Oya Baydar: “Umudu yitirirsek hayata tutunamayız.”

Şubat 19, 2021

Oya Baydar: “Umudu yitirirsek hayata tutunamayız.”

Söyleşi: Burak Soyer

Oya Baydar’ın Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı “80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri” yazarın Covid-19 virüsünün patladığı zamandan itibaren tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Yazarın bir ‘hesaplaşma ve yüzleşme’ olarak anlattığı kitap Türkiye ve gündemine ait güncel tahlillerle de günlük hayattan hiç uzaklaşmayan metinler sunuyor.

Fotoğraf: Heloise Jouanard

Türkiye edebiyatının ve sol/sosyalist hareketin en önemli isimlerinden Oya Baydar, son kitabı ’80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri’nde Covid-19’un patladığı günden başlayarak tuttuğu günlüklerinde ‘kalemine takılanları’ anlatıyor. Kitapta sık sık rastladığımız ’80 yaş’ vurgusundan okur bir bıkkınlık, kaçış, başka şeylere sığınma, eliğe asılmış unun son halini beklese de ’80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri’ Oya Baydar’ın kendisiyle yüzleştiği, hesaplaştığı satırlarla baş başa bırakıyor okuru. Yer yer deneme türüne de göz kırpan günlükler Türkiye ve dünya gündemini de ‘an be an’ aktararak tarihe not düşüyor.  

‘Kafa kağıdında’ 80, sizin deyiminizle 60 yıl mücadeleyle, sloganlarla, alanlarda, mitinglerde geçen bir ömür… Ne görüyorsunuz geriye baktığınızda?

“60 yıl mücadeleyle geçen bir ömür” derken fazla abartmayalım. Kendi kuşağımdan pek çokları gibi, umutlarla yıkımların birbirini izlediği, ülkenin, toplumun kıpır kıpır olduğu bir zaman kesitinde, yaşamın doğal akışıydı. Geriye baktığımda, iyi ki böyle yaşamışım, tercihim iyi ki insandan, barıştan, özgürlükten, eşitlikten, adaletten yana olmuş, diyorum.

 Kitapta en çok dikkatimi çeken şey o gün olan biteni yazmanın haricinde olayları bir köşe yazısı gibi yorumlamışsınız. Nedenleri, sonuçları, tarihsel bağlantısının sonuçlarını okuyoruz. İnsan sormadan edemiyor. Hiç bunalmadınız mı?

Günlükler, o günün olaylarının dökümünden ibaret olsa ne anlamı kalır! Almanak gibi bir şey olurdu o zaman. Günün gelişmelerinin yarattığı çağrışımlar, anımsamalar,  duygular, düşünceler aktarılmazsa yazmanın da okumanın da anlamı kalmaz diye düşünüyorum. 80 Yaş günlüklerini çeşitli konularda küçük denemeler olarak da okuyabilirsiniz. Hiç bunalmadınız mı, diye soruyorsunuz.  Aksine, yazarken hafifledim. İçimi dökmek, günün yükünü paylaşmak, geçirmekte olduğumuz her anlamda zor zamanları daha kolay atlatmama yardımcı oldu.

Kitabı ilk elime aldığımda Korona’dan kaçışla beraber sizin Marmara Adası’na kaçışınızla açılışı yapması nedeniyle bol bol börtü böcek okuyacağımı sanmıştım ama siz adeta bir Türkiye günlüğü tutmuşsunuz…

Börtü böcek de var, fareler, kediler, kaldırılamayan çöpler, deniz, derya, küçük bostanım, arkadaşlarım, komşularım; yaşama dair ne varsa var. Ama ömür boyu dünyanın ve Türkiye’nin halleriyle haşır neşir olmuşsanız günlüğünüz ülkenin günlüğüne de dönüşüyor ister istemez.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak; kitabın son okumasını bitirdiğinizde “Yahu özelde bir insan, genelde de dünya sadece bir yılda bu kadar şey yaşar mı?” dediniz mi?

Bir yıl bile değil, 22 Mart’tan 3 Ekim’e kadar… Dünyanın, küresel salgının da etkisiyle sert bir türbülansa girdiği, derin bir dönüşüm ve bunalım döneminden geçiyoruz. Böyle dönemlerde bir yılda çok şey yaşanır. Benim özelime gelince: insanlığın geleceğine dair kaygılarımın derinleşmesi, ülkede olup bitenlere üzülmek, bir de şu “hayat eve sığar” saçmalığına duyduğum tepki dışında hayatımda yeni bir şey olmadı.

