“Unuttuğumuz hatıralar nereye gidiyor?” | Şule Tüzül

Şubat 27, 2025

“Unuttuğumuz hatıralar nereye gidiyor?” | Şule Tüzül

1980 yılında on yaşımdaydım. Çocukluğumuza dair unuttuğumuzu sandığımız pek çok şey, hiç ummadığınız anda karşımıza çıkıveriyor. Bir kitap, bir film ya da bir şarkı dinlerken. Sadece çocukluğumuz değil karşımıza çıkan, o döneme ait her şey; yaşam, insanlar, ülke, o döneme ait herkesle paylaşılan bir duygu, radyoda çalan bir şarkı, komşunun koktu diye getirdiği bir yemek, bir hayal kırıklığı, bir sevinç ya da sokakta oynanan bir oyun…

Mahir Ünsal Eriş’in Doğan Kitap tarafından yayınlanan son romanı Tatil Kitabı, tam da bunları hatırlattığı için olsa gerek, bazen kahkahalar atarak, bazen içim sızlayarak, sonunda da boğazımda bir düğüm, gözyaşlarımı tutamadığım bir kitap oldu. Gülmek de iyi geldi, ağlamak da. Kitapta yazılanları değil sadece, o yaşananlara gülmeyi ve ağlamayı da özlemişim çünkü.

Tatil Kitabı, sekiz yaşındaki Münevver’in Almanya’dan gelip Türkiye’deki akrabalarının yanında geçirdiği 1980 yazını anlatıyor. 12 Eylül’ün hemen öncesindeki yazı. Neşeli bir roman Tatil Kitabı. Üç dört ay süren bir zaman diliminde, 80’ler Türkiye’sinin siyasi ve toplumsal tarihinin gölgesinde, küçük bir kız çocuğunun büyük dünyasına konuk oluyoruz. Bence romanı okuyan her okurun içinde uyuyup kalmış bir Münevver kanatlanıveriyor. Mahir Ünsal Eriş öyle bir roman yazmış ki, hem 1980 Türkiye’sini, o zamanların karanlığını, hem de bir masalı, bir masalın olanca neşesini harmanlamış. Ben, bir masalın içinde dolaşıyorum hissiyle okudum kitabı.  Onca kötülüğün içinde kötülüğün giremediği bir mahalle halkı, yoksul ve yarı aç yarı tok yaşayan insanların her lokmayı başkalarıyla paylaşma çabası, hiçbir çıkar beklentisi olmadan birbirine yardıma koşan, her buldukları fırsatta gülmeyi ve neşelenmeyi başaran insanlar, sokakta doyasıya oynayabilen tüm mahallenin sahiplendiği çocuklar. Gerçek olamayacak kadar güzel bir yaz, o nedenle bir masal. Ama masalın içindeki her şey gerçekten yaşandı bir zamanlar. Hepsini bizzat yaşadık. Hem büyük bir özlem duygusu hem de içimiz sızlayarak okuyoruz Tatil Kitabı‘nı. Roman biterken masal da bitiyor. Bir masalın bitişine mi, gerçekten yaşadığımız o güzelliklerin nasıl bu kadar uzakta ve ulaşılmaz kaldığına mı ağlıyorum, bilmiyorum.

Tatil Kitabı üzerine Mahir Ünsal Eriş ile bir söyleşi yapma şansım oldu.* O söyleşide şunu söylüyor Eriş:

“Münevver’in hikayesi, üzerine defterler doldurduğum, uzun uzun düşünüp dertlendiğim bir hikayeydi. Yine de bana kalırsa roman Münevver’in hikayesidir dersem eksik söylemiş olurum. Geçmişte kalıp buharlaşmış, yalnızca silik, mahzun anılarda fragmanlar halinde yaşayan bambaşka bir gezegenin hikayesidir bana kalırsa.”

