Haluk Dursun’un Boğaziçi’nde kırk yılı | Derya Sinan

Temmuz 20, 2023

Haluk Dursun’un Boğaziçi’nde kırk yılı | Derya Sinan

1.
Boğaziçi’nde Kırk Yılım’ı kaleme alan Haluk Dursun, 1968 yılında “yatılı bir öğrenci” olarak Hereke’den İstanbul’a gelir. İlk gecesini Ortaköy’de Naime Sultan Sarayı’nda geçirir. Oradan Boğaziçi’ne ilk bakış, Boğaz’la ilk göz göze geliş kendi belirlemesiyle bütün hayatını değiştirecektir. Boğaziçi’nde Kırk Yılım, bir yönüyle bu değişimin de öyküsüdür. Okurlara sunulan bu öykünün her durağında Boğaziçi’nin izleri vardır.

“Dünyanın en güzel yeri neresi?” sorusuna verilebilecek en yerinde yanıtlardan biri kuşkusuz “İstanbul” olacaktır. Bu yanıtın beraberinde “İstanbul’un en güzel yeri neresi?” sorusunu getirmesi de kaçınılmazdır.

Boğaziçi’nde Kırk Yılım adlı kitabın rehberliğinde Boğaziçi’nde çıkılan küçük yolculuklar denilebilir ki “İstanbul’un en güzel yeri”ni gözler önüne sermektedir.  

2.
Boğaziçi dendi mi, deniz; deniz dendi mi balık akla gelmese olmaz. 

Haluk Dursun, Naime Sultan Sarayı’nın taş binasının ailesinden uzak kalan bir çocuğun yüreğine çöken o ilk ağırlıkları içinde, okul müdiresinin öğrencileri adam yerine koymayan oğlunun hafta sonları iskelede balık yakaladığını görür. Bu, Hereke’den de aşina olduğu bir görüntüdür. Bu görüntülerle Boğaziçi, yaşamına olmazsa olmaz “balık\balıkçılık”ı sokar. Bu, Haluk Dursun’u mutlu eden bir olmazsa olmaz olarak yaşamında yerini alır.  

Sarayburnu’ndan Emirgan’a, Fenerbahçe’den Çubuklu’ya kızarmaya başlayan erguvanlar, Boğaziçi şehir hatları kaptanları, karabataklar, rıhtımda yüzmeye başlayan hocalar, Haluk Dursun’un Boğaziçi’nde geçen ilk yıllarından kalacak diğer görüntülerdir. 

Ortaköy ve Çengelköy’ün ardından Rumelihisarı’na gelindiğinde yıl 1982-1983’e uzanmış, Haluk Dursun Boğaziçi Üniversitesinde yüksek lisans öğrenimine başlamıştır. 1985’ten sonra ise onu, Anadoluhisarı Spor Akademisinde öğretim üyesi olarak görürüz.  Arkasında Anadolu Hisarı, yanında Göksu, karşısında Rumelihisar’ı… Bülbüller… Boğaziçi’nin bütün dere boyları ve koyları mayıs ayından itibaren bülbüllerin sesleriyle dolmaya başlar. Nedim’in belirlemesiyle hem aşüfte hem gazelhan bülbüller…  Mihrabat Korosu’na yol düşmeden olmayacaktır. Mihrabat’a damgasını vuran esas kişi şair, nüktedan, ehlikeyif Şeyhülislam Bahai Efendi… İstanbul’un yalıları ve köşkleri… Sevda tepesi…

1987’de Boğaziçi tekne turlarına başladıktan sonra Haluk Dursun, o güne kadar Boğaziçi’nden onda ne kalmışsa tura katılanlara anlatmaya durur: Başta lüfer olmak üzere Boğaziçi’nin balıkları, başta yelkovan olmak üzere Boğaziçi’nin kuşları, Beykoz’un kalkanı, Sarıyer’in böreği, Bebek’in badem ezmesi, Arnavutköy’ün çileği, Göksu’nun mısırı, Çengelköy’ün ayvası…

Haluk Dursun’un anılarıyla renklenen Boğaziçi yolculuğunun ilk bölümü “Benim Boğaziçim” adını taşırken ikinci bölümü “Benim Boğaz Semtlerim” adını taşır.

Bu semtler içinde ilk sırada Emirgân ve korular vardır. Yazar, 1997-1998 yıllarında Şerifler Yalısı’nda bir televizyon programının yayınında görev alır. Onda hoş anılar ve izlenimler bırakan Şerifler Yalısı’nın ardından Sarı, Pembe ve Beyaz köşkleri anmadan da geçmez. Emirgan’dan Yıldız Sarayı’nın korusuna uzanır.

Ortaköy, Tophane, Üsküdar yazarın diğer Boğaz semtleridir. Bu bölümde özellikle “Boğaziçi’ni gezmenin, Boğaziçi’nde gündüz seyrana, gece mehtaba çıkmanın olmazsa olmazı şiir ve musikidir.” belirlemesiyle altı çizilen “Boğaziçi’nde Musiki, Boğaziçi Âlemleri”ne gelindiğinde okur, o şiiri ve musikiyi güçlü bir biçimde duymaya başlar.  

“Benim Hayali Yalım” bölümünde yalısına ait hiçbir ayrıntıyı atlamayan Haluk Dursun, Boğaziçi’nde yaşama sanatının doruğuna ulaşmak amacında olan okurlara leb-i derya yalısıyla da kılavuzluk etmeyi sürdürür. Kameriyeleri, selsebili, yalının bostanı, bahçesi, meyveliği, korusu… Çamlar, selviler, erguvanlar… İki katlı, ahşap, aşı boyalı bir yalı…Gurebaya, fukaraya mekan olmalı denilerek yatak odalarında döşek sayısının fazla tutulması bile gözetilir.

“Boğaz’ın Rumeli Yakasında Karadan Bir Gezinti” başlığı altında Karaköy, Fındıklı, Dolmabahçe, Beşiktaş, Kuruçeşme, Bebek, Rumelihisarı, İstinye, Yeniköy, Kalender, Tarabya, Büyükdere, Sarıyer, Rumeli Kavağı önceki bölümlerden daha didaktik bir üslupla anlatılmaktadır. Burada yazarın didaktik üslubun kuruluğuna düşmediğini belirtmek gerekir. Haluk Dursun’un öğretim üyesi kimliğinin, yaşamını değiştiren Boğaziçi’ne duyduğu sevgiyle özellikle bu bölümde birleştiği, üslubunun sıcaklığını bu nedenle yitirmediği söylenebilir.  Aynı durum “Boğaz’ın Anadolu Yakasında Karadan Bir Gezinti” bölümü için de geçerlidir. Bu kez de okurun yolu karadan Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Göksu, Kanlıca, Çubuklu, Beykoz, Anadolu Kavağı’na düşmektedir.

3.
İnsan için ne kaybettiğini bilmek, elindekilere sahip çıkmak konusunda uyarıcıdır. İstanbul’da Boğaziçi’nin geleneksel yaşam kalitesinin ve standartlarının yerini, Anadolu taşra kültürü sahibi insanların oluşturduğu bir yapıya bıraktığı görülmektedir. Bu durumda Boğaziçi’nde Kırk Yılım, Haluk Dursun’un “Boğaziçi’nin korunması” gerektiği yolunda bir çığlığı olarak kabul edilebilir. 

edebiyathaber.net (20 Temmuz 2023)

Yorum yapın