Yazarın ün ve çok okunma tutkusunun bedeli ne olmalı? | Metin Celâl

Mayıs 11, 2022

Yazarın ün ve çok okunma tutkusunun bedeli ne olmalı? | Metin Celâl

Oya Baydar yine çok katmanlı, çok meseleli bir romanla geldi; “Yazarlarevi Cinayeti”. İsmine bakarsanız bir polisiye roman okuyacağımız izlenimi veriyor. Gerçekten de polisiye, günümüzün adlandırmasıyla gizem-gerilim romanı olarak okumak mümkün. Oya Baydar, usta bir yazar olarak romanın isminden başlattığı gerilimi son sayfalara kadar sürdürüyor. İsteseymiş birkaç kalem darbesiyle romanını iyi bir polisiye haline getirebilirmiş. Ama kitabın adından başlayarak böyle bir izlenim yaratsa da baba-kız ilişkisi, aile, insan ilişkileri, varoluş sorunları, romana mekân seçilen ada ve yazarın romanlarına konu olan coğrafyadan yola çıkarak Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve politik önemli sorunları da romanın katmanlarını oluşturuyor. Eh, çağdaş polisiyeler de bu içerikte diye itiraz ediyor polisiye sever yanım.  

Yazar babasının ölümünün izini süren Avukat Ceren bir polisiyenin dedektif kahramanı olabilecek nitelikleri kendinde toplamış. Babasının intihar denilen şüpheli ölümünü araştırdığı sayfalar boyunca da bu izlenimi sürdürecek eylemler yapıyor. Aslında aradığının babasının evini, ailesini yani sevgili karısını, çocuklarını ve özelde kızı Ceren’i küçük yaştayken terk etme nedeni olduğu anlaşılıyor.  

Romanın “Yazar” diye anılan kahramanı için hayatında tek önemli şey yazarlık kariyeridir. Yazarlık hayatının anlamıdır. Bu uğurda her şeyi geride bırakabilir, her şeyi yapabilir. Nitekim, yazarlıkta bir tıkanma yaşadığını hissettiği, bunda da aile yapısının etkisinin olduğuna inandığı anda evi terk ediyor. Marmara Adası olduğunu anladığımız ismi verilmeyen adaya, yazlığına çekiliyor. Bir yandan yeni romanlar yazmasını sağlayacak sesi ararken diğer yandan o sesi bulmasında kaynak oluşturacak girişimlerde bulunuyor. Yazlığını Dünyanın her yerinden yazarların gelip kalabileceği bir yazarlarevi haline getiriyor. Diğer yandan da adadaki edebiyata meraklı gençleri toplayıp atölyeler düzenliyor. 

 “Yazar” 78 kuşağından, gençliğinde sol harekete katılmış, 12 Eylül Askeri darbesi sırasında bir süre de hapiste kalmış. Hapisteki günlerini iyi değerlendirmiş, orada özellikle Kürt yoldaşlarından dinlediği öyküleri kaleme alıp ilk romanlarını yazmış. 80 sonrası çoksatar yazarlığın inşa edildiği dönem. Hem çok satan yazarlar hem de iyi edebiyatçılar bu dönemde çıktı. O dönemi yaşayan hepimizin aklına Oya Baydar’ın isimsiz “Yazar”ına uygun birkaç ad gelebilir. Oya Baydar’ın “yazar”ı bir “karakter”den çok “tip” oluyor. Tipik bir yazar örneği. 

Başkalarının öykülerini kaleme alarak edebiyat eserleri yazmak “intihal” olarak değerlendirilebilir mi? Edebiyatta temel bir mesele ve bitmeyecek bir tartışma konusudur bu. İntihal sorunun bir boyutu. Peki kendini “gerçekçi” olarak tanımlayan bir yazarın eserinin kaynakları arasında yaşanmışlıkların olması normal değil midir? Bu da tartışılıyor. Geçen gün Facebook grubumuz Özgür Edebiyat’ta paylaştığım bir söyleşide Marquez de aynı meseleyi kendi eserleri açısından ele alıp şöyle demiş; “Daha önce söylediğim gibi, büyükannemin hikâyeleri bana ilk ipuçlarını verdi. Kasabasındaki insanların mitleri, efsaneleri ve inançları oldukça doğal biçimde hayatlarının bir parçasıydı. Aklımda büyükannem varken, aniden fark ettim ki, ben hiçbir şey icat etmiyorum aslında, yalnızca özünde bize, Latin Amerika’ya ait olan bir alametler, önseziler, şifalar, batıl inançlar dünyasını yakalayıp anlatıyorum. Örneğin, dua okuyarak ineklerin kulaklarından kurtlar çıkaran adamları bir hatırlayın. Latin Amerika’daki günlük hayatımız bu tür şeylerle dolu.” Söyleşinin başlığı da “Yazarın devrimci görevi, iyi yazmaktır.” 

