
“Hatırlamak, bir hikâyeyi hatırlamak değil,
Bir resmi hatırlayabilmektir.”
Dilin talihsizliği doğruluğunu kanıtlayamamasıdır, der Roland Barthes. ”Dil doğası gereği kurgusaldır; dili kurgusallıktan çıkarmak için ya mantığı çağırır, ya da onun yokluğunda yemin ederiz.” Oysa fotoğraf… Görülen şeyleri kayıt altına alıp an’ın ardındaki gerçekliğe ışık tutar. Ama kopyalamanın ötesinde bir gerçekliktir bu. Çünkü hem objektif hem de kişisel bir tanıklık içerir. Görüntüler bilmemiz gereken her şeyi anlatmaz. Ama… Kadrajına takılan kısmıyla tanıklık ettiği gerçeklik hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar. Susan Sontag’a göre iş ‘hatırlama’ya geldiğinde fotoğraf hâlâ daha derinden bir can acıtma, insan zihninde daha derin bir iz bırakma gücüne sahiptir. Özelikle de acının, vahşetin, yoksulluğun, çaresizliğin fotoğrafları…
“Fotoğraflar, ayrıcalıklı kesimlerin ve hayatlarını emniyet altına almış olanların görmezlikten gelmeyi tercih edebileceği konuları gerçek kılmanın bir vasıtasıdır.”
İtalya başbakanı Giulio Andreotti,1992’de yolsuzlukla suçlanır. Başbakan suçlamayı ve ilişkisi olduğu söylenen mafya babasını tanımadığını söylese de… Polis yıllar önce muhabir Letizia Battaglia tarafından çekilmiş iki fotoğrafa ulaşır. Sicilya Mafyası ile başkan arasındaki ilişki alenen ortadadır. Andreotti, İtalya’daki zaman aşımı yasaları nedeniyle hiç ceza almaz ama siyasi kariyeri sona erer. (Baba filmindeki, mafyayla bağlantılı politikacı Don Lucio Lucchesi karakteri ondan esinlenmiştir.)
Fotoğrafçılık kariyerine 1970’lerin başında başlıyor Battaglia. Sicilya’nın kırsalında tarlada ağacının altında yatan bir adam takılıyor kadrajına ilk önce. “Ölü adamın ayakkabısız sol ayağı, cesedi koruyan polisin teslim olmuş bakışları, açılmış gövdenin üzerinden sarkan zeytin yaprakları.” İlk çektiği ceset bu… Sicilya’nın en karanlık günlerinde, hiçbir fotoğrafçının yakalayamadığı görüntüleri çekiyor yıllarca. Palermo’nun sol görüşlü gazetesi L’Ora’da yer alan ilk çalışması ise çok çarpıcı; birkaç mafya üyesi bir mahkeme salonunda sıra halinde oturmuş, en küçüğü, parmağını ağzına doğrultmuş bir şekilde küstahça kameraya bakıyordur. Ona, ‘beynini uçururum’ diyor sanki.
“Birdenbire elimde bir kan arşivi oluştu “
1980’lerde ise mafyanın kalesi olan Corleone köyünde bir sergi düzenliyor. Mafyanın onlara ne yaptığını doğrudan göstermek için. İnanılmaz bir cesaret ve meydan okuma eylemi bu. Fakat ilk defa bir şeyin fotoğrafını çekemiyor Battaglia. Sergiyi gezenlerin yüzündeki korkunun… Gerçi hiç yabancı değil bu duyguya. 2017’de The Guardian’a verdiği röportajda yıllarca nasıl yaşadığını anlatıyor. “Artık dostlarınızın veya düşmanlarınızın kim olduğunu bilmiyordunuz. Sabah evden çıkıyordunuz ve akşam geri gelip gelmeyeceğinizi bilmiyordunuz.”
Vahşetin bugün cezalandırılması mümkün olmayan uzak geçmişte kaldığı anda, bu fotoğraflara bakmak sahiden gerekli mi peki? Onlar bize gerçekten bir şey öğretirler mi? Zaten bildiğimiz (belki de bilmek istemediğimiz) şeyleri doğrulamaktan öte ne anlamları var? İşte tüm bu sorulara cevap arıyor Susan Sontag da Başkalarının Acısına Bakmak adlı eserinde.
