Zayıflayan egemenliğin yeni duvarları | Havanur Taflan

Nisan 19, 2023

Zayıflayan egemenliğin yeni duvarları | Havanur Taflan

                   

“Yıkılmayı hak eden duvarlar en nihayetinde yıkıldı.” diyor Galeano Berlin Duvarı için. Fakat büyük bir coşkuyla yıkılan bu duvardan sonra… Dünyada bir yeni sürü duvar örüldü. Hem de daha büyük… Sahravi topraklarının Fas Krallığı tarafından gaspını kalıcılaştıran ve Berlin Duvarı’ndan altmış kat uzun olan Fas Duvarı gibi… Kimse onlardan bahsetmiyor. Zaten birçoğundan haberimiz bile yok… İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalini kalıcılaştıran ve Berlin Duvarı’ndan on beş kez daha uzun olan Batı Şeria Duvarı gibi (2008’de temel ihtiyaç maddelerine ulaşmaya çalışan Gazellilerin açtığı tünellerle delinene kadar…)… Zenginiyle yoksuluyla tüm ulus devletler duvar inşa etmeye neden bu kadar hevesli acaba? En önemlisi de bunlar kime(neye) hizmet ediyor? Hem de birbirimize hiç olmadığı kadar benzeştiğimiz ve gelişen iletişim araçlarıyla hiç olmadığımız kadar yakınlaştığımız günümüz dünyasında… Şehirlerin giriş kapılarından girmek yerine bugün havaalanlarının iniş pistleri ile şehre indiğimiz ulaşım teknolojisine ve birbirini hiç tanımayan kitleleri bir araya getirebilmemizi sağlayan iletişim teknolojisine sahipken… Sınırları olmayan bir dünya yaratılmak istenirken ne gerek var tüm bunlara?

Wendy Brown, tek kutuplu dünya düzeniyle beraber demokrasinin temellerinin sarsıldığını, halkın egemenliğinin zayıfladığını ve küreselleşmiş dünyanın gelecek toplumlar açısından hiç de umut verici olmadığını söylüyor Yükselen Duvarlar Zayıflayan Egemenlik adlı kitabında. Eleştirel kuram ve çağdaş kapitalizmin çelişkileri üzerine yazdığı eserleriyle tanınan Brown göre; bir hüsrana (ulus devlet egemenliğinin hüsranına) tepki olarak inşa edilen ve sendeleyen egemenliği destekleme görevinde tam anlamıyla çuvalladıkları için de (yine bir hüsran simgesi olarak)yine bu duvarlara yatırım yapıyorlar. Fakat ona göre asıl dikkat çekici olan halkın da bunları desteklemesi… Bu nedenle bu yeni duvarların fiziksel olarak neye hitap ettiklerini ya da neyi tatmin ettiklerini anlamamız bugünkü dünyayı kavrayabilmemiz açısından çok gerekli…

Yoksullar, işçiler, sığınmacılar, uyuşturucu ve silah kaçakçıları tarafından kaçırılan ve köleleştirilen çocuklar, terör, etnik ve dinsel grupların iç içe geçmesini engellemek  (güya barış) için yapıldıkları söylense de gerçek çok farklı aslında. Dünyanın zengin bölgelerini yoksullardan ayıran bir bariyer bunlar… Tıpkı hayvanlardaki şap salgınını engellemek gibi bir bahaneyle yapıldığı söylenen ama asıl amacının Zimbabvelilerin geçişini engellemek olan Zimbabve sınırındaki duvar gibi… Ya da İspanyol yerleşim bölgelerinin Avrupa’ya geçmeyi amaçlayan Asyalı ve Afrikalılar için bir aktarma noktasına dönüşmesine engel olmak için yaptıkları Ceuta ve Melilla arasındaki duvar gibi… Örnekleri o kadar çok ki… Çiftçileri topraklarından koparan Hindu Keşmir duvarı ve bir üniversiteyi ikiye bölen Teksas Brownsville’deki duvarda olduğu gibi tam bir ayırma ve tahakküm teknolojisi… Egemenler altını oydukları devletin (güya) güvenliğini inşa ettiği yalanı ile tam bir teatral gösteriye dönüştürüyorlar bunu. Güvenlik gerekçesi, ulus devletlerin meşruiyet kazandırmak için kullandığı sihirli bir sözcük… Resmiyette özgür, açık, meşru ve seküler addedilen toplumları izinsiz girişten ve saldırıdan korumayı amaçlarken(…)hukuku da askıya alıyorlar. Yani bu duvarlar özgürlükçü olduklarını iddia eden devletlerin ikiyüzlülüklerinin göstergesi… Brown’a göre bu çılgınlığın nedeni; devlet egemenliğinin zayıflaması ve egemenliğin ulustan kopması. Ulus devletin aşınması olarak değerlendirdiği bu durumun en tehlikeli sonucu ise siyasal egemenliğin teolojik boyutlarını tekrar geri çağırması…

