“İnsan Manzaraları Üçlemesi” adlı film üzerine | 7. Samuray

Haziran 30, 2012

“İnsan Manzaraları Üçlemesi” adlı film üzerine | 7. Samuray

İnsan Manzaları Üçlemesi [The Human Condition trilogy] II.Dünya Savaşı konulu ve genel olarak “savaş karşıtı filmler” içerisinde şu ana kadar izlediğim en gerçekçi yapımların başında geliyor; çünkü yönetmen ve başrol oyuncuları Japon olmasına rağmen kamera hiçkimseyi haklı çıkarmıyor.

Mesela “Er Ryan’ı Kurtarmak” filmini hiçbir zaman savaş karşıtı bir film olarak izlemedim. Benim gözümde her zaman “savaş filmi” olarak kaldı. Sonuçta belli bir tarafı tutuyor ve bazı yerlerde savaşa methiyeler düzdüğü bile söylenebilir. Oysa savaş karşıtı filmdeki kamera tarafsız bir şekilde olayları yansıtmalı ve kahramanlığa methiyeler düzmemeli. İnsan Manzaraları Üçlemesi bu konuda gördüğüm en iyi “savaş karşıtı filmler”den biri. Stanley Kubrick‘in Full Metal Jacket filminin bile ilham kaynağı olarak bu filmi gösterebilirim. [Özellikle ikinci filmdeki bazı sahneler Full Metal Jacket’ta birebir kullanılmış.]

Ne hikmetse bu kadar iyi olması, yapım tarihinden bugüne kadar geçen sürede yeterince popüler/kült/konuşulan bir film olmasını sağlayamamış. İlk film ile günümüz arasında geçen süre yarım yüzyıldan fazla iken böyle bir filmin sinemaseverler tarafından hâlâ keşfedilmemiş olmasını feci şekilde garipsiyorum. Aslında filmi izledikten sonra garipsemek yanlış olur; çünkü filmin içerisinde barındırdığı fikir, hem anti militarist hem de kapitalizm karşıtıdır. Bu şekilde bir yaklaşım “sosyalizm”e çıktığına göre Hollywood kafalıların bu filmle ilgilenmemesini normal karşılıyorum. IMDB gibi dünyanın en popüler sinema sitesinde bile film için oy kullananların sayısı aslında bu durumu iyice özetler nitelikte. [Sitede 1822 kullanıcı, bu film için oy vermiş. Böyle bir film için bana göre bu sayı çok çok az]

Masaki Kobayashi’nin hayranıyım. İzlediğim her filmine hayranlık beslemiştim. Ama bu film, hem yapım tarihi hem konusu itibariyle diğerlerinden hep daha farklı bir yerde olacak; çünkü izledikten sonra hem ne kadar cesur bir yönetmen olduğunu hem de diğer filmleri gibi yine bir başyapıtla bizi karşı karşıya bıraktığını anlayabiliriz. Yönetmen, toplamda 9 saat 47 dakika süren bu üçleme ile aynı zamanda muhalif tavrını da sergilemiş oluyor. Kendisinin de savaşta subay olarak yer alması ve kitabın yazarıyla benzer fikirler taşıması hem senaryoya hem de filme daha fazla gerçekçilik katmış.

İlk filmin çekim tarihi ile II.Dünya Savaşının bitişi arasında sadece 14 yıl varken bir yönetmen için ülkesinin [Japonya’nın] saldırgan ve faşizan tavırlarını, savaş suçlarını, ordunun yozlaşmışlığını, kıyımlarını hiç çekinmeden ortaya koyabilmek cesaret ister. Hiroşima ve Nagazaki’ye düşen atom bombalarının dumanı tüterken ülkesine dair öz eleştiride bulunmak cesaret değil de nedir?
Savaş bitmiş, Japonya yenilmiş ve Amerikan tahakkümü altına girmişken bu filmi çekmiş olmasından dolayı yönetmenin Japon milliyetçilerinden büyük tepki aldığını tahmin etmek zor değil.

Yönetmenin diğer meziyeti ise film esnasında kendi fikirlerine bile eleştiri getirirken mümkün olduğunda tarafsız davranıyor olmasıdır ki büyük bir marifet gerektirir. Film en özel yanı da bu olsa gerek.