Enformasyon akışının hızlanmasıyla kesintisiz bir görüntü bombardımanıyla karşı karşıyayız bugün. Maruz kaldığımız onca görüntü sonrasında belleğimizi temizleyip yenilerine yer açıyoruz biz de. Buradaki “biz”, başlarından onlarınki gibi bir şey asla geçmemiş olan herkes Sontag’a göre. Fotoğraflardaki acıyı vahşeti çaresizliği tam olarak anlayamasak da… Kabul etmek zorunda olduğumuz bir gerçeklik var. O da bu görüntülerin bizlerin neye göğüs germemiz, neye acımamız en önemlisi de neyi onarmamız gerektiğini göstermesi… Woolf’a göre ise; acının, vahşetin fotoğraflarına bakıp da acı duymamak, irkilmemek, bu yıkıma ve kıyıma yol açan şeyi ortadan kaldırmak için uğraş vermemek, ahlaktan ve vicdandan nasibini almamış bir canavarın vereceği tepkiler.
Evet, karşı karşıya kaldığımız bu görüntülerle duygudaşlık kurmayı başarmak zorundayız. Bunu yapmadığımızda… Yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığı duygusunun yaygınlaşacağını, böyle haberlerden sıkılmaya, giderek tepkisizleşmeye başlayacağımızı söylüyor Sontag. (Gerçi başladık bile…) Modernitenin kocaman midesi sürekli gerçekliği yutup sonra da bütün yediğini görüntüler şeklinde geri püskürtürken… İşimiz gerçekten çok zor. Ama her şeye rağmen duygudaşlık kurmayı (daha çok) başarabilsek… Acılara yol açan tüm gelişmelerde suç ortaklığımız olmadığı duygusuna kapılmamız da o ölçüde kolaylaşacak. Acizliğimizin yanı sıra masumiyetimizin de ilanı olacak bu. Döngüsel acının dünyasında salınıp dururken korumamız gereken masumiyetimizin…
“Biz canavar değiliz, biz eğitimli sınıfın üyeleriyiz. Bizim başarısızlığımız tahayyülle, empatiyle ilgili bir başarısızlıktır: Biz bu gerçekliği zihnimizde tutmakta başarısız olduk.”
Battaglia’nın kadrajına kadın ve çocuklar da takılıyor. Sicilya’da uyuşturucu satılan La Cala mahallesinde futbol topuyla bir genç kız… Geleceğe dair hiçbir umudu olmayan bir erkek çocuk… Eşinden dayak yiyen bir kadın… Her fotoğrafı, kelimelerin anlatmadığı(anlatamadığı) hikâyeler barındırıyor derinliklerinde. Ölüm, acı, çaresizlik… Hepsi siyah ve beyazın zıtlığında anlam buluyor. Sadece yetenekli bir foto muhabiri değil o. Kelimeler yerine imgeler kullanan bir hikâye anlatıcısı. “Kadınları fotoğraflamayı seviyorum çünkü dayanışma içindeyim: mutluluğa giden yolda hâlâ birçok engeli aşmaları gerekiyor bu erkek egemen toplumda. Ve küçük kızların derin ve hayalperest gözlerini arıyorum: Bana on yaşındayken, dünyanın o kadar da iyi olmadığını aniden fark ettiğim zamanki halimi hatırlatıyorlar.”
Çektiği binlerce fotoğraf sonrasında…“Fotoğraf hiçbir şeyi değiştirmiyor. Şiddet devam ediyor, yoksulluk devam ediyor. Çocuklar hala aptalca savaşlarda öldürülüyor” dese de Battaglia… Yaşanabilir dünyaya olan inancını ve iyimserliğini hep koruyor. “…Olmak zorundayım. Kendim için değil, gençler için. Onların umuda ihtiyaç duyduğunu görebiliyorum ve onlara bunu vermeliyim. Politika onlara sadece nefret gösteriyor. Ben onlara güzelliği gösterebilirim. Her zaman umut vardır, ancak bunun için savaşmalısınız.”
Evet, umut hep var, bunu hepimiz inanıyoruz inanmasına da… Ama şu unutkanlık hastalığımızı tedavi etmezsek şayet. Gerçeklik feragat ettiği tahtına hiç kavuşamayacak. Umudun hayaline tutunan bizler de yeni acıların dikizcisi olmaya devam edeceğiz.
Kaynak:
Başkalarının Acısına Bakmak, Susan Sontag, Çevir. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı
edebiyathaber.net (1 Mayıs 2025)