Marakeş’i gündelik yaşamın sesleriyle gezdiren eser | Selva Trak Ulupınar

Nisan 25, 2018

Marakeş’i gündelik yaşamın sesleriyle gezdiren eser | Selva Trak Ulupınar

Kimi kentler görüntüleriyle, kimileri kokularıyla kimileri ise sesleriyle kalır hafızalarda. Marakeş de Elias Canetti’nin aklında gündelik yaşama ait sesleriyle yer ediyor. Farklı bir coğrafyadaki bu sesler, haklarında kitap yazdıracak kadar büyülüyor yazarı…

Kapalı çarşıların, meydanların, dilencilerin, develerin, kalabalığın, sessizliğin bile seslerinden etkilenmek için o coğrafyayı gönülden sevmek gerekir. Yazar da Marakeş’i öylesine sevmiş işte… Sel Yayınları’ndan çıkan “Marakeş’te Sesler”, bir Batılı’nın gözüyle masalsı Doğu’yu anlatıyor.

Kitaptaki on dört denemenin tamamı öykü tadı veren satırlardan oluşuyor. Bunda, Doğu’nun büyülü gerçekçiliğinin payı olduğu tartışılmaz elbette.

“Bir adamı düşlüyorum, yeryüzünde konuşulan bütün dilleri unutuyor, sonunda hiçbir ülkede konuşulanları anlamıyor… Neyi örtüp gizliyor dil? İnsandan neleri alıp götürüyor? Fas’ta kaldığım süre içinde ne Arapça’yı, ne de Berberi dillerinden birini öğrenmeye heves ettim. Bana yabancı o yakarışların gücünden hiçbir şey yitirsin istemedim.” (Körlerin Yakarışı) Yazar, yabancı dil konusunda ezber bozan düşünceleriyle Fas’taki günlerini, sözcüklerden daha anlamlı ve derinlikli bulduğu, “ses”i önemseyen bir turist olarak geçiriyor. Kendisini asıl ilgilendiren unsurların kelimeler değil; görüntüler, olaylar ve sesler olduğunu her fırsatta vurguluyor.

Bugüne dek dünyanın değişik coğrafyalarındaki kültürleri inceleyen gerek gezi yazıları gerekse denemeler arasında, bir kültürü işitsel yönünü öne çıkartarak ele alan nadir eserlerden olan “Marakeş’te Sesler”, okuyucuyu bu kez dünyaya farklı bir gözle bakmaya teşvik ediyor.

Misal, görme engelli dilencilerin yakarışlarını işitsel arabeskler olarak nitelendirip görsel arabeskten daha fazla etkileyici olduğunu söylüyor Canetti. Dilencilerin bu görüntüleri karşısında turist psikolojisini belki biraz da acımasız bir gerçeklikle yorumluyor: “Her şey sineye çekilir gezilerde, kızıp içerlemeler evlerde bırakılır. Sağa sola göz gezdirilir, kulak kabartılır, en korkunç şeylere bile yeniliklerinden ötürü coşku ve hayranlıkla kucak açılır. İyi turistler kalpsiz olurlar hep.”

Kendisi de Seferad Yahudisi olan yazarın dikkatini, dünyanın pek çok şehrinde olduğu gibi Marakeş’te de bulunan Yahudi Mahallesi çekiyor. Sokaklarında dolaşırken baktığı her Yahudi’nin yüzünde farklı milletlerden bir benzerlik bularak bu durumu, belki de bir ruh göçüdür, diyerek değerlendirmesi ilgi çekici bir görüş olarak kitapta yerini alıyor. Onların başka ülkelerde yaşadıkları zorluklar karşısındaki tavırlarından söz ederek gözlemlerini paylaşıyor: “Bu insanların onur ve vakarının ihtiyatlı ve uyanık davranışlarında saklı yattığını söyleyebiliriz.” (Mellah’a Yolculuk)

Yazarın gözlemlerindeki başarısının betimlemelerine yansıdığı satırlara yine Yahudi Mahallesinde, Fas’ın geleneksel mimari özelliklerinden olan avlulu evlerin aralarındaki sokakları adımlarken rastlıyoruz: “Nazara karşı savunmak için yapılmış el resimleriydi hepsi… Açık duran kapılardan bakıp avluları görebiliyordum; sokaklardan daha temizdiler, bir huzur havası bana doğru gelip esiyordu.”

