Toplumu anlama/anlatma yolculuğu | Feridun Andaç

Şubat 26, 2019

Toplumu anlama/anlatma yolculuğu | Feridun Andaç

Roman okurluğundan söz ederken sıklıkla şunun altını çizerim: İyi romanlar bize  toplumu/insanı tanıma, derinden kavrama bilgisini verirler.

Romanın destanın yerini alması moderniteye geçişle başlar.  Kentlileşme ve ticaretin belirgince insan yaşamını biçimlendirmesiyle öne geçer. Kırdan kente, sözden yazıya geçişte de roman başat bir edebî tür olma yolundadır.

Bu pencereden bakınca, 20. yüzyılın kurucu edebî türü olan roman dünya ölçeğinde etkilidir. Bunu da tarihsel toplumsal süreçlerin tanıklığına ayna tutmasına, insanların romanı bir eğlence ve öğrenme yolu olarak benimsemesine verebiliriz.

Romanın aynasında Türkiye

Kurtuluştan kuruluşa yönelen Türkiye’nin erken Cumhuriyet dönemi yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanlarında Osmanlı’nın son dönemlerindeki toplumsal hayattan yansılar getirirler. Öyle ki, o çöküş ve geçiş sürecinin sorunlarını bir biçimde romanlarına konu edinirler.

Oysa, biliyoruz ki; o dönemde, bir tarım toplumu olan ve Anadolu’nun tarımsal üretime açık alanlarında süren hayatlarda okuma-yazma oranı, eğitim olanağı çok sınırlıdır. Osmanlı, ağırlıklı olarak köylü toplumdur. Küçük üreticinin belirlediği ticaret, var olan birtakım zanaatlar toplumsal hayatın ivmesidir. Henüz kentlileşemeyen bir yapı söz konusudur. Kentler var, ama kentlilik kültürü henüz gelişmemiş, oralarda yaşam/ toplumsal hayat geri üretim ilişkilerine bağlı biçimde varlığını sürdürüyor. Çünkü, en temel olgu olan ulaşım sınırlıdır. Kapalı ekonomik yapı egemendir.

Oralarda yaşananların yazınsal olarak kayda geçmesi ancak Cumhuriyet sonrası gerçekleşir.

“Memleket edebiyatı” dediğimizde; akla gelen ilk köy romanı Nabizâde Nâzım’ın (1861-1893) Karabibik’idir (1891). Bunu, 1910’da yayımlanan Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın (1864-1947) Küçük Paşa’sı (1910) izler. Ama asıl çarpıcı örnek Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri’yle (1919) gelir. Dönem aydınının ilk kez Anadolu’yla yüzleşmesidir bu. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu (1922) ve Yeşil Gece’si (1928) bu tanıklığın sınırlarını genişletir. Asıl köylünün durumu, köylülük, küçük tarım üreticisinin sorunları ilk kez Sadri Ertem’in (1898-1943) öykü ve romanlarında uç verir. Özellikle de Çıkrıklar Durunca (1931) romanıyla ipekböceği üreticisi ve dokuma tezgahları olan köylünün sorunu ve bu eksende oluşan eşkıyalığın nasıl bir toplumsal sorun olarak var olduğunu anlatır Ertem. Silindir Şapka Giyen Köylü, Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933) öykü kitaplarına yansıyan ise işte o geçiş döneminin sorunlarıdır. Toplum-insan yaşamından çelişkiler yumağından kesitleri gözler önüne serer.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1920-1940 arası, Anadolu birçok yanıyla öykü ve romanlara konu olmaya başlar. Bir bakıma edebiyatın halklaşma sürecidir bu. Artık İstanbul aydınının gözünden yazılmaz Anadolu. Kendi içinden çıkan yazarlar kuşağı oluşmaya başlamıştır. Kuşkusuz bunda Cumhuriyet’in kazanımları başattır. Erişilen eğitim olanakları, ekonomik kalkınma hamleleri, vb. Bu süreçte ürün veren yazarların önemli bir bölümü “yeni hayat”ın gerçekliklerine yüzünü döndüğü gibi, geçiş dönemiyle yaşanan temel sorunlara da değinirler. Ki, bunların başında toprak sorunu, köylünün geri kalmışlığı gelmektedir.

