Acının manifestosu | Şule Özyetgin

Temmuz 27, 2022

Acının manifestosu | Şule Özyetgin

Doğan Kitap’tan çıkan Cem Kalender’in Çürüme romanının dumanı üstünde. Kalender bu romanında Kayıp Gergedanlar romanındaki gibi yaşanmış bir olay üzerine araştırma yapıp kurguyu derinleştiriyor. Bir dönem sosyal medyada sıkça adını duyduğumuz Palu ailesinden yola çıkarak toplumun ve bireyin çürümüşlüğüne ayna tutup “Kötülüğün sınırları daha ne kadar zorlanabilir?” sorusunun cevabını arıyor.

Organik maddelerin basit formlarına ayrıldığı sürece “çürüme” diyoruz. Bu süreç sonlu maddelerin geri dönüşümü için gerekliyken insan ilişkilerine taşındığında zeminin ayağımızın altından kaydığını hissediyoruz. Toplum tarafından inançlı olduğunu iddia edilen Sıddık Hoca üzerinden batıla saygınlık kazandırılması çürümeyi başlatıyor.  Akıl tutulmasına sebep olan uygulamalar ( cin çıkarma, muska yazma…) haksız çıkarlara hizmet ederek onları meşrulaştırıyor. Böylece din yozlaşıp ideolojik bir malzemeye dönüşüyor. Bir diğer ifadeyle ideolojik boşluğun oluştuğu ortamda, sapmalar ortaya çıkıyor. “Roman, bir aile odağa alınarak çekilmiş Türkiye fotoğrafıdır. Sosyolojik anlamda aile, en küçük toplumsal birliktir. Bu en küçük birlikten yola çıkılarak ondaki dağılmanın, ülkenin parçalanmasına koşut olarak geliştiği gösterilmek istenir sanki… Din romanın en baskın sorunlarından biridir çünkü insanın kimliğini aile ile birlikte biçimleyen bir kodlar sistemidir.”( Doğan, 2022, s.167 – 170 ) Eserin aile odağından mahalleye doğru genişleyen yapısı içinde batıla dayalı uygulamalar cinsel şiddete eviriliyor. Bu durum kötülüğün güç kazanmasıyla kadınların ve çocukların kâbusu oluyor.

“Açıklanan hakikat ne denli belirtik olursa, eser o oranda bir sosyoloji, politika, ahlak ya da felsefe söylemine yaklaşmış sayılır.” ( Moran, 1991, s. 255) Beş bölümden üç yüz seksen dokuz sayfadan oluşan romanda Sıddık ve ailesi aracılığıyla saf kötülük bir tez gibi ileri sürülür.  Psikolojik ve ahlaki göndermeler metni güçlendirir.  “Ailenin gösterdiği mutlak itaat Sıddık’ı etkilemiyordu, aileyi onun gözünde değerli kılmıyordu, sadece oğlunu önemsiyordu biraz; küçüktü İshak, el kadar çocuktu ama maharetliydi, gördüklerini hemen kavrıyordu. Ciddiyetini de seviyordu, korkudan kaynaklı bir ciddiyetti bu, yoksa bir çocuk neden ciddi olsundu ki? Korku mühimdi, insanı terbiye edip ciddi olmayı öğretiyordu.” (Kalender, 2022, s.131) Adeta acının manifestosu yazılır.  “Acı kesinlikle mutluluktan daha bilinçli ve deneyimliydi. Mutluluk tesadüfi ve rastgeleydi ama acı sistematikti ve kendini yenileyebiliyordu. Acı, zincirin halkaları gibi birbirine bağlıydı, hasbelkader o zincir kopsa da belli bir zaman sonra yine kaynayıp birleşiyordu, birleşene kadarki o kısa zamanda da mutluluk ortaya çıkıyordu. Mutluluk bireysel ve yalnızdı, acıysa güçlü, örgütlü bir yapıydı. Mutluluk insanı yarı yolda bırakıyordu, yersiz yurtsuzdu çünkü, hiçbir temsiliyeti yoktu ve insanlar arasında bir anlaşma aracı olamıyordu, ilişkileri belirleyen acıydı hep.” (Kalender, 2022, s.359) Başüstü Mahallesi’ndeki bir dizi dehşetengiz olayın  ( Seyfi’nin öldürülmesi, Seyfi’nin oğlu Talat’ın güya zatürre nedeniyle ölmesi, Suna’nın ortadan kaybolması…) çabucak unutulması, gerçek bir olaydan yola çıkılması ve halkın ortak davranış biçimlerinin portresinin çizilmesi Marguez’in Kırmızı Pazartesi romanını anımsatır.  Kahramanlar olanı / olacakları hem bilir hem bilmezlikten gelir,  özneyken nesne gibi davranır.

