‘Aile Çay Bahçesi’ ya da masum değiliz hiçbirimiz | Şirvan Erciyes

Şubat 13, 2014

‘Aile Çay Bahçesi’ ya da masum değiliz hiçbirimiz | Şirvan Erciyes

Aile-cay-Bahcesi_168727_1Aile Çay Bahçesi, Yekta Kopan’ın Ekim 2013’de 30 000 adet ilk baskısıyla Can Yayınları’ndan çıkan romanı. Uzun bir öykü gibi de okunabilecek roman 142 sayfa ve bir solukta bitirilebilecek kadar sürükleyici. Yazarın özenli dili ve ustalıklı kurgusu okuma hazzını diri tutuyor.

Kardeş olan Müzeyyen ve Çiğdem, anne Meral Hanım ve baba Nejat Bey romanın ana karakterleri. Müzeyyen’in bakış açısı ile anlatılıyor olup biten, Müzeyyen’in algıladığı gibi… Dolayısıyla Müzeyyen’in iç dünyasını yansıtıyor yazar. Anne tarafının kısa ve trajik öyküsü yine Müzeyyen’in annesinden duydukları ile okura yansıtılıyor. Anneler ve kızlarına özgü tükenmek bilmeyen uzun sohbetleri  ya da  anlatıcın anne olduğu uzun monologları anımsatıyor Müzeyyen ve annesi.

Anneler, kızlarını sırdaş ya da dert ortağı gibi görmeye, kız çocuğunun henüz duymaya hazır olmadığı gerçekleri anlatmaya çok erken başlar bazen. Annenin yalnız dünyasında en güvenilir arkadaş kız çocuğudur, bazen babaya ve istenmeyen tüm diğerlerine karşı doğal müttefiktir kız çocukları. Oysa bu rollerin henüz hiç birini üstlenmeye hazır değildir çocuk, zaten fikri de sorulmamıştır. Kız çocukların kadın olma yolunda yaşadıkları ilk kırılma kimi kez  buradan başlar. Anneye duyulan sevgi, hayata /babaya duyulan nefrete dönüşebilir rahatlıkla. Kendisini annesinin annesi gibi hissetmeye mecbur bırakılır kız çocukları. Yazarın, çoğu kez sorunlu ve hastalıklı bulduğum anne kız ilişkisine değinerek anlatıya başlaması, üstelik bunu erkek bakış açısından sıyrılarak yapabilmesi romanın en başarılı yanı.

Karı-koca, kardeşlik, arkadaşlık, babaanne-torun, baba-kız ilişkileri de roman boyunca sorgulanmaya devam ediyor. Kan bağının aileyi bir arada tutmaya yetip yetmeyeceği,  aile bireylerini sevmek zorunda olup olmadığımız gibi sorularla okuru  yüzleştiriyor Yekta Kopan. Bu soruların yanıtları çeşitlidir, bu çeşitlemenin kaynağı kişiye ya da kişinin yetiştiği aileye göre değişir elbette. Özgürlük ve birey olabilmenin önünde sıralı engellerden aşılması en zor olanın aile olduğunu, kimi kereler bireyin kendini gerçekleştirmesine olanak tanımayan bir zindana dönüştüğü gerçeğini sırtında kambur gibi taşıyanlar yok mudur? Aile Çay Bahçesi biraz da onlara sesleniyor.

YEKTA KOPAN
Yekta Kopan – Fotoğraf: Muhsin Akgün

Yekta Kopan, Gülenay Börekçi ile yaptığı söyleşide, “Aileyle değil, orta sınıf ailenin tanımlanmasındaki ikiyüzlülükle derdim var,”  diyor. Kutsal aile kavramını, bunu kabule zorlanan kadınların yaşamlarını ele alıyor romanında. Sessiz kabullerini sığındıkları mutfaklarda pişirdikleri yemeklerle ve çamaşır suyu kokuları ile kimselere sezdirmeden yaşayan kadınların tarafını tutuyor yazar, ses çıkarmalarını, dur demelerini istiyor ve kutsal ailenin çoktan boşalmış (belki de zaten her zaman boş olan) iç yüzüne ayna tutuyor.