Tatil Kitabı‘nın beni bu kadar etkilemesinin nedeni duygusu. Bu duyguyu sözcüklerle anlatmam imkânsız. Mahir Ünsal Eriş’in dili ve anlatımıyla 240 sayfaya yayılan bir duygu bu. Artık kayıp bir duygu. Nasıl kaybettik, kaybolmasına nasıl izin verdik koca bir ülke, insan hayıflanmadan, çaresizce öfkelenmeden edemiyor. Romanın daha ilk sayfalarında memleket denen şeyin ne olduğuna dair öyle güzel ifadeler var ki, o duygu işte daha ilk sayfada yakalıyor okuru:

“Memleket, bahçe içinde, kırık dökük ama temiz ve tertipli, kireç boyalı, duvarlarına kızartmayla tüp gaz kokusu sinmiş tek katlı bir evdi. Anlatıla anlatıla bitirilemeyen, havasında ve suyunda bile nice kerametler, sihirler saklayan, babasının dinlediği tıngır mıngır türkülere, annesinin gözünden yaş döke döke ablasına yazdırdığı mektuplara sığmayan o yoksul ama mağrur, ezgin ama güneşli, güzel ama bahtsız memleket, karşılıklı iki divan, iki de koltuktu. Uzun, hem de çok uzun bir yolculuğun sonunda varılan vatan toprağı, sayısı şuncacık evi güçbela dolduracak kadar olan birkaç güler yüzlü, sevinçli insandı.”

Mahir Ünsal Eriş, okurlarının çok iyi bildiği gibi, bir dil ustası. Her romanında öyle ustalıklı bir dil kuruyor ki, okuruna ne söylemek istiyorsa, hangi duyguyu uyandırmak istiyorsa, güldürmek mi ağlatmak mı istiyor, hüzünlendirmek mi, hepsini başarıyor. Bu romanın dili masalsı, büyülü gerçekçi bir yanı var. Diyaloglar çok gerçekçi; Eriş hem çocukların hem de kadınların dünyasına çok hâkim tüm diyaloglarda.  Yetişkin ya da çocuk, roman kahramanlarının ağzı bozuk, küfür kıyamet, içlerinden ne gelirse söylüyorlar, buna rağmen kaba değil, son derece incelikli insanlar hepsi, böyle görünüyorlar. Ayrıca baştan sona tüm detaylara, tüm inişli çıkışlı olaylara ve diyaloglara rağmen romanın okuru alıp götüren ritmi hiç bozulmuyor. Bunu sağlamak romanın başka bir güçlü yanı.

Kısa sayılabilecek bir roman, 1980’ler Türkiye’sine ait ince ince öyle çok detayla dolu ki. Her biri bir şiir bana kalırsa. 80’lerin tüm karanlığına rağmen, şiirlerin de içinden geçmişiz. Her birini Münevver’in gözüyle görmek ise başka bir ayrıcalık. Eğer kitabın kahramanı yetişkin biri olsaydı o döneme, yaşananlara asla bu kadar güzel bakamazdık, romanın okuru kucaklayan duygusunu asla hissedemezdik, diye düşünüyorum. Bu yönüyle çocukluk ve yetişkinliğin ne anlama geldiğinin altını da çiziyor Tatil Kitabı. Dünyaya Münevver’in gözünden bakmak iyi geliyor. Hem de çok iyi geliyor. Başkalarının rüyalarını görebilmek istiyor Münevver, bunun mümkün olup olmadığını soruyor Koca Hala’nın oğlu İbo’ya.

 “Unuttuğumuz hatıralar nereye gidiyor?”

 “Taşları yere attığımız zaman canları yanar mı, İbo?”

 “Peki ağaçlar rüya görür mü?”

 “Sular ağlar mı?”

 “O zaman insanlar neden böyle?”

 “O zaman neden insanların canı yanıyor en ufak bir şeyde? Neden rüya görüyor insanlar, neden ağlıyorlar? Neden biz böyleyiz madem de onlar böyle değiller?”

Pazarda çarşıda destancılar varmış o zamanlar, ben denk gelmedim maalesef, ellerinde ince uzun şeritler halinde kağıtlar, bağıra çağıra o kağıtlardaki destanları okuyarak destan satarlarmış, insanlar da merak eder alırlarmış. Sonra kalaycılar vardı, çok iyi hatırlıyorum onları, bütün mahalle kalaycıların başına üşüşüverirdi hemen nereden haber alırlarsa adamın geldiğini. O zamanlar kitap okuyanlara, sorunlu gözüyle bakılırdı, sadece üzüntüden, sıkıntıdan, dertten okurmuş gibi, ama saygı da duyulurdu. Her birini tek tek hatırlıyorum o anıların. 