Oya Baydar’ın yazar kahramanı da dinlediklerini “iyi” yazmış ve ilk iki romanında büyük bir başarıya ulaşmış, hem çok satmış hem de çok ünlenmiştir. Burada bir yol ayrımıyla karşı karşıyadır yazar ya aynı üslupla benzer konuları yazarak ününü ve çok satarlığını sürdürmeye çalışacak ve bir süre sonra eski bir çoksatar yazar olacak, okunmayacak, anımsanmayacaktır ya da yeni konular yeni sesler bulacak, kalıcı olacaktır. 

Hikâyeler tükendi, bana yeni bir dil, yeni bir ses gerek, o dili, o sesi bulabilir miyiz?” diyen “Yazar” akıllı biri olduğu için arayışlara girer. Edebiyat atölyesine katılan gençlerin öykülerinde anlattıkları bu yeni konunun malzemesi olabilir örneğin. Bu malzeme ile bir süre idare eder ama ona yetmez. 

Dünyada çoksatar yazarlarla, edebi eserler veren yazarlar ayrı kulvarlardadır, farklı kıstaslarla değerlendirilir. Çoksatan bir yazar “edebiyatçı” olarak anılmak için uğraşmaz. Bizde çoksatan yazarla, edebi anlamda usta yazar arasında bir ayrım yapılmaz. Bu kasti bir eylemdir. Yazarlar da yayınevleri bu durumu sürekli vurgulayarak korumaya çalışırlar. Çünkü çoksatar olmak geçicidir, usta yazarsa ünlüdür, edebiyat tarihinde, kanonda vardır, saygı görür. Çok satmaz ama her zaman okunur. İdeal olan hem çok satan hem her zaman okunan iyi edebiyatsa yazarlar da her iki niteliğe birden sahip olmak ister. 

Her iki niteliğe sahip olabilmek kolay başarılabilecek bir şey değil. Çünkü iyi edebiyat çok okur bulmaz, çok satmak istiyorsanız “vasat” olmak, kolay tüketilmek zorundasınız. Vasatlık için de edebiyattan fedakârlık etmek zorundasınız. 300 sözcüklük bir sözlükle sıradan konuları kolay anlaşılır şekilde yazıp büyük reklam kampanyalarıyla, gençliğinizle, güzelliğiniz ya da yakışıklılığınızla medyatik olmalı eserinizin önüne kendinizi koyarak bu işi başarmalısınız.

Yazarlarevi’nin “Yazar”ı tercihini iyi edebiyattan yana yapıyor. Zaten çok satmanın getirilerine sahip, iyi kazanmış, dünya dillerine çevrilmiş. İsminin edebiyat tarihinde kalıcı olmasını, kanonu oluşturan yazarlar arasında anılmayı istiyor. Bunun için yapması gerekenin yeni bir ses bulmak olduğunu düşünüyor. Yeni bir ses bulacak ve yeni bir çıkışla okurun ve edebiyat dünyasının ilgisini tekrar üzerine çekecektir. Kendisine gönüllü olarak öykülerini anlatacak kişiler bulmak için yeniden hapishaneye giremeyeceğine göre yapması gereken ücreti karşılığında bu nitelikte kişiler bulmaktır. Tabii ki evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz. Hapiste kendisinin, ninelerinin, dedelerinin öykülerini paylaşanla para karşılığı kendi öyküsünü anlatanın tavrı ve talepleri farklı olacaktır. Bu ilişki romanın gerilimli sonunu da hazırlıyor.           

edebiyathaber.net (11 Mayıs 2022)

Yorum yapın