Yasın ağırlığı ve hayatın devam ihtimali | Neslihan Hazırlar

Şubat 23, 2024

Yasın ağırlığı ve hayatın devam ihtimali | Neslihan Hazırlar

Elimi bırakma… Bırakırsan eğer;

Yarınım olmaz,

umutlarım kalır,

toprak altında.

Yer yarılır,

düşer kalbim,

derin yarıklara.

Sesim gelir belki kulağına.

Sis olur,

toz olur.

göremezsin beni.

Bırakma beni boşluğa.

Koparsa kenetlenen ellerimiz,

anılarım kalır sonra sana.

Zeynep YENEN. (6 şubat depreminde kaybettiklerimizin anısına)

Son sıcaklığında yüreklerimizi sadece kendi soluklarımız ısıtabildi.

Zeynep Yenen’in, Elimi Bırakma (Yazmak İstemediğim Öyküler) kitabı 2023 yazında Kurgan Edebiyat Yayınları tarafından basılarak raflarda yerini aldı.

1964 Ankara doğumlu Zeynep Yenen, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun olduğu 1987’de “Vitrin Önü” üçlemesiyle yazın yolculuğuna başladı. Bu öykülerden ikisi Diş Hekimleri Odası tarafından 2014 yılında düzenlenen yarışmada ikincilik ödülü kazandı. “Kil Tablet” isimli öyküsü ile de 2016’da ikinci oldu. Ölüm Vardiyası- Somanın Öyküsü, Benim de Bir Hayalim Var ve Babilin Perileri adlı ortak kitaplarda öyküleri yayımlandı.

UMAG ve TÖMER’de yaratıcı yazarlık derslerine devam etti. Vesleyan Üniversitesi’nden Yaratıcı Yazarlık Sertifikası aldı. Cumhuriyet Kitap Eki, Hece, Ekin Sanat, Dünyanın Öyküsü, Kurgan Edebiyat Sanat, Ihlamur, Çağdaş Türk Dili, Yeni Vezin, Yeni Albatros, Edebiyat Daima, Mesarya (Kıbrıs), Edebiyat Nöbeti, Turnalar dergilerinde, Star Kıbrıs Gazetesi’nde, internet ortamında yayın yapan Edebiyat Haber, Kitap Eki ve Edebi Dergi’de öykü, inceleme yazıları ve şiirleri yayımlandı. Türk Şeirinde Eşq- Almanax’da (Türk Şiirinde Aşk – Azerbaycanlı Yazarlar Birliği Almanağı) “Qocaman” isimli şiiri ile yer aldı. Notos Akademi’de editörlük eğitimi aldıktan sonra Bence Kitap’ta redaktörlük, Ahlat Gazetesi’nde editörlük yaptı. Kaşgarlı Mahmut Öykü Yarışması Kıbrıs ayağının Jüri Üyesi oldu (2018). KIBATEK (Kıbrıs Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı) mütevelli heyeti üyesi ve KITED (Kıbrıs Türk Edebiyatı Derneği) yönetim kurulu üyesi olan yazar halen Star Kıbrıs Gazetesi’nin köşe yazarıdır.

Adam Vitrinin Önünde Duruyordu (2015), Kadın Vitrinin Önünde Duruyordu (2016), Çocuk Vitrinin Önünde Duruyordu (2017) isimli öykü kitapları, Unuttum Ben O Şiiri (2018), Unuttu Bizi O Şiir (2019), Unuttun Sen O Şiiri (2021), Yorgun Hipokrat (2020), Kıbrıslı Cemile (2022) adlı şiir kitapları ile Kitap Odası-I (2020) adlı inceleme kitabı bulunuyor.

Zeynep Yenen, Girne Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor ve aynı zamanda yaratıcı yazarlık dersleri veriyor.

Kitabın başında yer alan önsözde yazar, öykülerin çoğunu gazete ve televizyon haberlerindeki görüntülerden, olayı yaşayan yakın çevresinin anlattıklarından etkilenerek yazdığını belirtiyor. Yazar, 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli iki depremin ardından yazdığı, yazarken zorlandığı öyküleri bir daha yaşanmaması dileğiyle tüm depremzedelere ve kaybettiklerine ithaf ediyor.