Başrolde  adını ezbere bildiğim Japon aktörlerden biri olan Tatsuya Nakadai var. Tatsuya Nakadai‘nin kariyerinde yer alan filmleri takip etmeye başladığınızda ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu anlamanız mümkün. Genellikle acımasız, kötü, huysuz ve alaycı karakterlere hayat veren Tatsuya Nakadai bu filmle birlikte oyunculuğunun bir başka rengini göstermiş oluyor. İnsan Manzaraları Üçlemesi‘nin merkezinde adeta savaşla mücadele eden  pasifist, savaş karşıtı, sol görüşlü  “Kaji” rolüyle film bitene kadar savaşın bütün çirkiliğinin içerisinden insanlara, aşka  ve geleceğe dair umutları taşıyor. Daha önce kendisini YojimboSanjuroHarakiri gibi harika filmlerde izlemiştim.Bana kalırsa kariyerinin zirve noktası bu.

Konuyu biraz toparlamaya çalışayım. Bruce Lee, Jet Li, Chakie Chan gibi Çinli aktörlerin filmlerini izlerken bu starların bazı filmlerinde değişmeyen konuların başında Çinlilerin Japonlarla olan kavgaları ve Japonlara duydukları nefret vardır. Çin’den gelen iyi aksiyon filmlerinde bu konu hâlâ işleniyor. En son aklıma gelen popüler örnek “Fearless/Korkusuz” adlı, Jet Li‘nin başrolde olduğu filmdir.

Kısaca “İnsan Mazanaları Üçlemesi” II.Dünya Savaşı’nı sinemada Amerikalılar, Almanlar, Yahudiler ve İngilizler’den ibaret gören benim gibilerin,  olaya Uzak Doğuluların gözüyle bakmasını sağlıyor. Çinlilerin Japonlardan bu kadar nefret etmesini anlamamı sağlayan ilk film bu oldu; çünkü II.Dünya Savaşı‘nda Çinliler de en az Yahudiler kadar olayın mağduru durumundaymış(!)

Filmin içerisinde Japonlar, Çinli/Mançulu milisler ve Rus askerleri ile çarpışıyor. Bu üç ülkenin birbirileriyle II.Dünya Savaşının çok öncesinde var olan husumetlerini bilmeden filmi izlemek, izlerken bazı konulara yabancılaşmamıza neden olabilir. Eğer üçlemeyi izlemeyi düşünürseniz 1800′lü yılların sonları ile 1900′lü yılların başında Mançurya’da Ruslar, Çinliler ve Japonlar arasında var olan husumeti biraz okumanız faydalı olacaktır. Filmde anlatılacak o kadar çok ayrıntı ve olay var ki hepsini anlatmanın çok zor olacağını biliyorum. Bu yüzden elimden geldiğinde  özet mahiyetinde üç filmden de bahsedeceğim.

II.Dünya Savaşı 1945 yılında, önce Almanya’nın ve aylar sonra Japon İmparatorluğu’nun kesin yenilgiyi kabul etmesinin ardından bitti. Serinin ilk filmi hikâyesini savaşın bitmesine iki yıl kadar bir süre varken anlatmaya başlıyor.

Önemli Not: Aşağıdaki yazı filmin konusu hakkında ayrıntı içermektedir!

I.Bölüm:

 ”No Greater Love”[1959] 

Film başlarken yoğun bir kar yağışının altında Kaji‘yi  sevgilisi Michiko‘yla görürüz. Birbirlerine aşık oldukları bellidir. Ama Kaji, kendisine aşık bu kızla evlenmek istemesine rağmen askere alınma endişesiyle bu duygusunu belli etmez. Hem de kızın bütün ısrarına rağmen…

Bir sonraki sahnede sevgililerin Güney Mançurya Çelik Fabrikası Araştırma-Geliştirme Servisi‘nde[Ar-Ge] çalıştıklarını anlarız. Bu şirket Japon ordusuna hizmet vermektedir. Ar-Ge‘de çalışan Kaji, hâlâ üniversite öğrencisidir. Tezini hazırlamış ve patrona sunmuştur. Sol fikirlerle hazırlanan bu çalışmayı kağıt üzerinden iyi ama pratikte yararsız olarak gören patron, yine de Kaji‘ye bir teklifte bulunur. Kaji‘nin askerden muaf olmasını sağlayacaktır; ama madenlerdeki işçilerin yönetimini kabul ederse… Kaji  bunu duyduğunda çok mutlu olur. Hem askere gitmeyecek hem sevdiği kızla evlenecek hem de işini yapabilecektir.

KajiPasifisttir ve böyle biri için savaş zamanında askerden muaf olmak çölde vaha bulmak gibi bir şey olsa gerek ki bu duruma çok sevinir.

