
Geçtiğimiz yaz biraz güneşten biraz da can sıkıntısından kaçmak adına sığındığım sahafta rastladım 1963 Varlık Yıllığı’na, edebi anlamda bütün yılın titiz bir şekilde değerlendirildiğini görmenin keyfiyle sahaftaki yıllıkları topladım, eksik kalanları sipariş ederek tamamladım. Böylece 1960’dan 1985’e dek yirmi beş yıllık bir Varlık Yıllığı koleksiyonuna sahip olmuş bulundum. Özellikle öykü dünyasına dair yazılanları merak ediyordum ve süratle okumalara başladım. Okumalarım sırasında ilgimi çeken yerleri not almayı da ihmal etmedim. Bu yazıda da ilgimi çeken, dikkate değer bulduğum noktaları üç başlık altında toplamaya çalıştım.
60’lı Yıllarda Hikâye
Edebiyatımızda II. Dünya Savaşı’nın akabinde öyküye dair yoğun bir ilgi olduğunu söyleyebiliriz ancak bu ilginin altmışlı yıllara gelirken aynı tutkuyla devam etmediğini görüyoruz. Bilhassa 1954 sonrasında öykü kitapları giderek azalıyor. Öykünün hünerli kalemleri romana geçiş yaparken okurun da çeviri eserlere yöneldiği gözlemleniyor. Üstüne ekonomik zorluklar ve kâğıt zammı da eklenince öykü kitapları basılmaz oluyor.
Elbette öykü yok olmuyor ama büyük oranda gazetelerde ve dergilerde kalıyor, kitaplaşamıyor. Tanınan isimlerin bile basımı yayınevlerince ötelenirken yeni isimler adlarını duyurmak için ücretini ödeyerek kitaplarını kendileri bastırmak durumunda kalıyor. Rauf Mutluay’ın aktardığı veriler ile ifade edersek durumu daha iyi anlayabiliriz, 1960’dan 1969 yılına dek on yılda toplam yüz on altı öykü kitabı basılabiliyor. 1970 Varlık Yıllığı’nda bu dağılım şöyle veriliyor:
- 1960: 10
- 1961: 4
- 1962: 20
- 1963: 11
- 1964: 9
- 1965:15
- 1966: 8
- 1967: 8
- 1968: 13
- 1969: 18

Tabloya göre yılda yaklaşık on iki (tam olarak 11.6) öykü kitabının yayımlandığı görülüyor ancak dönemin atmosferine baktığımızda bu sayıyı yakalamanın da kolay olmadığı anlaşılıyor. Bu noktada yayıncı ve yazarı motive eden en önemli konu kuşkusuz ödüller oluyor. Sait Faik Hikâye Armağanı, Yunus Nadi Ödülü, Dil Kurumu, May Yayınları ve Tercüman gazetesi gibi kurumların ödülleri, yazarları kitap konusunda teşvik edici etkenlerden oluyor. Peki ne ölçüde? Tahir Alangu, ödüllerin yeterince gündem oluşturamadığını ve verilen ödüllerin de ekonomik anlamda yeterli olmadığını aktarıyor. Bununla beraber ödüllerin zaman zaman kesintiye uğradığını da görüyoruz. Örneğin, Sait Faik Armağanı 1960-64 yılları arasında verilmiyor/verilemiyor. Prestijli sayılan bir diğer ödül (Dil Kurumu ödülü) için ise “hangi ölçülerde verildiği sürekli bir dedikodu konusu” notunun düşüldüğünü görüyoruz. Benzeri notlar farklı ödüller için bugün de düşülüyor ama altmış yıl önce de benzeri tereddütlerin olması ilginç.
II. Dünya Savaşı’ndan 1950’lilerin ortalarına dek öykü dünyasındaki hareketlilikten söz etmiştik. Bu hareketli dönemin ve tabii öncesinde kalem oynatmış önemli öykü yazarlarının tekrar baskılarından sıklıkla bahsediliyor altmışlı yıllarda. Aktif üretimin zorluğu beraberinde eski yazarlara sarılma arzusunu pekiştirmiş gibi görünüyor. Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket gibi pek çok ismin kitapları özellikle 1965 sonrasında yayınevleri tarafından tekrar tekrar basılıyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki, bu on yıl boyunca öykü okuru ya eski yazarların eserleriyle ya da çeviri kitaplarla ilgileniyor ama yeni öyküye itibar etmiyor. Peki neden? Yetmişli yıllar işte bu soruyla başlıyor.
70’li Yıllarda Hikâye
1970’li yılların başında yaşanan en önemli olaylardan biri, okurun neden öykü dışı türlere yöneldiğini soruşturmak oluyor. Nitekim okurun öyküden uzaklaşmasına dair farklı görüşler verilse de özellikle yazarların bireysel temalarda ısrarı etkili olmuş gibi duruyor. Yetmişli yılların siyasi hareketliliği ile beraber edebiyatın sosyal hayatla daha fazla temas etmesi, okuru ve beraberinde medya ilgisini de yeniden yerli öykünün üzerine çektiği görülüyor.
Altmışlı yıllarda gazetelerin edebi metinlere ve hatta yazarlara dair haberlerden kaçındığına şahit olurken, yetmişlerde gazeteler yeniden edebiyata yer vermeye başlıyor. Ödüllerin sayısı kadar ödül miktarlarında da artış oluyor, ayrıca döneminin tek medya kurumu olan TRT’nin edebiyat ödülleri vermeye başlaması da camiada bir heyecan yaratıyor. Yazarlar, geçen on yılın aksine basında daha fazla yer bulma şansı yakalıyor.
