
Bizim için ev ne demektir? Korunaklı alan bellediğimiz ev, sevgisizlikle örülmüşse o zaman bir hapishane değil midir? ‘Ama burası daha başka bir ev’ der Claire Keegan’ın Emanet Çocuk kitabının anlatıcısı. O zaman başka sözcüklerle anlatmak gerekir onu. “Elleri tıpkı annemin elleri gibi ama yine de başka bir şey var; daha evvel hiç hissetmediğim, nasıl adlandıracağımı bilmediğim bir şey. Ne diyeceğimi bir türlü bilemiyorum, ama madem burası yeni bir yer, o halde yeni sözcükler lazım.”
Keegan evi karakterlerinin hikâyelerini anlamlandırmak için hem bir sığınak hem de bir keşif alanı olarak ele alsa da anlatı daha çok bir ihmal incelemesidir. “Evin mutlaka birinin mutluluğu bulduğu yer olduğuna inanmıyorum. Aileler korkunç yerler olabilir, tıpkı görkemli ve sevgi dolu olabilecekleri gibi. Ayrıca onsuz ne yapabileceğimizle çok ilgileniyorum.”
“Eğer benim olsaydın, seni asla yabancılarla bir evde bırakmazdım.”
1981’de geçer hikâye. Okuyucu bunu ancak Kinsella’nın karısına IRA açlık grevindeki birinin ölümüyle ilgili bir haberden bahsettiğinde öğrenir. Katolik kilisesinin güçlü bir konumda bulunduğu, doğum kontrolüne ilişkin katı yasaların olduğu bir zamanın içinden geçer anlatı. Bakımlarının karşılanamayacağı kadar çok çocuk sahibi olan bir ailenin bir boğaz eksilsin diye başka bir aileye geçici olarak bıraktığı bir çocuk anlatır bize tüm yaşanılanları. Babası sarılmadan aceleyle gitmeden önce, Kinsella’ları kızın çok yediği konusunda uyarır ve ekler: “ama onu çalıştırabilirsiniz.” Anlarız ki asıl mesele yoksulluktur.
“Ölmeden önce bir çocuk manifestosu yazmak istiyorum, ama dilsizdir çocuklar kuşlar gibi cıvıldaşırlar sadece” diyor Latife Tekin Rüyalar ve Uyanışlar Defteri adlı kitabında. Çocukların öğrendikleri sözcükleri dünyayı ve dünya sandıkları şeyi anlamlandırmak üzere kullanmadıklarını. Ama Keegan’ın anlatıcısı çocuk için bu yeni evde öğrendiği yeni sözcükler, hayatın daha güzel bir yanını anlamasını sağlar. Bay Kinsella’nın elinden tutup sahilde yürüyüşe çıktığında farklı bir baba-kız ilişkisi olabileceği gerçekliğini.
İki farklı aile ve iki kadın… Kırsalda kadınlar arasındaki farklıklar üzerinden cinsiyet eşitsizliğine de dikkat çeker yazar. “Annemin payına düşen sadece iştir. Çocuklar, yayık, yemek, çamaşır, bizi okula ve kiliseye hazırlamak, buzağıları sütten kesmek, çapa ve tırmık işleri, iki yakayı bir araya getirmek ve her an tetikte olmak.” Keegan bu kısa anlatıya o kadar çok şey sığdırır ki… “Ben daha çok gerilim ve kayıpla ilgileniyorum: nasıl kaybettiğimiz ve kaybederken nasıl sakinliğimizi kaybettiğimizle ”der Keegan. Kısa hikâye olan bitenden sonra başlar, dram çoktan bitmiştir. Hiçbir şeyi yoğunlaştırmamakla ilgili değildir bu. (Dili nasıl yoğunlaştırabiliriz ki zaten.) “Bu sadece neyi dışarıda bıraktığınızla ve kalanı nesirde oldukça dolgun hale getirmekle ilgili”
“Hikâye ile alakalı olmayan her şeyi kaldırın. Eğer ilk bölümde ‘duvarda bir tüfek asılı’ diyorsanız ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır. Eğer ateşlenmeyecekse, o silah orada asılı olmamalıdır.” Anton Çehov
Annesinden artık dönmesini söylediği mektubu aldığında tıpkı Kinsella’ların evine geldiği ilk gün gibi ait olduğu yeri sorgular çocuk. Bir an önce ailesinin yanına dönmek ister. Ama neden? Geçici olduğunu en başından beri bildiği bu yuva hissine daha fazla alışmaktan korkar çünkü. Hikâyenin finalinde yaşadığı o bocalama… Onun gözleriyle baktığımız dünya… Omuzlarımıza ağır bir duygu yükü bırakır. Nereye aittir şimdi?
Çocukken korkumuz yoktur. Bu bilmemenin verdiği korkusuzluktur. Varsa bile bu Tekin’in dediği gibi kuşların korkusu gibidir. Büyüdüğümüzde yetişkinlerin dünyasını anlamlandırmaya başlarız. Onların kullandığı dil (ki buna Tekin cümlelerin gürültüsü der) çatlaklarımızdan içeri sızdığında. İşte o zaman tüm masumiyetimizi yitiririz. Sevgisizliğin, yoksulluğun çizdiği hayatın içinde yok olan tüm çocukların yaşadığı gerçekliktir bu. Toplumsal bir adalet problemidir yoksulluk. Derin çatlaklar bırakır yaşayanlarda. “Bir yanım babamın beni burada bırakıp gitmesini, diğer yanımsa bildiğim yaşama geri götürmesini istiyor. Öyle bir noktadayım ki ne bugüne değin olduğum kişi ne de olabileceğim yeni kişi olabiliyorum.“ Ona farklı hayatların olduğu bir dünya göstermekle iyilik mi yapılmıştır? Birini sahip olamayacağı bir yeni yaşam için arındırmaya kalkışmak ne kadar doğrudur? Yeni sözcükler bulmuşken onu tekrar yoksulluğun içine bırakmak… Öğrendiği bu sözcüklerle değiştirebilecek midir dünyasını?
Sevgiyle kurulan aile çatıları çocuklar için ne kadar önemlidir oysa. Latife Tekin dünya üzerinde gerçek eşitliğin ancak herkesin yoksullaşmasıyla olacağını söyler. Eksikliğin düzleminde birbirlerini anlayabileceklerini… Dilin yarattığı o anlaşılmaz gürültü… Ancak aynı sofrada birleşmekle ortadan kalkacaktır.
Gürültülü işe yaramaz cümlelerle ahkâm kesmek yerine neden birlikte yenidünyanın yol haritasını çizmiyoruz?
Çocuklar için utancın ve sırların olmadığı bir dünya…
Onu inşa etmek neden bu kadar zor… Hem de dünyanın her yerinde acının, sevginin dili aynıyken… Hikâyedeki anlatıcı çocuğun dediği gibi belki de bize yeni kelimeler lazım. Ve kocaman bir CESARET…
“…Zaman içinde bir kesi yaptığınızda başlar. Bir gün bir gündür, her dilde herkes için aynıdır, nerede olursanız olun veya ne yapıyor olursanız olun. Ve herkes bir günün ne olduğunu bilir.”
Kaynak;
https://www.theguardian.com/books/2010/sep/05/claire-keegan-short-story-interview
https://brickmag.com/an-interview-with-claire-keegan/
Claire Keegan, Emanet Çocuk, çev. Behlül Dündar, Jaguar Yayıncılık
edebiyathaber.net (27 Şubat 2025)