“Elias Canetti”, kendi adını heceleyerek mırıldanan bir adama karşı hissettiği şaşkınlık ve hayranlığı, ilginç ve sanatkârane bir bakış açısıyla yine seslere olan duyarlılığını ön plana çıkartarak dile getiriyor: “Bir yüce gönüllülükte dört beş kez teraziye vurur gibi yaptı ismimi; terazinin kefelerine konan çeşitli ağırlıkların sesini işitir gibi oldum.” (Dahan Ailesi)

Fas kültüründe halkın geleneksel masal anlatıcılara gösterdiği ilgiyi ele aldığı satırlarda, yerli halkın sözcüklere verdiği öneme karşılık sese değer veren yazar, bir turist olarak yine alışıldık turist psikolojisinin dışına çıkıyor ve yabancı dil bilme konusunda bir kez daha ezber bozuyor. Anlatılan masalları anlamadan dinlemek, gerek anlatıcının gerekse dinleyenlerin çıkarttıkları sesler, nidalar aracılığı ile halkı ve yaşamlarını daha iyi çözümlemesini sağlıyor. Üstelik, kendi açısından çözülmemiş bir şeylerin kalması, Canetti’nin hoşuna gidiyor. Bu da okura, onun eski kültürel değerleri ne denli önemsediğini farklı bir cepheden yansıtıyor: “Umarım bir gün gelecek, bu gezgin öykücüleri kendilerine yaraşır biçimde değerlendirebilecektim. Ama öte yandan onları anlamadığım için seviniyordum. Böylece benim için yaşamın el değmemiş eski bir parçası varlığını koruyordu.” (Öykücüler ve Arzuhalciler)

Ses unsurunu baş tacı eden yazarın, kitap boyunca Marakeş’in ünlü El-Fena Meydanı’nı sıklıkla ele alması elbette kaçınılmaz olacaktı. Bu kalabalık meydanın en sessiz köşesine yerleşmiş olan arzuhalcileri betimlerken; “Kendileri pek yoktu ortada, önemli olan kâğıttı: Kâğıdın suskun ağırbaşlılığı.”, cümleleriyle yine insan unsurunun ve görüntünün önüne sesi geçiriyor. Bu ses, sessizlikten ibaret olsa da…

Cannetti’nin El-Fena Meydanı’ndaki ekmek satan kadınları ve ekmekleri betimlerken kullandığı söz sanatları, denemelerinin çoğundaki şiirsel dile bir örnek teşkil ediyor: “Ama bazen de kendisinde alıkoyuyordu ekmeği. İşte o zaman ekmekteki kasılmayı görmeli, çevreye saçtığı o rayihayı hissetmeliydiniz!” (Ekmek Seçimi)

Seslerin yazarı, “Çıkın” adlı denemesinde ise “…saatler ve saatlerce sesi yineliyor, sonunda bütün geniş alan bu biricik sese dönüşüyor, öbür seslerin tümü ölüp giderken o ses yaşıyordu.”, derken, belki de kimsenin pek tercih etmeyeceği bir gönüllü deneyim yaşadığını anlıyoruz. Akşamları koca meydanın mahşer kalabalığında ve gürültüsünde o sadece, dilenmek için bir kenara çömelen kukuletalı bir cellabiyenin içinden gelen belli belirsiz sese odaklanıyor.

Okuru, Batılı bir yazarın gözüyle kadim bir kültürün içine sokarak Batı ile Doğu’nun birbirlerini şaşkınlık ve hayranlık dolu bir kabullenişle kucaklamalarına şahitlik eden eser, renkli Marakeş sokaklarını adım adım gezdirirken bir yandan bu coğrafyaya ait sözlü kültürün büyüsünün keşfedilmesini sağlıyor.

Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (25 Nisan 2018)

Yorum yapın