Kitapta yer alan 33 öykünün başlıkları isimlerden değil, tıpkı mezar taşlarında olduğu gibi numaralardan oluşuyor. Deprem zamanı kendimizi ütopik bir dünyada veyahut gezegende yaşadığımızı hissettiğimiz anlar olmuştur. Bütün ibadet yerleri yıkılmış bir kentin cenazesi hangi mabetten kalkar? Anıların sindiği sokaklara yüzyıllardır tanık kalan Orontes, kayıplarımızı beklemeye devam ederken, normal hayata dönen insanların hayatı ne kadar normal? Mezarı bile olmayan insanlar var iken Antakya’nın kendisinin mezara dönüşünün öyküsünün derin ağırlığını hissediyoruz okurken. Tarifsiz kederlerini paylaşmak için bir araya gelen insanların her biri bir yere savrulurken geride kalanlar, yarım insanlar ve farelerle dost talancılardı. Yazılmak istenmeyen zehir zıkkım öyküler okurunu bekliyor.

1 numaralı öykü, çok bilindik bir deprem fotoğrafını anlatıyor. Turuncu montlu adamın göçük altında kalan kızının elini tutarken çaresiz bakışları zihinlerimize kazınmıştı. Ümidini kaybetmeden önce çıplak elle toprağı kazmış olduğu ve artık uzaklara bakışı üçüncü tekil anlatıcı gözünden anlatılıyor. Betimlemeler enkazı sadece göstermiyor, kokusunu da hissettiriyor. Altıncı günde artık duyulmaz olan sesler hepimizin gölgesi oluyor. Gazetecinin gözünden anlatılan olay kimileri için belki de sadece fotoğraf karesi.

2 numaralı öykü, sen anlatıcı ile başlıyor. Depremin ilk anında yıkıntılar arasından gelen çığlıklar, uzatılan eller her anı yaşatıyor. Depremde sağ kalan, artçı sarsıntılara rağmen çok katlı evine çıkıp kasadan altınlarını, yiyecek ve kıyafetlerini aldıktan sonra Mercedes’ine binerek uzaklaşırken yolda rastladığı bir enkazdan uzanan “el”e ait altın bilezikleri alıp kaçan adamı anlatıyor.

“Boyun devrilsin”(sf.14)

3 numaralı öykü, annesi ölen bir bebeğin gözünden anlatılıyor. Enkaz altında yaşadığı anlar, annesinin bedeninin soğumaya başlaması, gülüşlerinin kayboluşu, süt vermeyişi, açlığın dayanılmazlığı,  kurtarılana kadar annesinin cansız bedeniyle bir arada kalışı ve kurtarılma anları anlatılıyor. Yıkıntılar altından çıkarıldıktan sonraki zaman üçüncü tekil anlatıcı gözünden okura aktarılıyor.

“Saçı elinde kalmış diyor kurtarıcılardan biri. Annesi ölmeden önce DNA’sından çocuğun kime ait olduğu bilinsin diye çocuğunun eline sıkıştırmış olabilir,” diyor öteki.”(sf. 16)

4 adlı öykü, sen anlatıcı ile başlıyor. Sevdiği kadın tarafından terkedilmeyi hazmedemeyen gencin, kadınını öldürdükten sonra tutuksuz yargılanmak üzere salıverilişinin ardından depremin ona nasıl özgürlük kapısı açtığının anlatısı. Enkazın altında bulduğu ölen komşusunun kimliği onun için yeni bir hayatın anahtarı. Sınır ticareti yapan adamın öğrendiği kulaktan dolma Arapça ve ölen Suriyeli’nin kimliği ile Yunan Adaları hayali kurarak ardında enkaz tozları, kulağını rahatsız etmeyen inilti ve çığlıkları bırakıp kaçıyor. Kötülüğün sıradanlaştığı insan hayatına dair bir anlatı.

5 adlı öykü, tanrı anlatıcının gözüyle, hapishanedeki mahkumların depremin ardından kaçmayıp arama kurtarma çalışmalarına katılmaları ve tamamının tekrar hapishaneye dönmüş olmalarının öyküsü, 3 Ocak 1940 tarihli Tan Gazetesi’nin “Kurtulan Mahkumlar İş Başında” başlıklı haberinden esinlenerek yazılmış.

“Böyle günde eksilen yalnız hapishaneden değil, millet hizmetinden, kardeşine yardımdan, insanlıktan kaçmış olur. Mahkum da olsak hiçbirimizin suçu böyle bir cinayetten ağır olamaz, diyor.”(sf.22)

6 numaralı öykü ben anlatıcı diliyle, deprem bölgesine giden bir hırsızın gözünden zorlukla girdiği binalardan, deprem anında canını kurtarmak için hızla evden çıkan insanların bıraktıklarını arsızca ceplerine dolduruşunu anlatıyor. Terkedilmiş binalarda fare gibi dolaşan hırsız, hırsızı tanıyor ve karşılaştıklarında da birlik olup daha hızlı hareket ediyorlar. Yalnızca molozların tozu arasındaki inleyen insanların değil arsızlığın da tasvirini yapmış yazarımız.