Mevsimini yitirmenin kederiyle ıssızlaşmış  “Aile Çay Bahçesi”nin kapak fotoğrafı ile somutlaştırıldığı aile, ‘ölüm’ün ve ‘çapkın baba’nın işbirliği ile dağılmıştır. Görünürde bile olsa mutlu olmayan bir aile vardır elimizde. Başka kadınların kendisine tercih edildiğinin farkında olan ve çamaşır suyu ile hayatını ağartmaya çabalayan Meral Hanım’ın elinden bayılmak dışında pek bir şey gelmez. Sigara içerek ve komşulara dert yanarak bekler kocasını. Tüm yaşanılanların tanığı Müzeyyen, annesi bayılmasın, üzülmesin diye uslu bir çocuk kadındır adeta.  Bir gün abla olacağı haberi verildiğinde uslu çocuk kadın olmaktan vazgeçer. Annesini paylaşmama adına inatla ve ısrarla kardeşinden nefret eden kötü kız oluverir. Annenin ölümünden kardeşi güzel Çiğdem’i ve babası çapkın Nejat’ı sorumlu tutan Müzeyyen artık yaşam karşısında içe dönük, katı ve korkaktır. Gardını almış vaziyette uyanır her yeni güne. Ancak tüm kavgalarını içinden verir. Kimselerin karşısında çıkmaya cesareti yoktur. Yatılı okunan lise günlerinde Özlem çıkagelir Müzeyyen’in yaşamına ve yalnızlığına ortak olur. Özlem Müzeyyen’in seçilmiş kardeşidir artık. Özlem’le birlikte Özlem’in, çoktan ölmüş, kitap kurdu, Hamlet sever babasının hayaleti girer romana. Özlem’in babası,  ülke tarihinde benzerlerine sıklıkla tanık olduğumuz devlet eli ile yok edilenlerden biridir. Sezdirilen budur en azından. Nejat Bey’de olmayan ne varsa Özlem’in ölü babasının hayaletine yükler Müzeyyen.

Müzeyyen ve Çiğdem’in sonradan öğrendiğimiz hikâyeleri öylesine kahredicidir ki; “İşte, anasız babasız kızların olacağı budur!” dedirtir neredeyse okura. Öyle ya, “anne yaşasaydı – baba kızlarına sahip çıksaydı, bu kızlar böylesine mutsuz ve yalnız olur muydu?”  Neredeyse bir geneleve düşmesi eksiktir Çiğdem’in. Müzeyyen’in hayatında iler tutar pek bir yan yoktur, ilkeli genç bir kadın olmakla birlikte “tutunamayanlar”ın alt türlerinden birine rahatça dahil edilebilir. Bu açıdan bakıldığında orta sınıf ailenin iç yüzünü sergileme çabası neredeyse ailenin kutsanmasına dönüşme riski göstermektedir.Karını aldatırsan, cam silerken pencereden düşer, kızların ortada kalır, kötü yola düşer maazallah” gibi bir çıkarım bile yapılabilir. Elbette yazarın böyle bir niyeti yok ancak Müzeyyen ve Çiğdem yalnızlık kuyusunun içinde öylesine çaresiz resmedilmiş ki mutlu, ayakta ve güçlü oldukları anlar yok denecek kadar azdır.

Selim İleri kıskançlığın konu edinildiği edebiyatımızın üçüncü romanı olarak lanse ediyor  “Aile Çay Bahçesi”ni ve “kıskançlığın romanı” diyor. Elbette altı yaşında bir kız çocuğunun doğacak olan kardeşine yönelik kıskançlığı ömür boyu sürecek bir nefrete dönüşmüş gibi de okunabilir roman. Ancak bu kıskançlığı besleyen durumlar düşünüldüğünde kıskançlık geri planda kalıyor.  Altı yaşında bir kız çocuğu için annesiz bir dünyadan daha korkunç hiç bir şey yoktur…  Anneyi hasta ve mutsuz eden ne varsa ortadan kaldırılmalıdır. Müzeyyen kendi varlığını annesinden ayırmayı bir türlü başaramıyor roman boyunca. Annesinin ölümünden babasını ve Çiğdem’i sorumlu tutuyor. Kız kardeşine ve babasına duyduğu nefret giderek tüm hayatını kaplıyor.

Nejat Bey niçin bu kadar kötü? Müzeyyen’e kitabın cadısı gözü ile bakanlar olmuş ancak başka bir açıdan bakıldığında Müzeyyen ve Çiğdem kitabın mağdurlarıdırlar. Nejat Bey’in alkolü, çapkınlığı, kızlarına karşı katı ve uzak tutumu, bencilliği… Romanın sonlarına doğru baba sorgulanıyor;  istenmeyen bir evlilik, ana kuzusu bir oğul çıkıyor karşımıza, büyük sırları olmayan, temize çıkabilecek hiç bir mazereti bulunmayan. Bir mazeret gerekli mi? Elbette hayır!

Okuduğumuz romanlar yolumuzu başka bir yazara, kitaba ya da sanatçıya çıkardığında daha da değerleniyor. Böylece okurun çıtası biraz daha yükseliyor. Yekta Kopan, Nabokov‘dan bir epigrafla kapıyı aralıyor, Hamlet’den alıntılarla devam ediyor.  Hamlet’i yeniden okuma en azından filmini izleme arzusu uyandırırken, Tutunamayanlar ve Oğuz Atay‘a selam yolluyor. Üç farklı ressama değiniyor yazar; Seurat, (Les Poseuses tablosu), Kroyer ve Caravaggio… Meraklı okur bu üç ressamın peşine düşüp romanın zihinde canlanan görselliğine katkıda bulunmakta özgür elbette. Ayrıca içerdiği gerilim ve görsellik sinema diline çok yatkın olan bu romanı ilerde film olarak izleme ihtimalimiz var diye düşünüyorum.

Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (13 Şubat 2014)

Yorum yapın