Mahir Ünsal Eriş’in en sevdiğim ve saygı duyduğum yanlarından biri, tüm kitaplarında kadınlara, toplumda verilmeyen kıymeti, hak ettikleri yeri vermesi. Bugün tutunacak bir şeylerimiz kaldıysa kadınlar sayesinde diyor sanki, ayakta kalan her şey kadınlar sayesinde. Hakları yenen, ezilen, yok sayılan kadınlar sayesinde. Tatil Kitabı‘nda da hep kadınlar önde. Koca Hala’nın oğlu İbo dışında, erkek kahramanlar geri plandalar. Sesleri pek çıkmıyor. Yazar, söz burada kadınların, demiş. Kadınların dünyasını, diyaloglarını bu kadar iyi anlatabilmesi ise ayrıca takdire şayan. Bu konuda aynı söyleşide sorduğum sorulardan birinde Mahir Ünsal Eriş’in şöyle bir yanıtı var:

“Roman yazmak bence bir yanıyla dişil bir faaliyettir. Edebiyat tarihi bunu görünmez kılmaya çabaladığı için olabilecek en maço, en eril metinleri yazmaya çalışan adamlarla doludur. Kendi edebiyatımız bile öyledir. Ama sanatsal üretkenliğin kökünde bir doğurganlığa öykünme yatar bana kalırsa. Dünyaya bir şeyler getirme telaşı yatar.”

Karakter sayısı çok olan bir roman Tatil Kitabı. İsimlere bayıldım: Şazika, Duran, Rebiye, Hükümsür, Mübeccel, Tokmiş, Evrenos. Hikâyelerin gerçekliği kadar karakterler de çok gerçek. Hepsini tanıyoruz. Hepimizin hayatında bir Koca Hala muhakkak oldu, İbo oldu, Münevver gibi bir arkadaşımız da oldu hepimizin, sokakta romandaki o çocuklarla oynadık o zamanlar. Unutulmuş olsalar bile, Tatil Kitabı ile hepsini tek tek hatırladık. Artık unutulmayacaklar. Aramızdalar. O kadar gerçekler işte.

Tatil Kitabı, her ne kadar 1980 Türkiye’sinde geçse ve o dönemin Türkiye’sini anlatsa da aynı zamanda göçmenlik meselesini tüm çarpıcılığıyla anlatan bir roman. Münevver’in ve ailesinin ne oraya ne buraya ait olamamalarına, çaresizce bir gün anavatana dönme umudu taşımaları ama bunu asla yapamayacaklarını da bilmelerine dair okura ulaşan o duyguyu, göçmen olmanın insanın yüreğine oturan ağırlığını anlatan bir roman. Bu noktada evrensel bir roman olduğunu da söylemem gerek. Münevver tüm göçmen çocukları temsil ediyor. Ayrıca hikâyenin geçtiği mahalle, içinde yaşananlarla, duygularıyla, insanlarıyla dünyanın her yerinde olabilecek bir mahalle. Tatil Kitabı özünde insanı anlatıyor çünkü.

Ne kadar neşeli bir roman olsa da, yaklaşık yarım asır önce, tam da o günlerde, bugün neşemizi neden kaybettiğimizin, neden insanların o günden bugüne bu ülkeden gitmeyi tercih etmek zorunda kaldıklarının simgesel izlerini taşıyan bir roman. Münevver’in Tatil Kitabı da, okullardaki kitaplar da, her şey çok değişti. O değişimle başladık neşemizi kaybetmeye…

Tatil Kitabı, 1980’ler Türkiye’sini ve göçmenliği yaşayanların olduğu kadar, o dönemi yaşayanların çocuklarının, göçmen olmasa da illaki yakın çevresinde bir göçmen tanıdığı olanların yakınlık kuracağı bir roman. Dolayısıyla, bu ülkenin insanlarının romanı, hepimizin romanı.Hem neşeli hem hüzünlü hem düşündürücü. Okurken duygudan duyguya geçiyorsunuz. Ama hepsi kıvamında. Hepsinin yazarın içinden kopup geldiğini biliyorsunuz. 

Keşke kaybettiğimiz o neşeyi tekrar bulabilsek. Zaman değişti. Değişiyor. Mahalleler, evler, dünya değişti. O neşeyi ve kaybolan pek çok şeyi belki tekrar bulamayacağız. Tutunacağımız şeyler var elbette, hep olacak, olmalı.

Neyse ki edebiyat var…

* https://www.literaedebiyat.com/post/tatil-kitabi-mahir-unsal-eris-roportaj

edebiyathaber.net (27 Şubat 2025)

Yorum yapın