Başüstü Mahallesi temiz, düzenli, canlı, pırıl pırıl görünen dişler gibi parlıyor fakat Sıddık’ın mahalleye taşınmasıyla dişler çürümeye, ağızdan kokular gelmeye başlıyor.  Bu kokuyu ilk alan ve Sıddık’ın karşıtı gibi çizilen İsmail Hoca devletin resmi din görevlisi, aydın ve barışçıl bir karakterdir. Apseli diş hemen çekilemediği gibi Sıddık’ın yaydığı cehalet de öyle hemen yok edilemiyor. İsmail Hoca mahalleliyi karşısına alma pahasına Sıddık’ı resmi makamlara şikâyet etse de defalarca açığa düşüyor. Çünkü çıkar ilişkileri gerçeklerin ortaya çıkmasından daha önemli bir hal almıştır.

Jürgen Habermas  üretim ilişkilerinin toplumun belirlenim sürecinde etkili olan tek unsur olmadığını belirtir. Romanda da bunun uzantılarını görebiliriz. Sıddık dini;  Muhtar kaypaklığı referans alarak Yakup köşe dönücü bir karakterler olarak hegemonik ilişkileri besler. Yakup’un anlatıldığı bir bölümde bu ilişkiler ağı gözler önüne serilir. “ Yapılması gereken önemli şeyler vardı; Kuran kursu inşaatını sene sonuna kadar bitirmeyi planlıyorlardı, gelecek yıl da camii yapma planları vardı. Her şey yolunda gidiyordu, dernek için ne isteseler alıyorlardı, esnaftan bir istiyorlar, iki alıyorlar, devletten bir istiyorlar on alıyorlardı.” (Kalender, 2022, s. 91)

ÇOCUK MAĞDURİYETİ

Eseri okumaya devam etmek için kederi ahbap edinmeniz sizin hayrınıza olacaktır. Çocuklar bu küflü, çürümüş hayattan nasibini alacak ve tahammül sınırlarınızı zorlayan kötülük boğazınızı en çok çocuklar söz konusu olduğunda sıkacaktır. Sıddık’ın oğlu İshak ,Seyfi’nin kızı Ayşe Nisa ve kardeşi Talha Sıddık’ın ve evdeki diğer büyüklerin her türlü ihmal ve istismarına maruz kalırlar. Açlık, bakımsızlık, şiddet, tecavüz, ensest ne ararsanız vardır bu sapkınlar evinde. Korku en iyi bildikleri duygudur çocukların. İnsan kısım kısım , yer damar damar damar” der ya bir türküde , bu zulmün karşısında ne deseniz içinize su serpilmez. Sadece Sıddık’ın oğlu İshak ailesinden kendini kurtararak,  babasıyla yüzleşip eserin sonunu bağlayacak ve direngen çocuk bilinciyle acıyı lehine çevirmeyi başaracaktır. Bu da umudumuzu bir nebze yeşertecektir. “Çocuk bilincinin sanıldığı kadar kırılgan olmadığını görmüştü. Bir çocuğun içindeki ümidi ve yaşama içgüdüsünü öldürmek neredeyse imkânsızdı. Kaç defa hayatın çeperine itilip cehenneme süpürülmek istense de o, yaşadıklarının ümit kırıcılığına bakmadan her defasında direnmiş, bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı. Hissettiği en belirgin duygu hayatta kalma güdüsüydü; çocukluğu adeta bir trapezci gibi ip üstünde geçmişti, birçok defa düşüp yaralanmıştı ama tekrar o ipin üzerine çıkıp yürümeye devam etmişti.” (Kalender, 2022, s.358)