Yetmişler aynı zamanda kadın yazarların daha aktif göründüğü bir dönem. Tomris Uyar’ın adını sık sık duyduğumuz bu on yıllık aralıkta Sait Faik Armağanı’nı alan ilk kadın yazar da “Parasız Yatılı” ile Füruzan oluyor (1972). Bu dönemde kadın öykücüler hakkında dergilerde dosyalar hazırlandığını görüyor, kitabı yayımlanmış on dört kadın yazarı ve eserlerini yakından tanıyoruz. Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Gülten Dayıoğlu bu isimlerden bazıları. Altmışlı yıllara baktığımızda bu sayı dokuzu geçmiyordu ne yazık ki.
İnişli çıkışlı ama çok daha üretken bir on yıl izlememize karşın Varlık Yıllığı’nda Rauf Mutluay’ın karamsar bir tablo çizdiğine şahit oluyoruz: “Kendi göbek bağını koparıp kendi satışıyla geçinemiyor hikâye türü.” diyor. Üstelik karamsarlığı yalnızca o günler için değil, geleceğe dair de benzeri kaygıları bulunuyor: “Nasıl sinemaya eklenen ev televizyonunun etkisi tiyatro salonlarını boşaltmışsa, görsel tembelliğe alışan okurlar da uzaklaşacaklar gittikçe bu yan türden.”
Yetmişli yıllardan bu yana tiyatronun da öykü gibi zor günler geçirdiği muhakkak ancak son yıllarda hem izleyici hem de oyuncular nezdinde tiyatroya dönüş olduğu da aşikâr. Yüksek bütçeli, iyi prodüksiyonlu oyunlarda sinema veya televizyon dünyasının ünlü oyuncularını görmek bugün sıradan hâle geldi, uçuk fiyatlarına karşın bilet bulmakta zorluk çekiyor seyirci. Peki öykü? Bilinen yazarların veya genel okur kitlesinin dikkatini aynı ölçüde çekebiliyor mu? Mutluay kadar karamsar değilim ama ciddi bir eğilim de görmüyorum şahsen.
80’lerin İlk Yarısında Öykü
Yetmişli yılların sonu, seksenli yılların başı sancılı geçiyor diyebiliriz. Mart 1981’de Yaşar Nabi vefat ediyor, bu sebeple mi bilemiyorum ancak 1981 itibarıyla “Roman ve Hikâyemiz” başlığını Hasan Bülent Kahraman kaleme almaya başlıyor. Böylelikle dikkatimi çeken bir değişiklik daha yaşanıyor, ilk yıllıktan itibaren kullanılan “hikâye” yerine “öykü” tabiri tercih edilmeye başlanıyor. 1981 Varlık Yıllığı’nın bölüm adıyla karşılıyor bizi bu değişiklik: “Roman ve Öykümüz”.
Yetmişli yıllarda gördüğümüz inişli çıkışlı üretim grafiğinin seksenli yıllarda da devam ettiğini, yazarların bireysel ve toplumsal konularda gelgitli fikirlere sahip olduklarını anlıyoruz. Yine de bu sancılı yıllarda romana kıyasla öykücülüğümüzde daha deneysel ve çarpıcı eserler görülüyor. Hasan Bülent Kahraman’ın “kaçış” olarak tanımladığı bu beş yıl içerisinde siyasi atmosferin de getirileriyle kamplaşmaların derinleştiği, ödüllerin artan sayısına karşın nitelik kaybettikleri bir dönem yaşanıyor. Yine Kahraman’ın tabiriyle bu yıllarda “yayınevleri ilgisiz, eleştirmenler suskun, okurlar habersiz, gazeteler kayıtsız, tanıtma yazıları vakitsiz ve yetersiz” kalıyor.
Bardağın dolu kısmında ise kadın yazarların hâkimiyeti göze çarpıyor. Bu beş yıllık dönemde Sait Faik Hikâye Armağanı üç kez kadın yazarlarla buluşuyor: Tomris Uyar (1980), Nursel Duruel (1983) ve Pınar Kür (1984) kitaplarıyla ödülün sahibi oluyor. Kalan iki yılda (1981, 1982) da armağan düzenlenemiyor, Dil Kurumu ödülü ise son kez 1982’de veriliyor.
1960’da başlayan ve çeyrek asır devam eden bu edebiyat serüveni “1985 Varlık Yıllığı” ile son buluyor. Öykünün macerasını yıl yıl takip etmenin verdiği heyecan da bitiyor beraberinde. Bugünden dönüp o yıllara bakmak, nesnel ve derli toplu bir fikir edinmek elbette mümkün ancak bu bakış içerisinde bir yaşanmışlığın olamayacağı da muhakkak. Yıllıkları bu anlamda akademik bir çalışmadan ayırmak gerek. Tahir Alangu, Rauf Mutluay ve Hasan Bülent Kahraman’ın aldığı notlar yalnızca o yılların çerçevesini çizmekle kalmıyor; edebiyata ve öyküye dair yaklaşımları, eğilimleri ve kişilerin gündelik reflekslerini gösteriyor. İşte bu sebeple bugünün öykü dünyasını anlamak ve geleceğe dair öngörüde bulunmak için yıllıkları kıymetli buluyorum. Benzeri çalışmaları bugün de görmek isterdim, yarına benzer bir miras bırakabilmek için.
edebiyathaber.net (27 Şubat 2025)