Etkileyici kaynak

Memleket edebiyatının asıl etkileyici ürünlerini Sabahattin Ali’nin öykü ve romanlarında buluruz. Özellikle de Kuyucaklı Yusuf (1937) etkileyici bir kaynak olarak öne çıkar. Denebilir ki İnce Memed’in habercisidir. Sabahattin Ali, Değirmen (1935), Kağnı (1936), Ses (1937)  gibi öykü kitaplarında Anadolu insanının/köylülüğün sorunlarını gündeme taşır.

Reşat Enis (1909-1984), Toprak Kokusu (Kara Toprak, 1944) romanında Çukurova’daki topraksız köylülerin sorunlarıyla yüzleştirir okuyucuyu.  Öyle ki, toprak ağalarının baskısıyla roman toplatılır. Gerekçe ise, Meclisteki Köylüyü Topraklandırma Kanunu görüşmelerini olumsuz yönde etkilemesi, olarak gösterilir!

Bu süreçte ürün veren yazarların önemli bir bölümü toplumu tanıma/tanımlama, sorunları anlatmayı önceler. Bir bakıma toplumsallaşma hareketinin yansılarını edebiyatta, özellikle de öykü ve romanda görürüz. Toprak sorunu, göç, feodal üretim ilişkilerinden doğan çatışmalar Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Necati Cumalı, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Bekir Yıldız, Ömer Polat, Osman Şahin gibi yazarların yazdıklarına yansır.

Yerel ve bölgesel edebiyatın oluşmasında önemli bir adımdır bu. Özellikle de Köy Enstitüleri hareketi bu oluşumun nirengi noktasını oluşturur. Ülke bir anda kendi gerçekleriyle yüzleşir. Tarımsal alanlardaki üretimin geriliği, halkın eğitimsizliği gibi birçok sorunun da odak noktasında olduğunu  çoğunlukla bu yapıtlar aracılığıyla öğreniriz. Ülke coğrafyasının, üretim ilişkilerinde yaşanan sorunların gündeme taşınması dönem edebiyatının çıkış noktasıdır diyebiliriz. Bunu izleyen süreçte köyden kente göç, kentlileşme olgusu gene roman ve öykünün ana konusu olur 1950-1970’lerin edebiyatında.

Yurt coğrafyasının kırsal kesiminde köy/köylülük/tarımsal üretimin yaşandığı yörelerdeki sorunların edebiyatın gündemine taşınması önem kazanır. İşlenen konulara bakınca şunların öne çıktığını gözleriz: Toprak sorunu, bundan doğan çatışmalar, cehalet, eğitimsizlik, su sorunu, doğa, töre cinayetleri/çatışmaları, geleneksel yaşam, göç, bürokrasinin egemenliği, kan davası…

Bu açılış yazısında istedim ki, tarım toplumu olan ülkemizin tarihsel toplumsal gerçeklerinin nabzını tutan edebiyatın nerede durduğu, bu alanda hangi yazarların hangi yapıtlarında nelerden söz ettiklerini gündeme taşıyayım. Ama daha da önemlisi günümüz Türkiye’sinde tarımsal alanlarda yaşanan sorunların, tahribatının, aynı zamanda yapılan başarılı çalışmaların ve iyileştirmelerin yazınsal yapıtlara yansıyıp yansımadığını burada konu edinmek çıkış noktam olacak.

Unutmayalım ki Türkiye bugün halen bir tarım ülkesidir. 1980 sonrası derinden tanıştığı kapitalizm tarımsal alanların ve tarımsal üretimin seyrini tümüyle değiştirmiştir. Bugünün edebiyatçısı dünkü gibi acaba yaşanan bu sorunlara duyarlı mıdır? Burada bunun da sorgusunu yapmak, yazılıp edilenleri değerlendirmek isterim.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (26 Şubat 2019)

Yorum yapın