “alma”yı önceleyip, kişisel çıkarları yüceltiyor. Fromm’un verdiği bir başka örneğe göre, çoğumuz sessizce oturup düşünen kişiyi görünürde hiçbir şey yapmadığı için “edilgen” sayarız. Gerçekte ise bu yoğun düşünme durumu, erişilebilecek en yüksek faaliyettir.

Yine Sevme Sanatı’nda yazar tarafsız bir gözlemcinin Batı’da yozlaşmış sevgi biçimleriyle karşılaşacağını söyler ve bunları örnekleyerek açıklamalarda bulunur (mesela nevrozlu sevgi türleri, putlaştırıcı sevgi)… Batı’nın değerler sisteminin, en başta da sıkıca düzenlenmiş çalışma sisteminin yol açtığı ruh halinin, insanlarda sevginin gelişme olanaklarını tıkadığını söyler. Pekka Himanen’in Hacker Etiği, iş hayatına eleştiriler getirirken konuyu öncül Fromm’un gözlemlediği noktadan devam ederek günümüze taşır gibidir: Tarihsel bağlamda baktığımızda, Ortaçağ’daki görev merkezli çalışma biçimi, yerini zaman merkezli çalışma biçimine bırakmıştır. Bu yolla işlerin beklenilen sürede yapılıp yapılamadığı, standartlara uygunluğu denetlenir. Himanen böyle bir düzende -Ritzer’in de belirttiği gibi- çoğu insanın kendini “itaat”e mahkûm gördüğünü belirtir. Ayrıca Himanen’in de Alain de Botton’un da dikkat çektiği üzere, günümüzde çalışma merkezli yaşam iş dışı yaşamı istila etmiştir. İş, toplumsal açıdan kabul görme alanıdir. Ek olarak, bir yere ait olma ihtiyacımızı (dedikodu, güncel olayları yorumlama vb.) veya bir başka kişiyle bir olma (aşk, romantizm) ihtiyacımızı işyerlerinde karşılıyoruz.

Sevginin içindeki bilgi

Yeniden Sevme Sanatı’na dönersek; Fromm, kitabında sevmenin edilgen bir duygu değil bir eylem olduğunun altını çizer. Bir şeye kapılmak değildir sevgi, bir şeyin içinde olmaktır. Sadece sevdiğiniz kişiye değil tüm bir yaşama işler. Fromm’a göre “Teolojinin mantıksal sonucu gizemcilikse, ruhbilimin mantıksal sonucu da sevgidir”[1] . Ancak yazar gizemci değildir. Bilinemezliğin karşısına sevgiyi koyar. İster kardeş veya arkadaş sevgisi, isterse cinsel sevgi olsun; seviyorsam merak ederim, gözlemlerim, daha çok tanımak isterim. Karşımdakinde kimi yanlarıyla kendimi bulurum, başka yanlarıyla da o güne değin kendimde keşfedemediğim “ben”i bulurum, kaybolmam. Diyebiliriz ki sevginin bizi bilme isteğine, eyleme yönelten gücü tükenmeyen bir kaynak gibidir ve özgürleştiricidir de. Sevgi üzerinde çalışılmalıdır evet ama bunu yaparken yolunda gitmeyen şeylerin de farkına varmamız gerekir. Onun sevgi anlayışı, sevgiye yaklaşımı soyut bir düşünce olarak çıkmıyor karşımıza; deneyimlerinden süzülüp geliyor. Fromm seksen yaşında yaşama veda ederken, hayat arkadaşı Annis’i tüm benliğiyle severek bu dünyadan ayrılmıştı. Bilimsel faaliyetlerine yön veren düşünsel süreçlerine dair söyledikleri de sevgiye yaklaşımı konusunda ipuçları verir: “Bugüne kadar, hayalimde canlandıramadığım şeyler hakkında düşünme yetisine asla sahip değildim ve asla da bunu kazanamamışımdır. Bende soyut düşünme yeteneği hiç yok. Ben yalnızca somut olarak tecrübe edebildiğim şeylerle ilintili fikirleri düşünebilirim. Bu ilişki yoksa ilgim dağılır ve yetilerimi kullanamam.”[2]

