Tarlakuşu Mahallesi’ne hoş geldiniz! | Mehmet Özçataloğlu

Şubat 22, 2021

Tarlakuşu Mahallesi’ne hoş geldiniz! | Mehmet Özçataloğlu

Bugünlerde her şey çocukluğumu anımsatıyor bana. Bir resimde, bir kitapta ya da bir şarkıda izlerini buluyorum hemen. Şair haklıymış diyorum o anda “gökyüzü gibi bir şeymiş bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyormuş.” Gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor anılar. Sokakta oyun oynayacağız diye yemeği içmeği unuttuğumuz günler. En iyi ihtimalle de eve girmeden kapıdan alıp döndüğümüz salçalı ekmekler elimizde oradan oraya koştuğumuz, zıpladığımız dönemler. Bugünün çocukları bir ağaca çıkıp erik toplamanın(!) ne demek olduğunu bilmezler örneğin. Saksı altına ya da bakkala bırakılan anahtarın anlamını da… Komşunun ve komşuluğun ne demek olduğunu bilmeyen bu nesle sokakta cenaze varsa evde televizyon açılmayacağını da öğretemiyoruz. Çünkü o sokaklar yok artık. Var olan sokaklarda her apartman kendine özgü, apartmanın içinde de daireler… Hele ki site tipi yerleşim yeriyse yaşanan yer… Çocukluktan söz açılınca söyleyecek çok şeyim oluyor. Daha sayacağım, örnekleyeceğim, örneklerken de kendimi acıtacağım öyle çok şey var ki…

Bütün bunları içimde canlandıran da bir kitap oldu yine. 2019 Muzaffer İzgü Çocuk Öykü Yarışması Birincilik Ödülü’nün sahibi, Tarlakuşu Mahallesi. Başak Baysallı imzalı, Bilgi Çocuk etiketli kitap sekiz bölümden oluşuyor. “Buralar Benden Sorulur”la başlıyor. Kahramanımız Çetin anlatıyor bize Tarlakuşu Mahallesi’ni. Çocukluğumuzda, yaşadığımız semt için biz de böyle derdik: Buralar bizden sorulur! Şimdi ise çocuklarımız bir arka sokağı bilmiyorlar. Okula, spora her nereye gidecekse otomobille götürüyoruz, otomobille getiriyoruz. Yalnız başına dışarı çıkmak mı? Aman ha! Aklım sende kalmasın, diyerek oturtuyoruz dizimizin dibine. Haksız da değiliz ama. 80’ler, 90’lar çok gerilerde kaldı artık. Güvenlikli, steril bir sitede yaşanmıyorsa, çocuğun tek başına sokağa çıkması pek olanaklı değil. Sokağa çıksa da oynayacak alan yok zaten. Sonra Gülizar çıkıyor sahneye. Mahallenin alımlısı. O da kendi gözünden anlatıyor gelişmeleri “Madam Armanuş’un Fareleri”nde. Mahalle olur da o mahallenin kahvehanesi ve kahvecisi olmaz mı? Şair Ferdi’yi tanıyoruz “Tatlı Badem Kahvehanesi”nde. Zarar gelmez kediden insana/ Ne yaptı ki bu yavrucağız sana/ Bakma sen onun öyle durduğuna/ Canından öte can olur sana” diyerek selamlıyor bizi.

Ortadirek insanların mahallesi burası. Memlekette ortadirek kavramı geçerliliğini yitireli çok oldu aslında. Kimseye muhtaç olmadan, aç-açıkta kalmadan emeğiyle geçinen insanlar işte hepsi. “Balerin Selvi” de bunlardan biri. Bakalım nasıl tanıtıyor kendini Selvi. “… İpek Palas’ın beşinci katındayız. Sırma Hanım’ın evi burası. Haftada bir gelirim ona. Selvi ben, ayol. Balerin Selvi. Yok yok, bale yaptığım falan yok. Yanlış anladınız. Temizlikçiyim ben. Tarlakuşu’nda otururum ama orada çalışmam. Bizim mahallede herkes boğaz derdinde. Temizlikçiye verecek parayı nereden bulsunlar…”     

Balerin Selvi anlata anlata sahneden çekilirken olanca isteksizliğiyle “Üşendim Gülşen” geliyor. “Ayy, tüh! Ne zaman sıra bana geldi? İşin yoksa gel de anlat şimdi…” diyerek. Gülşen her işe üşense de okumaya üşenmiyor. Severek yaptığı tek iş kitap okumak. “… Önceleri böyle üşengeç değildim ben. Gençken yani. Oradan oraya koştururdum. Yorulmak nedir bilmezdim. Neden mi? Sözümona dünyayı değiştirecektim. Bir harikalar diyarı yaratacaktım. Kitaplardaki gibi. Açlık, yoksulluk kalmayacaktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Gördüğünüz gibi dünya beni değiştirdi…” Ne kadar da tanıdık değil mi? 80’ler, 90’lardan sonra 2000’lerdeki halimizi anlatan bir karakter işte.

Sonrasında mahallenin aylağı ile tanışıyoruz. Tanışıyoruz ama adını da öğrenemiyoruz. “Bugünü önemserim. Nefes alıp verdiğim anın tadını çıkarırım. Hayattayım, yaşıyorum, seyretmeye doyamıyorum” diyor. Üşendim Gülşen’in sokaktaki modeli denilebilir bu aylak için.

Böyle bir mahallede herkes birbirine komşu, yardımsever insanlar olur da o mahalleye taşınıp da onlara tepeden bakan bir karakter olmaz mı? Olur tabi. O da tuzu biberi zaten. Pırıl ve ailesiyle de bu bölümde tanışıyoruz. Sonu güzel biten bir film tadında mahalleli ve Pırılgillerin tanışıp kaynaşması. Perdeyi kim kapatıyor derseniz, buyurun karşımızda mahallenin delisi. Olmasa eksik kalacaktı zaten bütün bu anlatılanlar.

Kitaba genel hatlarıyla bakarsak yeniden, Başak Baysallı, bugünlerde pek göremeyeceğimiz fakat geçmişte yaşayıp içinden çıktığımız bir mahallenin fotoğrafını çekmiş, önümüze koymuş. Bizi bize anlatmış. Ayrı ayrı anlattığı karakterlerin bütününden Tarlakuşu Mahallesi’ni yaratmış. İnsani değerlerin, sıcak komşuluk ilişkilerinin hâlâ bitmeyebileceğini demek istedi belki de. Fakat bu saatten ve bu düzenden sonra o sıcaklıklar zor artık. Yine de yaşama tutunmak zorunda olanların hikâyeleri içimizi ısıtıyor. Unuttuklarımızı hatırlatıyor.      

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (22 Şubat 2021)

Yorum yapın