“Burada oturan hamile kadın, binadan düşen molozların altında kaldı, diye bağırıyor birileri. Ölmüş olmasını dileyerek her şey ortaya çıkmadan önce hızla uzaklaşıyorum oradan.” (sf.25)

7 numaralı öyküde, enkaz altında bekleyen canların çığlığına ve enkazdan  yakınlarını çıkarmaya çalışan insanların yalvarışlarına,  banka kasalarını çıkarmak için polis eşliğinde gelen iş makinalarının sesleri eşlik ediyor. Gazetecinin gözünden olaylar anlatılıyor.

“Kadın çaresiz, parmakları ile kazıp açmak istiyor onlara gidilecek yolu. Açılmıyor, iş makinesi bekleniyor.” (sf.27)

8. öykü M.S 115 yılında Antakya’da gerçekleşen 260.000 kişinin öldüğü kaydedilen depremden esinlenerek yazılmış. Marguerite Yourcenar tarafından gerçek belgelere dayanarak kurgulanan Hadrianusun Anıları isimli kitabın 76. sayfasında Antakya’yı yerle bir eden depremden söz edilir. Traianus adlı karakterin yaralı kurtulmasına rağmen depremdeki diğer yaralılara yardım edişi bu öyküde yeniden kurgulanmıştır.

“Kölelerle  soyluların eşit olduğunu gördük bu arada. Hepimiz; köleler ve soylular aynı çatı altında Hipodrom’da uyuduk o gece. Vali de içlerinde olmak üzere 250.000 can kaybı olduğu konuşuluyordu halk arasında.” (sf.30)

9 adlı öykü denizaltını sosyolojik açıdan incelemek üzere dalış yapan, bir sualtı araştırmacısının Akdeniz’de yaptığı araştırmalarda son deprem ve yer değiştiren sualtı tabakalarında yeni bir yerleşim yerinin izine rastladıklarından bahsediyor.

“1990… yılında Sn…. tarafından deniz doldurularak yapılan Gölcük Değ… sayfiye yeri halkımıza hayırlı olsun, yazan mermer blok müzeye yerleştirilirken hepimizi alkışlıyor çevredekiler. Bin yıl öncesine ait bu yazıyı gün ışığını çıkardığımız için gurur duyuyoruz ekip olarak.” (sf.34)

10 ve 11 numaralı öyküler enkazın altında kalan insanların yaşam mücadelesi ve enkazdan çıkarıldıktan sonra başlayan hayatta kalabilme ve yakınlarına ulaşabilme mücadelesini anlatıyor.

12 numaralı öykü sen anlatıcı ile başlıyor. Depreme uyurken yakalanan bir ailenin, molozlar arasından kurtulduktan sonra açlıkla olan mücadelesini anlatıyor.

“Bir marketin kırık camından içeri giren insanlar görüyorsunuz. Size çok ters geliyor bu, başınızı çeviriyorsunuz. Ama çocuklarınızın ağlamasını duyuyorsunuz yine, oradan çıkanların elinde bisküvi vardı demelerini duyuyorsunuz. Biz de süt isteriz demelerini duyuyorsunuz. Birbirinizden ayrılmamanız gerektiğini düşündüğünüz için hep birlikte markete gidiyorsunuz. Binanın önünde yanan ateşin aydınlığında televizyonla uzaklaşan birini görüyorsunuz. Marketten iki küçük kutu süt ve bir paket bisküvi alıp cebinizdeki son paranız olan elli lirayı rafa bırakıyorsunuz.” (sf.42)

13 numaralı öykü 17 Ağustos 1999’da Gölcük depreminde İzmit’teki arama çalışmalarında üç yaşındaki bir kız çocuğunu kurtaran, deprem için yetiştirilmiş Alman çoban köpeğinin, çocuğu kurtarma anları anlatılıyor.

“Sizin çocuğun yorganını koklattığımız gibi aradığımız kişinin bir eşyasını koklatıyoruz kendisine. Eğer enkazın altından gelen koku canlıya aitse ayağa kalkıp sevinçle kuyruğunu sallamaya ve havlamaya başlıyor. Ulaşmaya çalıştığımız kişi hayatını kaybetmişse ölmüş gibi yere uzanıyor.” (sf.44)

14 numaralı öykü, Hatay depreminde hayatını kaybedenlerin kimlik kaydı yapılmadığından Adana’da görüldü ihbarına tutunan ve sevinenlerin yakınlarını arama çabası anlatılıyor.

