Umutsuzluk: ‘Ölümcül Hastalık’ | Burak Soyer

Mart 3, 2022

Umutsuzluk: ‘Ölümcül Hastalık’ | Burak Soyer

Varoluşçuluğun atası Soren Kierkegaard’ın Ölümcül Hastalık Umutsuzluk kitabı, insanın tüm geçmişi boyunca pençesinden kurtulamadığı, bir şekilde kıyısından da olsa yakalandığı ‘umutsuzluk’ hastalığını bir filozofun gözünden anlatıyor. 

Hepimizin ‘sonu’ belli de, işte o ‘son’a doğru gitme, ne kadar acı çeksek de, ne kadar “Bitsin artık!” diye bağırsak da ‘bitiş düdüğü’nün bir türlü çalmaması… Bekleme hali. İşte asıl ‘ölümcül hastalık’ bu. Diğerleri ‘ölümlü hastalık’. Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard, Say Yayınları’ndan çıkan Ölümcül Hastalık Umutsuzluk kitabında, insanlığın tarih boyunca kendi içinde, ‘ben’inde cebelleşmek zorunda kaldığı amansız hastalık olan umutsuzluğu çelişkileri, karşıtlıkları, somut ve soyut örnekleri, derinliği kısaca tüm yönleriyle ele alarak temeli ‘insan’ olan bu hem soyut hem somut ‘hastalığı’ masaya yatırıyor. 

Kierkegaard’a göre bu ‘hastalık’ tinde yani ‘ben’de başlıyor. “Ben insanın kendisiyle ilişkili bir ilişkidir, bir başka deyişle bu ilişkinin iç yöneliminde bulunduğu ilişkidedir; ben ilişki değildir ama ilişkinin kendisine dönüşür,” diyor ve devam ediyor: “İnsan sonlu ve sonsuz olanın, cismani ve ebedi olanın, özgürlük ve gerekliliğin bir sentezidir, kısacası bir sentezdir. Bir sentez iki terimin ilişkisidir. Bu açıdan bakıldığında ben yoktur henüz. İki terim arasındaki bir ilişkide, negatif bir birlik olarak üçüncü ve iki terim arasındaki ilişki, ilişkiyle ilgilidir ve her biri ilişkiyle olan ilişkisiyle vardır; böylece ruhla ilgili olarak, ruhla beden ilişkisi kesinlikle basit bir ilişkidir. Eğer tersine ilişki kendisiyle ilişkiliyse bu son ilişki pozitif bir üçüncüsüdür ve bizim bir ben’imiz vardır.” Bu alıntı önemli zira Kierkegaard özünde, “ilişkinin kendi kendisiyle ilişki içinde ilişki kurması” olarak savunduğu ‘ben’liğini kaybetmesi, insanın kendisini bir ‘yaratan’la, güçle, Tanrı’yla vs. eşdeğer görememesi, onunla kendini eşitleyememesinden doğan gücü yok edip inkar ederek umutsuzluğa düştüğünü savunur. Ki bu düşünce de Ölümcül Hastalık Umutsuzluk kitabının özetini oluşturuyor. 

Kitaptaki zorlu ve defalarca gözden geçirilmesi gereken detayı okura bırakıp Soren Kierkegaard’ın umutsuzluğun ölümcül hastalık olmasıyla ilgili en anlaşılır örnek için sayfa 26’ya gidelim. Kierkegaard burada yukarıda anlatmaya çalıştığımız şeyi somut bir örnekle açıklayarak insanın bir şeyden umudunu kesmesi halinde aslında kendinden (ben’den diye de okuyabiliriz) umudu kestiğini hatırlatarak şu örneği veriyor: “Sözgelimi ‘Ya Sezar olurum ya da hiç’ diyen hırslı biri Sezar olamaz, umudunu keser Sezar olmaktan. Ama başka bir anlamı vardır bunun: kesinlikle Sezar olamayınca artık kendisi olmaya da tahammül edememek. Dolayısıyla aslında umutsuz olmasına neden olay şey kesinlikle Sezar olmamış olması değildir, hiç olamadığı kadar ben’den umudu kesmiştir o.” 

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk’un, bir başka özelliği ise, bundan yüz elli yıl önce yaşayıp ‘umutsuzluk’a kapılmış insanla, günümüzün maddileşen insanının pençeleştiği ‘umutsuzluk hastalığı’ karşısında gösterdiği semptomların birleştiği yerlerin aynılığını açıklıyor oluşu. Kitap bu açıdan ele alındığında Kierkeegaard’ın ‘ben’ ile neyi kast ettiği daha net anlaşılabiliyor. 

edebiyathaber.net (3 Mart 2022)

Yorum yapın