KajiMichiko‘yla evlenip orduya hizmet veren madenlere doğru yola çıkar. Madenlere giderek savaştan kaçtığını zannetse de zamanla ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü anlayacaktır.

Madenlere vardığında Çinli işçilere yapılan zülmu görür. Müdahale eder, dayağı yasaklar, yemek konusunda elinden geleni yapar. Ama her defasında yeni sorunlar yaşayacaktır. Çünkü savaş zamanıdır ve güçlüler her zaman haklıdır. Madenlerden sorumlu Japonlar, kendilerine “sevgi”den, “insan hukuku”ndan bahseden ve“merhameti” Çinliler için de isteyen “Kızıl fikirli” Kaji’den, nefret ederler. Buna rağmenKaji bildiği yoldan şaşmaz.

Ordu üretimin artması için şirkete esirleri teklif eder. Hem işçi sayısı artacak hem de bedava işgücü sağlanmış olacak. Kaji ne kadar karşı çıksa da ordunun keskinliği karşısında durumu kabullenmek zorunda kalır. Sorumluluk Kaji‘dedir. Çinli esirler için kesin talimat vardır: “Ölebilirler,öldürülebilirler ama kaçmalarına asla izin verilmemelidir”

Özellikle Çinli esirlerin tren vagonlarıyla getirildiği sahne adete bir zombi filmi gibidir. Hayatım boyunca böyle etkileyici bir sahne görmedim.

Kaji, savaş suçu işleyen Japonlara kaşı çıktığı için hapse atılır, işkence görür ve idam edilmek istenir. Ama ordunun kendisine küçük bir sürprizi vardır!

Filmin sonunda faşist Japon ordusu için Kaji, artık dikkat edilmesi gereken bir“Kızıldır/Komünisttir”. Aynı zamanda Çinliler için vicdansız bir Japon’dur. Yani hiçkimseKaji‘nin içindeki “insan”ı görememiştir. Hatta bazı durumlarda alay konusu bile olur. Askerden muaf olmak için geldiği bu yerde gördüğü şeyler daha sonra yaşayacağı vicdan azaplarının ilkini yüreğine kazır.

Filmin finalinde bitkin hâldeki Kaji‘yi, eşi Michiko‘ya giderken görürüz. Tepelerde karşılaşırlar. Kaji‘nin serbest bırakılmasına sevinen Michiko, sonra birden irkilir:“Kaji’yi idam etmek isteyen Japon ordusu neden onu serbest bıraktı ki?”

Kaji, cebinden çıkardığı kağıdı gösterir karısına. Serbest kalmasının nedeni anlaşılır. Savaşın yoğun bir biçimde yaşandığı Kuzey Mançurya’ya Kaji‘nin askerlik celbi çıkmıştır. O artık askerdir ve ordu onu ölüme yollamıştır. Vedalaşmaları için sadece 24 saatleri kalmıştır. Michiko ne olursa olsun Kaji‘yi bekleyecektir. İlk film bu noktada biter. İkinci film bu olaydan yaklaşık bir yıl sonrasını anlatacaktır… Yani aradan geçen zamanda neler olduğu hakkında bir fikrimiz olmayacak.

II.Bölüm:

“The Road To Eternity”[1959]

“Pekâlâ, işte sona geldik.Savaşın hengâmesinde bazı emirler duyulmayabilir. Her biriniz kendi başının çaresine baksın.Söylemek istediğim iki şey var sadece: Korkak olmayın, siz istemeseniz de bu çarpışma olacak. Diğer şey ise, asla pes etmeyin. Zafer uğruna değil,kendiniz için yapın bunu. İşler iyice kızışırsa, bir yere gizlenin ve evinizi düşünün.Veya kız arkadaşınızı…Ben öyle yapacağım.”

Kaji bu konuşmayı emri altındaki askerlere filmin sonundaki çatışmadan önce yapar. Ölümü asla övmez. Askerlerinden kahramanlık beklemez, tek istediği şey “hayatta kalmak”tır. Sinema tarihinde onun gibi son çarpışmadan önce “yaşamaya” teşvik eden ikinci bir karakter yoktur. Ne olursa olsun sağ salim karısına kavuşmak isteyen Kaji ikinci bölümde de her türlü pisliğin arasında hayatta kalmayı başarır ; lakin hayata dair var olan inançlarından ilk filmdeki gibi ödün vererek…

Hikayenin başına döneyim. Birinci filmin sonunda idamdan kurtulan Kaji‘nin askerlik celbi gelmişti.  İkinci filmde onu asker kıyafetleriyle kışlada görürüz. Aradan 1 yıldan fazla zaman geçmiştir. Hem eşinden ayrı kalmış hem de dünyanın en “mantıksız”yerine düşmüştür.