“Ben kaybettim dedikleri eşime kavuştum yedi gün sonra. Enkazdan çıkardılar üstelik. Ama kayıtlarda ölü olarak geçiyor. Enkaz altından sağ olarak çıktığından beri kimliğine kavuşmaya uğraşıyor.” (sf.45)

15 numaralı öykü yardım kolileri ve çadır dağıtan bir gönüllünün gözünden felaketin ardından gelen yardımların dağıtımı incelikli bir üslupla anlatılıyor.

“Sonra çadır geliyor. Teslim ediyorlar bana. Alıp bagaja yerleştiriyorum. Yazın Bodrum’daki kamp tatilimin hayaliyle çadırı da alıp eve geliyorum. Eşim,

—Dikkatli ol eline boya bulaşmasın! Yardım kuruluşu olduğunu gösteren yazıların üzerini boyadım diyerek depo olarak kullandığımız konteynıra giriyor ve çadırı da dayanıklı yiyecek kolilerinin yanına yerleştiriyor.”(sf.49)

17 numaralı öykü kız kardeşine tecavüz edip hamile bırakan bir gencin babasıyla birlikte namuslarını temizleme telaşı içindeyken depreme yakalanma anlarını tanrı anlatıcı gözünden  aktaran, okuru hayat muhasebesine katan bir öykü.

“Sonra yer yarıldı, baba ile oğulun olduğu oda bir tarafta kaldı. Aşağı doğru kaydı ikisi birden. Ana ile kızın olduğu da diğer tarafta kaldı, binanın yıkılmamış kısmında. Felaket o kadar büyüktü ki! Kız yaşadığına ve olanlara sevinemedi bile.” (sf. 54)

19 numaralı öyküde depremde hafızasını kaybetmiş bir kadının gözünden olaylar anlatılıyor. Eşini ve çocuğunu tanımayan kadın, yeni bir hayata tutunmak üzere yola yalnız çıkıyor.

20 numaralı öykü Kıbrıs’tan Adıyaman‘a müsabaka için giden çocukların depreme yakalanıp enkaz altında can verişlerini tanrı anlatıcı gözünden, şiirsel bir dille okura aktarıyor.

22 numaralı öyküde depremden 20 gün sonra farklı bir şehirde, deprem bölgesinden gelen üniversite öğrencilerinin  deprem anlarında yaşadıklarını paylaştıklarını, konuşmacının gözünden  anlatıyor.

23 numaralı öyküde depremden kurtulan yaşlı bir çiftin kızlarının evine sığındıktan sonra onları çok seven  damatlarının onlara karşı olan bıkkınlığı, saygısızlığı ve karısıyla olan ilişkisindeki çözülme, buz dağının görünmeyen yüzünün ortaya çıkışını ben anlatıcının gözünden kederli bir tonda  aktarıyor.

“Ne zaman gidecekler diye soruyor. Sekiz ay oldu artık.

Üzerine iki cümle daha ekliyor. Evleri yıkılanlara yeni evler yapıldı her gün görüyoruz televizyonlarda. Yatak odasından salona geçerken elimi tutuyor, çekiyorum. Kalbimi ondan çekmek gibi.” (sf.72)

İnsan gece yatarken sabah kıyamete uyanacağını bilebilir mi? Hayatının saniyeler içinde değişeceğini ya da avuçlarının arasından mutluluk kaynağının kayıp gidebileceğini…

28 numaralı hikaye 1999 İstanbul depreminde gecenin içinden küçük, kederi derin bir öykü.

“Her ölen insanla birlikte bir yıldız kayarmış demişti babaannem. Bu gece çok yıldız kayacak o halde diyorum.”(sf.88)

29 numaralı öykü ise kefenli babasını motosikletinin ardında taşıyan çocuğun zihnimize kazınan fotoğrafının öyküsü. Depremden önceki baba oğul arasındaki diyalogları geri dönüşlerle okura aktarıyor.

Son öykü “Medeniyetler Beşiği” Antakya’nın yüz on iki yıl sonra yaşayacağı depremde, can kaybının yaşanmayacağına gönderme yapan ütopik bir öykü.

Son sıcaklığında yüreklerimizi sadece kendi soluklarımız ısıtabildi.

Bütün ibadet yerleri yıkılmış bir kentin cenazesinin kalkacağı mabedlerin, duasını edecek insanların kalmadığının tanığı Orontes, anıların sindiği sokaklara, eşyalara, kaybolan hatıralara geri dönülecek günler için yüzlerce yıl beklediği gibi bekliyor. Bağrına dökülen molozlarla o da yaralı ama ümitle akmaya devam ediyor.

edebiyathaber.net (23 Şubat 2024)

Yorum yapın