TEKNİK SALINIMLAR

İlk romanı Klan’la 2007 Ahmet Hamdi Tanpınar roman ödülünü alan Kalender’in altı romanı var.  Oğuz Atay rüzgârıyla yazıldığı hissedilen,  bilinç akışı tekniği egemenliğinde ilerleyen ilk romanıyla üslubunu ortaya koyar.  Zamanın Unutkan Koynunda romanıyla da çeşitli romanlara göndermeler yaparak, tekniği daha da güçlendirerek ilk romanıyla aldığı ödülün tesadüfi olmadığını ispatlar. Kasımpaşalı Oedipus’da masalsı bir üslupla hayali bir ülke yaratır. Elbette bu ülkenin yaşadığımız hayatla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur ironisi ile bizi kandırmaya çalışsa da dikkatli okurun gözünden hiçbir şey kaçmaz. Metinler arası gidiş geliş trafiğini yönetmek de okura düşer.  Kayıp Gergedanlar romanından itibaren acının dozu giderek artar. Araştırma roman diyebileceğimiz roman tarzına geçiş yapar. Maraş Katliamı odağında kötülüğün dibini sıyırır. Mazarin Mavisi’nde ötekileştirilen LGBT+ bireyin mücadelesine çevirir  merceğini.

Son  çıkan romanı Çürüme’nin klasik bir roman olmasını istemiş bana göre Kalender.  İlk iki romanı gibi hacimli bir romanla okuru selamlar.  Beş bölümün her birindeki numaralandırılmış bölümlerde bir karakteri odağına alır. Bazen geçmişlerini hatırlatarak bazen anlatma tekniği kullanarak bazen de diyaloglarla olayı canlandırmaya çalışır. Yazar Sıddık’ın karşısına olumlu bir karakter olarak İsmail Hoca’yı çıkarır. İyiyle kötünün savaşını onlara verdirir. Gerek ortam gerek kişi betimlemeleriyle atmosfer yaratmayı başarır. “Karın yağmasına sevinmişti, İyileşmesinin ödülü olarak görmüştü bunu. Pencerenin önüne varıp yağan karı izlemişti bir süre. Çok güzel yağıyordu, alttan yukarı baktığı için karın aheste beste evlerin çatılarına, arabaların üzerine inişini görebiliyordu. Bu manzarayı Ayşe Nisa’yla Talha’nın da görmesini istediği için onları da pencere önüne çağırdı.” (Kalender, 2022, s. 211) Hazmetmesi zor bir roman Çürüme fakat yazarın anlatım olanaklarını genişleterek,  dili usta işi kullanarak çıtayı düşürmeden yazma yolculuğuna devam etmesi edebiyat üretimi açısından sevindirici. Sözü, sesi daim olsun.

Kaynakça:                                                                                                                                                         

1. Cem KALENDER “Çürüme ” Doğan  Kitap Mayıs, 2022, s. 389

2. Mehmet Can DOĞAN  “Benliğin ve Özgürlüğün Azabı Romanlarla Düşünmek ” Çolpan Yayınları, 2022, s.264

3. Berna MORAN “ Edebiyat Kuramları ve Eleştiri” Cem Yayınevi , 8.baskı 1991 , s.320

edebiyathaber.net (27 Temmuz 2022)

Yorum yapın