Yazarın Odası: Bircan Çelik | Meltem Dağcı

Ekim 17, 2019

Yazarın Odası: Bircan Çelik | Meltem Dağcı

Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Şair Bircan Çelik’i, arkadaşı Şair Aydan Yalçın ile konuştuk.

1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?

Bircan Çelik, edebiyatta çok yönlü bir yazardır. Bir yandan bir düşünce, araştırma ve inceleme yazısı yazarken diğer yandan bir şiirin içinde kulaç atmaya başlayabilir. Edebiyatın nefesini her an ensesinde hisseden bir arkadaşımızdır. Bu da onu her an araştırmaya, düşünmeye ve yaratıcılığa yöneltir. Bircan Çelik ile şimdilerde gerek başka şehirlerde yaşamamız sebebiyle gerekse zamansızlıktan dolayı pek görüşemesek de dostluğumuzun yanında pek çok edebi paylaşımlarımız oldu. TÜYAP kitap fuarlarında ve birçok etkinliklerde ortak çalışmalara imza attık. Bu sebeple elbette çok anımız var.

Bunlardan bir tanesi beni derinden sarsan bir şiirin yazılış öyküsüdür. Benim dördüncü şiir kitabım Kırbaç Düğümü, Bircan Çelik’in ise Şiirin Mor Kanatları adlı deneme- inceleme kitabı ile buluştuğumuz günlerdi. 2017 yılı Kadıköy Haydarpaşa Kitap Günlerinde karşılıklı stantlarda kitaplarımızı imzalıyorduk.  İmza bitiminde birlikte kaldığımız otelde uzun uzun sohbet ettikten sonra Bircan’ın bir yıl sonra çıkacak olan Esmer Nehir adlı şiir kitabında yer alacak şiirlerine baktık ve bazı düzeltiler yaptık birlikte. Ertesi gün Haydarpaşa Garı’na gittik. Gitme sebebimiz dört yıl önce kaybettiğimiz şair ve fotoğrafı sanatçısı arkadaşımız (ki benim kıymetlimdi) Yusuf Uygan’ın Haydarpaşa Garı’nda ölmeden birkaç yıl önce açmış olduğu “Mavi Gözleri Çakmak Çakmaktı” adlı Atatürk fotoğrafı sergisi eserlerini almak ve ileriki günlerde onun anısına tekrar sergileyebilmekti. Gar idarecileriyle konuştuk ve ne yazık ki eserlerin Haydarpaşa Gar’ında çıkan yangında tavan arasında yandığını öğrendik. Tek tük kurtarılabilen birkaç eser de idarecilerin birkaçının odasının duvarında asılıydı. Bircan’la öyle çaresiz, öyle hüzünlü, öyle darmadağın birbirimize bakakaldık ve upuzun sustuk. Gar’dan çıktığımızda gözyaşlarıma engel olamıyordum, Yusuf’un acısı dört yıla rağmen hiç azalmamıştı içimde, azalmayacaktı biliyordum. Oysa Kırbaç Düğümü’nde ölümle kavgamı vermiş, öfkemi kusmuş, bu kitabın beni iyileştireceğini sanmıştım. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, ne gam! Ne çok yanılmışım. ‘Ölüm’ çok acımasız, kepaze bir şey ve ne yazık ki her zaman galip geliyor insana karşı. Bir yıl sonra Kırbaç Düğümü’nün isim babası da olan edebiyat emekçisi sevgili Enver Ercan’ı da kaybedecektik.

Bircan’ın koluna asılmış güçlükle yürüyordum, bir banka oturduk neden sonra. Ben uzaklara dalmış,  denizden karaya doğru uçuşup duran martı çığlıklarına hüznümü karıştırmışken bir an Bircan’ın cebin çıkardığı bir kâğıda bir şeyler yazdığını fark ettim. Anlamıştım, bir şiirin kalbi çarpıyordu yanı başımda.  Bu çok iyi bildiğim, benim de sıkça yaşadığım bir şeydi.  Ne yazıyorsun demedim, büyüyü bozmak istemedim. Kalktık otelimize geldik…

Bir yıl sonra Bircan Çelik çok güzel bir şiir kitabıyla selamladı bizleri. Otelde, birlikte heyecanla okuduğumuz, bazı düzeltilerini birlikte yaptığımız o güzelim şiirler artık Esmer Nehir’de ölümsüzleşmişti. Kitabın 73. sayfasında ise daha önce hiç görmediğim bir şiir göz kırpıyordu bana, bilmem belki de ağlıyordu.  “Nehrin Sesi”…  Kırbaç Düğümü” şairine ithafen yazılmıştı şiir.  O şiirin kalbi, o gün,  orada, Haydarpaşa Garı’nda,  bir bankta, sevdiğini çok uzaklara dönülmeze yollamış, başı omzuna yaslanmış kederli arkadaşının yanı başında atmıştı. Belli ki Haydarpaşa’nın yangın artığı duvarlarında upuzun susan bir pan flütün yorgun sesiyle eskiyip darmadağın olan bir mavi kadının hüznünde atmıştı.