Devam filmini izlerken adeta Türkiye’deki ordudan manzaralar görürüz, bunu abartısız söylüyorum. “Devrecilik” anlayışının sadece bizim ordumuza mahsus olmadığını anlarız.

Bu bölüm, Kaji gibi savaş karşıtı bir adamın orduda gördüğü zulmü anlatır. Kaji, her ne kadar idamdan kurtulup orduya alınmış olsa da o artık “şüpheli”dir. Faşizmin ve yozlaşmanın derin kökler saldığı Japon ordusunda Kaji gibi  Sol görüşlü, Pasifist biri, bütün görevlerini eksiksiz yerine getirse dahi her zaman kendisi hakkında raporlar komutanlarına gider. Ayrıca savaşta Japonlar’ın durumu hiç iyi değildir. Bu durum ordu içerisindeki düzensizliğin ve şiddetin zayıflara ve aykırı kişilere karşı daha da artmasına neden olur.

Her gün dayak yer, tuvaletleri temizler, dayak yer, aşağılanır, dayak yer, aç kalır, dayak yer. Sustukça daha fazla dayak yer… Kendisi gibi uzun süre askerlik yapan“acemiler” terfi alırken o hep “acemi er” olarak kalır. Kısır bir döngünün içerisinde yine de bölüğünün en iyi askeridir. Verilen görevleri kusursuz bir şekilde yerine getirir. Ama bunca şiddete ve psikolojik baskıya kendisi kadar sabredemeyen başka“acemiler” vardır. Onlardan biri de “Obara” adlı sıska ve gözlüklü acemi askerdir.

Komutanlara ve usta erlere göre Obara, bölüğün yüz karasıdır. Kaji, her zamanObara‘ya sahip çıkar.Eksiklerini gidermeye çalışır ama ne yaparsa yapsın Obaraaskerliğe elverişli değildir. Her gün aşağılanan ve dayak yiyen Obara, şiddet ortamında çareyi intihar etmekte bulur. [Stanley Kubrick’in “Full Metal Jacket” filminde neredeyse aynı şekilde bir sahne vardır.]

Kaji her ne kadar şartlara uyum sağlamak zorunda hissetse de Obara‘nın intiharı bardağı taşıran son damla olur. İsyan eder, Obara‘nın intihara sürüklenmesinden sorumlu olanların yargılanmasını ister. Yine dayak ve bin türlü eziyet…

Kaji artık “ustalığa” terfi eder ve kendisine, eğitmesi için “acemi erler” verilir. Bu görevi kabul eder ama tıpkı ilk filmde olduğu gibi şiddete asla başvurmaması, Kaji‘nin ezilenlerle ezenler arasında kalmasına neden olur. Kendisinden daha üst rütbelilerKaji‘nin “Sol” fikirlerinden yine rahatsız olmuşlardır.

“Acemiler” arasında 3.Filmde Kaji‘yi takip edecek olan Terada adlı delikanlı vardır.“Büyük Japon Ordusu, Kahramanlık, Onur, Vatan” gibi kavramlara inanan bu delikanlı,  Kaji’nin korkak olduğunu düşünür. Oysa Kaji “hayat”a inanır ve Kaji için tek bir “vatan” vardır, o da insan yaşamı‘dır. Terada, Ruslarla girilen çatışmadan sonra hem Kaji‘yi hem de hayatın kıymetini daha iyi anlayacaktır.

Kaji, çevresinde yaşanmakta olan bütün kötülüklerin, savaşların, işkencelerin, ölümlerin teşhisini tek bir sözcükle ortaya koyar:  “ORDU”

Pasifist bile olsa Kaji savaş sırasında adam öldürmek zorunda kalır. “yaşamak için öldürmeye” başladığında deliliğin eşiğine gelir.  Kaji filmin sonunda Rus tanklarından, delirmiş bir şekilde kaçar… Artık tek bir amacı vardır sevgili karısı Michiko‘ya sağ salim dönebilmek…

III.Bölüm:

“A Soldier’s Prayer”[1961]

3.Film, kendinden öncekinin bittiği yerden başlar.Ormanlarda açlıktan intihar etmeyi seçen insanlar, her tarafa saçılmış cesetler, esir kampları, savaşmayı marifet sayan faşist subaylar,tecavüz ve cinayetler…