Sevme Sanatı’nın değeri

Erich Fromm 1900 yılında dindar bir Yahudi ailenin çocuğu olarak Almanya’da doğmuştu. Ailesinin beklentilerine karşı çıkarak din adamlığını reddetmiş bilimi seçmişti. Hitler’in dehşeti Almanya’ya iyice çöktüğünde, yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kalmıştı. 1934’te ABD’ye göç etmiş ve bir süre sonra da eserlerini İngilizce yazmaya başlamıştı. Fromm günümüzden yetmiş yıl önce, doğamızda sevginin varlığını, onu büyütmek isterken karşılaştığımız içsel ve dışsal engelleri biliyordu. İki büyük savaşı, ikincisinin ardından gelen soğuk savaşı, soğuk savaş dönemindeki nükleer silahlanma yarışını, bölgesel savaşlarda denenen yeni silahların tahrip gücünü görmüştü. 1980’de öldüğünde Berlin Duvarı henüz yıkılmamıştı ama dünya yeni bir neo-liberal döneme giriyordu. Gezegenimize, insani ilişkilere, özgürlük-kardeşlik-eşitlik ideallerine büyük hasarlar veren finans kapital merkezli değişime şahit olmadı fakat Sevme Sanat’nı okurken anlıyoruz ki bugün geldiğimiz noktayı öngörebilmişti. İnsanın varoluş sorununa yanıtlar geliştirirken meseleyi ruhsal açıdan olduğu kadar tarihsel, sosyolojik boyutlarıyla da düşünmeyi ihmal etmedi. Sevme Sanatı ilk kez 1956’da yayımlandı. Bütün bunlara bakınca, Fromm’un, günümüzde beş kıtaya yayılan adına depresyon dediğimiz ruhsal çöküntünün kanıtlarını çok önceden sezdiğini düşünmeden edemiyoruz. Onun belki de sevgiye bu denli yoğunlaşması, 20. y.y.daki  yıkımların sevginin karşıtı her ne varsa onlarla, yani o  ölümcül dürtülerle ilgili olmasındandır.

Sevme Sanatı’nı incelerken iki soru etrafında dönüp dolaştım: Birincisi, bu eser gündelik yaşamımızda sevgiyi yaşama, yaşatma, anlamlandırma biçimlerimizi açabiliyor muydu? İkincisi, sevgiyi yaşama hallerimizi önermeleriyle aşabiliyor muydu? Cevabım güçlü bir evetti. Fromm’un eseri hasar görmemişti. Tüm canlılığıyla, toplumsal normları sorgulayan metinlere, sistem eleştirilerine, kültürel tartışmalara kaynaklık edebilirdi. Yazarın, kitabında annenin çocuğuna yönelik sevgisinin kapsamı ile babanın sevgisinin niteliğine biçtiği rolleri keskin hatlarla birbirinden ayırması ve homoseksüellerle ilgili sözleri bugünün gerçekleriyle pek uyuşmuyordu. Fakat Sevme Sanatı’na bütüncül olarak baktığımızda bu pürüz sadece minik bir parantez olarak kalır. Tıpkı Tolstoy’un, Savaş ve Barış’ta kimi bölümlerde durup, politik mesajlar içeren açıklamalar yapmasının eserinin muazzam değerinden bir şey eksiltmediği gibi.

Eskiden el yazısıyla kaleme alınan mektuplar postalandığında sevginin canlı birer ifadesi olup çıkar, her iki tarafı da -bir anlığına bile olsa- ayrı düşmenin çaresizliğinden kurtarırdı. Fromm’un, insanlığa duyduğu inancı sözlere döktüğü bu uzun mektubu ise tüm bir insanlığı bilememenin ve ölümün çaresizliğinden kurtarıyor.

Hatice Balcı – edebiyathaber.net (29 Eylül 2020)


[1] Fromm, Erich, Sevme Sanatı, Bir Eylem Olarak Sevmek, İng. Çev: Işıtan Gündüz, Say, 2020, syf.53

[2] Age.syf.196

Yorum yapın