yırtık sokakların

göğsünde uyanırken şafak

ölümü sordu yorgun iskeletine garın

bağışlanmayan üç beş günün hesabına yoksul kaldı

esmer parmakları  rehin

yusuf’un

mevsimleri uyutan kemik kuyusuna

şerbetli güz kısacık hatıra o gün

derin bir yıldızın son sözünü fısıldadı

ve haydarpaşa’nın yangın artığı duvarları

pan flütün sesiyle eskitti mavi kadını…

2) Arkadaşınızla yazı/ okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Özellikle ‘kadın’ konulu birçok edebi çalışmada birlikte yer aldığımızdan gerek yazı gerekse okuma konusunda fikir alışverişimiz çok olmuştur Bircan Çelik ile. Şimdilerde çok olmasa da bir dönem ilk yazdığımız şiirlerimizi önce birbirimize okurduk. Bunu ya telefon ile ya da buluştuğumuz ilk fırsatta yapardık.  Buluşmalarımızda mutlaka cebimizde yeni bir şiirimiz olurdu. Şiirimizi masaya yatırır didik didik eder kafasını gözünü yarardık. Dergilerde, kitaplarda gördüğümüz iyi bir şiiri ya da yazıyı birbirimize önerir mutlaka okuturduk. Düzyazılarımızda araştırılacak, atlanılmaması gerekli kitapları, kaynakları birbirimize mutlaka hatırlatırdık. Birçok etkinlikte (ÇAĞŞAD Kültür ve Sanat etkinlikleri, Ankara’da kütüphane etkinlikleri, Abdülkadir Bulut Anma etkinlikleri, Mersin ASO Uluslararası Kültür ve Edebiyat etkinlikleri vs…) birlikte görev aldığımızdan, sunumlarımızı birlikte hazırlar, eksiklerimizi tamamlardık. Özellikle şair kadınlarımız konusunda paylaşımımız ve birbirimizi beslememiz çok fazladır.

3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?

Özellikle şiirlerini paylaşır benimle. Yeni yazdığı bir şiiri okur, önerilerimi alır. Bu beni elbette mutlu kılar. Aynı şekilde ben de Bircan’la paylaşırım şiirlerimi. Yazdığı düz yazılar, deneme ve incelemeler hakkında da zaman zaman önerimi sorar, şu şairin şu şiirine bak veya şu kitabı ve dergiyi de mutlaka gözden geçir şeklinde birbirimize her zaman önerilerimiz olmuştur. Eksiklerimizi birbirimize söylemekten asla imtina etmediğimiz bir iletişimimiz var.

4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?

Çalışmalarını yaparken klasik müzik dinlediğini, yazarken kurşun kalem ve ajanda kullandığını, oldukça sessiz bir ortamda çalıştığını biliyorum. Çalışma odası oldukça mütevazidir. Odasında uzanıp dinlenebileceği bir yatağı ve içerik olarak oldukça zengin bir kütüphanesi vardır. Sıkça zaman ayırdığı iki torunu olduğundan sessizliğin olacağı zaman olarak geceyi tercih eder çalışmalarında. Ya da gündüz el ayak çekildiğinde yazmaya zaman ayırır. Çalışma odasını tercih eder, çünkü kütüphanesine, kitaplarına yakın olmak ister.  Şiirlerini önce kâğıt ve kurşunkalem kullanarak yazar, daha sonra bilgisayara kaydeder. Bilgisayarının masaüstünde mutlaka çalışılmakta olan bir şiir ve düzyazı klasörü bulunur. En kızdığım yönü ise sigaradan bir türlü vazgeçememesidir. Bu sebeple odası ne yazık ki hep sigara kokar. Ve ne zaman bir şiire başlasa bir de sigara yakar. Bu konuda benden çok azar işitse de bildiğini yapar. Nescafe vazgeçilmezidir. Kitaplığı haremlik selamlık olarak ayrıdır ve alfabetik sıraya göre dizilidir. Şiir kitaplığı diğer kitaplardan ayrı bir yerdedir. Aradığını hemen bulmak ister çünkü. İyi bir dergi arşivi olduğunu ve onları gözü gibi koruduğunu bilirim. Çalışmalarında dergileri sık sık karıştırır, özellikle eski dönmelere ait bir dergi ya da kitap eline geçince çocuk gibi heyecanlanır.  Sahaflar vazgeçilmezidir,  günümüz şair ve yazarlarını da çok iyi takip eder Bircan. Araştırmaları ve kaynak temini için Milli Kütüphaneye sık sık gittiğini biliyorum.

 5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?

Çok yakın zamanda Bircan’ın ne okuduğuyla ilgili bir konuşmam olmadı. Ama bir süre önce Murat Belge’nin Şairaneden Şiirsele, Türkiye’de Modern Şiir, Tırnak İçinde Ölüm ve Tanıl Bora’nın Cereyanlar adlı kitaplarını masasının üstüne görmüştüm, okuyordu.  Ancak şimdilerde yenice imzalayıp göndermiş olduğum yeni çıkan deneme kitabım Dikenli Taç’ı okuduğunu umuyorum.

edebiyathaber.net (17 Ekim 2019)

Yorum yapın