Rus tanklarına mağlup olan Kaji‘nin ekibinden kendisi dahil üç kişi sağ kalmıştır. Kajiyanındakilerle beraber savaştan kaçmak, düşman hattının ilerisindeki sevgilisi Michiko‘ya kavuşmak için Güney Mançurya’ya doğru ilerlemeye başlar. Bir önceki filmde Kaji’yi yaşamak ve karısına kavuşmak istediği için “korkak” olarak görenTerada, artık fikirlerini değiştirir. Gördüğü savaş manzaraları ondaki değişimin temel nedenidir. [Terada, daha sonra Rus esir kampında Japon subaylarınca öldürülecektir.]

Serinin bu son filminde ilk ikisi gibi sabit mekânlar yoktur, izleyici bile Kaji‘nin katettiği mesafeden dolayı yorulur. Ama Kaji yorulmaz… İlk bakışta karısına kavuşmak gibi duran bu yolculuk aslında bir “Arayış” ya da “Ruh Yolculuğunu”dur.

Film içerisinde Japonya’nın düşüşünü temsil eden bir çok ayrıntı mevcut. Trajik nokta faşist Japonların yenildiklerine bir türlü inanamamış olmasıdır. Kaji yolculuğu sırasında sırf bu yüzden bir çok defa Faşistlerle kavga etmek zorunda kalır.

1 ve 2.Bölümde Michiko hikâyeye bir şekilde dahil oluyordu. Ama 3.Bölümde Kaji için sadece bir hayalden ibarettir. Michiko‘yla geçirdiği anlar aklına gelir. Aynı zamanda önceki bölümlerde yaşananlar da ara sıra Kaji‘nin zihninde canlanır.Ve tanık olduğu, müdahale edemediği olaylardan dolayı vicdan azabı çeker:

“Michiko, mutluluğumuz bir hayal ürünüydü. Çinliler’e çektirdiğimiz çilelerin hesabını şimdi fazlasıyla ödüyorum.Daha da kötüsü, sana dönebilmek için çalmak ve öldürmek zorunda kalıyorum”

Kaji‘nin yolculuğu boyunca geçtiği her yerde adeta kıyamet vardır. Yönetmenin belli bir süre sonra Kaji‘yi adete peygamberleştirdiğini de söyleyebilirim; çünkü bu kadar kötülük içerisinde “iyi” duran tek şey Kaji‘nin ne olursa olsun içinde taşıdığı ‘insanlık’tır. Bunu çeşitli vesilelerle görürüz. Bir de Kaji, Ruslar’a ve Kızıl Ordu‘ya güvenir. Komünizm‘e inanır. İnanır  ama…

Film belki ilk bakışta “Komünizm” propagandası yapıyor gibi görünse de serinin son ayağı bu konuda özeleştiri yapmaktan geri durmuyor.

Kaji ve yakın arkadaşı Tange monlog yoluyla Rus askeri aracında tecavüz edilip yola atılan Japon kadın üzerinden “Komünizm“e dair kendi inançlarını sorgular:

“Kızıl Ordu sivillere kötü davranmaz bilirdim. Kızıl Ordu’da da bazı çürük elmalar türemiş olmalı…Milyonların içinde o kadar olur.

[Gerçeklerle yüzleşmekten korkar, “bazı çürük elmalar” küçücük bir sayıyı ifade eder.Ama monologun devamında bu sayıyı git gide arttırır.]

Belki birkaç düzine,belki birkaç yüz adam Komünizm teorisine leke süremez. Halkın ordusu o. Geçiş süreci sancıları bunlar. Mutlaka ama mutlaka düzelecektir.Kızıl Ordu’nun, Japon ve Nazilerden farkı olmalı. Hatta Amerikan Ordusu’ndan bile temelden farklı olmalı.

Tarihi açıdan bakılırsa böyle küçük olaylar insanların zihnine kazınır. Yaşanan bu tür olumsuzlukların açtığı yaralar asla kapanmaz. Yaralardan sızan nefret kanları asla silinemeyecek bir güvensizlik ortamına zemin hazırlar. Önemsiz bir olay gibi görünür ama aslında insanlık için kara bir lekedir bu.Böyle bir şeyin izahatı nasıl yapılır?”