Egemenlik ulus devletten, sermaye ve Tanrı destekli siyasal şiddetin tahakkümüne kaydı bile. Hem de iç hukuku ve tüm yasal normları hiçe sayarak… Teolojik ve ekonomik alan (ayrı yörüngelerde olsalar da) birbirlerine hizmet ederek egemen gücün işini kolaylaştırıyor. Teolojik ve ekonomik güçler kabından taşan iktidarlar da hem içeride ve hem de dışarıdaki icraatlarını dinsel kılığa büründürerek yapıyor.

Teolojik alan da artık siyasal egemenliğin zorunlu tamamlayıcısı olarak kabul ediliyor. Ülke içindeki denetimleri zayıfladıkça da iktidarlar daha çok ihtiyaç duyuyorlar tanrıya. Tıpkı Bush’un Amerika’nın emperyalist faaliyetlerini ‘Tanrının ihsanı olan özgürlüğün’ teminiyle bağdaştırması, 2005’te seçilen İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın İranlıların Allah’ın izin verdiği kadar özgür olabileceğini ilan etmesi ve nükleer silah programını Allah’a hizmetle ilişkilendirmesi gibi… Ya da AKP iktidarı gibi…

Siyasi kimliğini yargı yetkisiyle tanımlayan egemenlik, mekânın sınırları içinde gücün üstünlüğünü ifade ederken yetki alanı dışındaki mekânda ise; eylemdeki özerkliği ve bağımsızlığı kapsar. Locke ise; “Halkın devrim hakkını kullanmasının tek haklı gerekçesi, bu gücün suiistimali olabilir.” der. “Halk yönetime imtiyazlı güç bahşederken yasama gücünü askıya alma yetkisi de vererek, kendi güvenliği için egemenliğini askıya alır.” Egemenliğini askıya alan nasıl egemen olacak peki? Halk egemense o halde halkın ortak gücünün karar alıcı olması, dolayısıyla egemen bir devletin bu gücü askıya almaması gerekmez mi? Locke’ un bu düşüncesini tutarsız bulur zaten Brown. Egemenlik zaten özü itibarıyla antidemokratik ve son derece kaypak bir terimdir.

Rousseau’nun öne sürdüğü anlamda kendi kendisine yasalar koyarak özgürlüğe erişen, başkalarıyla birlikte ve kendi kendisini yöneten özne değiliz artık.  Bu yüzden evlerimizi bile güvenli yapamayanlar hapishanelerin o kısıtlayıcı duvarlarını etrafımıza örmeye devam ediyorlar. Ve bunları tek bir şeyi kontrol etmek için yapıyorlar;  yani bizi… Hem de sürekli olarak… Akıl yürütme becerimizle övünen, her şeyi yapabileceğimize inanan bizler ise ortaçağın karanlığına sürükleniyoruz. Kapanan manzaramız karşısında kahvemizi içip her şeyi kabullenip oturacak mıyız peki? (Gerçi o da çok pahalı ama… Neyse ki bizi yönetenler onun da çaresini düşünürler nasılsa… Hem de Tanrının izniyle…)

Ortak bir dünya yaratmak, şu anda gerçekleştirilmekten çok uzak görünüyor olabilir. Ama yine de… Bu ideale sarılmaktan vazgeçmemeliyiz. Ya Galeano’nun sessiz duvarlar dediği bu duvarlar… Onları ne yapacağız?

“Her yerde papazı ve bankeri oynamak isteyen şu istibdat ruhu var.” diyor Eliot. İşte öncelikle savaşmamız gereken duvar bu bence…

“Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa, kendimi parçalayacak değilim elbette.

Ama önümde duvar var diye boyun eğmeyi de kabullenemem.”

Dostoyevski

Kaynak:

Yükselen Duvarlar Zayıflayan Egemenlik, Wendy Brown, çev. Emine Ayhan, Metis Yayınları

https://www.nytimes.com/2019/01/26/opinion/sunday/border-wall-immigration-trump.html

edebiyathaber.net (19 Nisan 2023)

Yorum yapın