Bir yazarın okurla arasındaki mahremini zaten mümkün olduğu kadar kaldırması gerektiğini söylüyorsunuz. Ancak ’80 Yaş Zor Zaman Günlükleri’nde sınır namına hiçbir şey yok. Özellikle bizim gibi özeleştiriden bir hayli yoksun toplumlarda siz neredeyse kendinizi yerden yere vuruyorsunuz…

“Mahrem” yerine, okurla arasındaki perdeleri kaldırması, diyelim isterseniz. Eğer bunu yapmayacaksak insanın özeline dair bir şey olan günlük yazmak neye yarar? 80 Yaş Günlükleri, bir ömrün sonuna yaklaşmışken kendimle ve yaşamla yüzleşme, hesaplaşma ve barışma metni. Özeleştiri kavramı yerine insanın kendisiyle hesaplaşması diyorum ben. Haklısınız, bizim toplumda pek alışılmış bir şey değil, güçsüzlük belirtisi sayılır. Oysa, kendinizle barışıksanız, kendinizi kaf dağlarında görmüyorsanız, şişkin ego sorununuz yoksa, şeffaflıktan, hesaplaşmaktan, özeleştiriden korkmazsınız.

Yakın zaman okuduğum bir kitapta şu minvalde bir cümle geçiyordu: “Bir konunun enine boyuna eleştirilebilmesi, masaya yatırılması için aranın biraz soğuması gerekiyor. Bir olaya, olguya sıcağı sıcağına bakamazsınız.” deniyordu. Bu bağlamda günlük tutmanız ve bu günlükleri kitaba dönüştürmenizin zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçek olaylardan esinlenen bir roman yazıyorsanız, doğrudur, aranın soğuması gerekir. Ama günlük yazıyorsanız tam aksine sıcağı sıcağına yazmazsanız yapay bir metin çıkar ortaya. Okunmaya değer bütün günlükler günün olaylarını, ânın duygularını yansıtanlardır. İçtenlik  ve gerçeklik ancak böyle yakalanır.

Kitapta sıkça vurguladığınız gibi bir kenara çekilip deniz kabuklarından bir şeyler yaparak vakit geçirme ihtimalinizden de söz ediyorsunuz ama tükenmeyen bir enerjiyle mücadeleyi sürdürmeye devam ediyorsunuz. Nasıl bir motivasyon bu?

Bilmem, bana normal görünüyor. Galiba biraz da “durmayalım, düşeriz” halleri. Bazen her şeyden usandığım oluyor, sonra silkiniyorum. Şimdi siz sorunca düşündüm de, galiba haksızlığa, adaletsizliğe, ille de muktedirlerin hot zotçuluğuna duyduğum öfkeyle bileniyorum.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak yine “Yaşadığım, yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Yine olsa aynı şeyleri daha az hata ile yapmaya çalışırım,” diyorsunuz. Günlüklerin bittiği bölüme geldiğimizde “Özeleştirimi de yaptım. İçinde bulunduğumuz duruma göre Zoom’la mücadelemi de verdim,” diyen bir yazarın son cümleleriyle kitabı bitireceğiz derken “Sonrası” bölümünde sürpriz bir sonla karşılaşıyoruz. Kitabın sonundaki ruh haline size iten nedir?

Günlüklerin son tarihi 3 Ekim’de “İnsan bir akşam vakti ansızın yorulur “ diye yazmışım. “Yorgunum. Yitirdiğim insanlarla, erişemediğim amaçlarla, değerlendiremediğim fırsatlarla, 80 yaşımla yorgunum” diyorum. Sizi şaşırtan buysa, insan 80 yılın sonunda biraz yorgun oluyor haliyle. Hele de vardığı noktadaki dünya ve ülke bütün çabalara, bütün mücadeleye karşın başladığı noktadan daha kötü, daha geriyse. Günlükleri tamamladıktan sonra eklediğim “Sonrası” bölümünden söz ediyorsanız, orada hem bu ruh halini hem de her şeye rağmen umudu yansıtmaya çalışıyorum. Çünkü umudu yitirirsek hayata tutunamayız.

edebiyathaber.net (19 Şubat 2021)

Yorum yapın