Açlık, tecavüz, cinsellik, intihar, yağma, cinayetler, yozlaşmışlık, umutsuzluk, hastalıklar, öfke … Kaji‘nin geçmesi gereken sınavlardan sadece bir kaçıdır. Zaten yolculuk boyunca bir hayalden ibaret olan Michiko‘ya hitaben girdiği monologlar Kaji’nin yolculuğu esnasında  fikirlerinin bile yorgun düştüğünü gösterir.

Filmin sonunda Kaji açlıktan ölmek üzeredir. Ama cebindeki küçücük pirinç lapasını yemez; çünkü o elinde kalan son parçadır. Eğer yerse Michiko‘ya asla varamayacağını düşünür:

Michiko, affet beni.Ayaklarım dermandan kesilene dek yürüdüm.
Michiko, bak ne kadar yol geldim!
Bunu sana saklayacağım,bu hamur köftesini sana getiriyorum.O sana biricik hediyem,yedi yüz gün ayrılıktan sonra sana getirdiğim tek şey bu.

Sana olan yolculuğuma devam edebilmek için bir sürü cana kıymam gerekti,bir sürü adam öldürdüm.Bunun için nefret etme benden !

Evime, sana dönüyorum.
Şu an dahi  sana doğru yürüyorum.
Michiko…Hâlâ yollarımı gözlüyor musun?

Bekle beni  Michiko…Fazla sürmez artık. Onca yol yürüdüm,az bir zaman kaldı.Yol boyunca sayısız çileler çektim. Artık hepsi geride kaldı. Bu gece yüzünü göreceğim, sesini duyacağım, ellerine dokunacağım, kaçırdığımız güzel günlerin acısını çıkartacağım. Vardım sayılır,izin ver, beş dakika dinleneyim. Sonra yine sana doğru yürürüm.Artık elveda demek zorunda kalmayacağız. Birlikte yeni bir hayata başlayacağız bu gece. Michiko… Nihayet evime vardım !
Nihayet seninleyim!

Lakin monologu bittikten sonra kar yağışının altında yola yığılır ve can verir. Film bu noktada sonlanır.

Notlar:

  • Filmin sonunda Kaji‘nin Michiko‘ya ulaşamadan bilinmeyen bir yerde yorgunluk, açlık ve soğuktan ölmesi bir çok izleyicide hayal kırıklığı yarattığı için yönetmen Masaki Kobasyhi‘ye tepki mektupları gelir, yönetmen bu konudaki savunmasında şöyle der:

“Ben de ilk başta Kaji’nin ölmemesi gerektiğini düşündüm.Daha sonra onun ölmesinin daha iyi olacağına karar verdim. Böylece Kaji onu seven herkesin kalbinde sonsuza kadar yaşayacaktı.Ve öyle de oldu”

  • Filmde yer alan bazı sahneler “cinsellik”ten ve Japon toplumunu aşağılamaktan dolayı sansüre takılmış. Zaten bunu filmi izlerken anlayabiliriz. Ne Kaji‘nin Michiko ile olan sevişme sahneleri ne de tecavüz sahneleri çok uzun tutulmamış. Bunun bazı yönlerden filme katkısının olduğunu söylemek lazım. Çünkü bu sansür, yönetmenin anlatmak istediğine en yakın sahneyi çekmesi için başka yöntemlere başvurmasını sağlamış. Özellikle Ruslar’ın tecavüz ettikten sonra kamyonetten asfalta attığı kadın… Erkek kardeşinin  gözü önünde önce Rusların daha sonra da Japon askerlerinin ırzına geçeceği  küçük kız izleyiciye “utancı” en derinden yaşatıyor. Bu da yönetmenin başarısı…
  • İddia ediyorum eğer yönetmen “Savaş Karşıtı Film” çekmek yerine “Savaş Filmi” çekmek istese filmde kullanılan tanklar, görsel amaçlı bomba sahneleri, silahlar, mekânlar, kıyafetler ve çatışma sahneleriyle en iyisini yapardı. Kullanılan ekipman olayın gerçekliğini yaşatması açısından gerçekten takdiri hak ediyor.
  • Film başlarken jenerikte yer alan kabartmaların anlatılan öykü ile paraleliğine ve film içerisinde yer alan heykellere de dikkat edin. Yönetmenin detaylara ne kadar önem verdiğini daha iyi anlayabilmek için filmde kullanılan bu tarz ayrıntılar önemli.
  • Bulursanız mutlaka izleyin, sonra bana teşekkür edeceksiniz.
7. Samuray – edebiyathaber.net (30 Haziran 2012)

Yorum yapın