Sil baştan | Hatice Balcı

Eylül 29, 2021

Sil baştan | Hatice Balcı

Hasan Gören’in geçtiğimiz Temmuz’da yayımlanan yapıtı Balıksırtı’nda sahne, ana karakterimiz Hikmet yakın arkadaşına yas tutarken açılır. Hikmet’i Mahir’in mezarı başında, ölümüne yakın günlerde yüz yüze görüşememelerinin de getirdiği suçluluk hislerine karışan anılarıyla sarmalanmış halde buluruz. Derken Mahir’in ofisinde unutulmuş, Hikmet’e ait babadan kalma dolmakalem çıkagelir. Kaleme iliştirilen bir ipucu, Hikmet’i, mimar arkadaşının (Mahir’in) restorasyonunu tamamlayamadığı yalının 1950’lerdeki tarihçesiyle ilişkilendireceğimiz ve bağlantıları Beyrut’a kadar uzanan birtakım karanlık ilişkilere yaklaştırır. Yalının yeni sahiplerinin aradığı bilgiler Hikmet’in babasının kütüphanesindedir ve herkes bu paha biçilmez belgelerin peşindedir. Birbirini izleyen şüpheli telefon takiplerine, vaatlere, şantaj girişimlerine, tehditlere maruz kalan Hikmet artık kaçınılmaz olarak arkadaşının akıbetini öğrenmek zorundadır. 

Kitabevi sahibi karısı ve üniversiteye hazırlanan oğluyla mutlu bir yaşam süren kahramanımız yaşadığı topluma dair güçlü fikirlere sahip, hali vakti yerinde bir psikiyatr. İşinde, evliliğinde dengeyi yakalamasıyla; elindekileri minnetle kabullenişiyle, babasından miras aldığı titizliği, düzen tertip meraklılığıyla; hayata enerjisini vererek katılmasıyla (ofisteki programı dışında bilim dergilerine makaleler yazıyor mesela) alışageldiğimiz anti kahramanlardan biri değil. Ayrıca yazarın, romanın başından sonuna Hikmet’i “biricik” anlatıcımız kılması onunla ilgili başka bir dolu bilgiye ulaşmamızı da sağlıyor. Gören kahramanımızın duygu dünyasını, akıl yürütme süreçlerini, kişisel takıntılarını, sırlarını, problem çözme kabiliyetini, yakın tarih birikimini, iletişim becerilerini ortaya koyarken biricikliğinin sunduğu resmi alabildiğine işlevselleştiriyor.

Merak, Sezgiler

Anlatıda düğüm yaklaşık iki haftalık bir sürede çözülür. Hikmet ve Mahir hakkında ayrıntılı bilgilere, Hikmet’in zamanda geri gidiş-gelişlerindeki aktarımlarından olduğu kadar geçmişin yaşanmışlıklarına getirdiği yorumlar üzerinden de ulaşırız: Farklı çevrelerden gelen bu iki dost her daim birbirini desteklemiş, çok şeyi birlikte paylaşmış, birbirlerini yargılamamıştır. Mahir, Hikmet’in eline günler sonra geçen mektubunda aralarındaki bu kabullenişe, halden anlarlığa vurgu yapar. Mahir’in yazdıkları, arkadaşlıklarının niteliğine dair Hikmet’in bize daha önce anlattıklarının kanıtı gibidir. 

Hikmet gündelik yaşamında kendinden neler beklendiğini bilir. Onu tanıdıkça bu beklentilerle yaşamının yönü arasında dikkate değer bir uyumsuzluğa rastlamayız. Eşi, oğlu, iş arkadaşları da öyledir: Evden ayrılış ve eve dönüş saatleri bellidir, bireyler arasında görev dağılımı vardır. Arada sırada aksaklıklar çıkar çıkmasına fakat işleri yaparken zorlanmadıkları gibi isteksizlik belirtisi de göstermezler. Tüm bu sakinlik ve uyum içinde Hikmet’in içten içe arzuladığı tek şey hayatına birazcık maceranın eşlik etmesidir. Tam da bu nedenle, hikâyenin başlarında dolmakalemdeki o beklenmedik ipucuyla içine çekildiği gizemin hazzına kapılmaktan kendini alamaz. Meraklı, araştıran, sorgulayan her birey öyle değil midir?

İrili Ufaklı Trajedilerimiz

Uzun yıllar büyükelçilik yapan babasının sunduğu ayrıcalıklı olanaklarla büyüyen kahramanımızın tersine Mahir yokluktan gelir. Hikmet hedefleri yönünde her daim maddi manevi destek görürken Mahir’in kararlarını hesaplayarak vermesi; kararlarının sonuçlarını göze alması, yeri geldiğinde o sonuçlara katlanması gerekmiştir. Hikmet’e bıraktığı mektuba bakarsak Mahir bu durumdan pek de şikâyetçiymiş gibi görünmez. Hatta yaşadığı o zorluklara bir tür dayanaklılık testiymişçesine yaklaşır. Ona göre dişiyle tırnağıyla inşa ettikleri için verdiği mücadele duruşunu sağlamlaştırdığından zamanı geldiğinde bunlardan vazgeçişini de kolaylaştıracaktır. İkisi de toplumsal hiyerarşiye tabidir ve bu durumun gereklerine göre davranırlar ancak Mahir günün birinde başka bir kimliği yaşamanın hayaline yaslanmaktadır. Peki gerçekte durum nedir? Olayların gidişatı buzdağının görünmeyen taraflarını açığa çıkaracak, kafamızın içinde ister istemez bazı kurtçuklar beliriverecektir: Yoksunluktan gelerek varsıllığa erişebilen daha şanslı bireylerin (fırsat eşitsizliğinin, bu insanlardan pazarın talep ettiği yetenekleri sergileyemeyenleri kısa zamanda yalnızlaştırdığı düşünülürse çoğunun hayalleri zaten filizlenemeden kaybolmaz mı?) benliklerine neler olmaktadır? Yine aynı kişiler servet biriktirmeye uğraşırken hayalini kurdukları “amaç”lara neler olmaktadır? Bence burada Gören’in sonraki edebi yapıtlarında daha da derinleştirebileceği bir düşünce iklimi var.

Renkler, Duyular

Romanın macera-gerilim tadındaki kurgusu merak uyandırıcı. Yapının gerilimine eşlik eden ritmi usulca akıyor (başlarda grave, finalde presto ama). Metni okurken Hikmet’in evine, ofisine uğruyor; İstanbul’un bildik semtlerinde, mekanlarında onunla yan yana yürüyoruz. Ne onun berisindeyiz ne de gerisinde; adımlarımız eşzamanlı, ivmelenme de. Hikmet’in temkinliliği okuyucuya da geçiyor; bir yerlere yetişmeye hevesleniyoruz fakat nefes nefese kalmıyoruz. 

Başka bir nokta da Hikmet’in tekil anlatıcılığının boyutları. Romandaki atmosfer, doku, yan karakterler, manzaralar onun duyularıyla bize ulaşıyor. Kaldı ki Hikmet’in gözünden izlenmemiş, onun tarafından tadılıp koklanmamış tek bir sahne bile yok. Yazarın, kahramanımıza bilim insanı kimliği kazandırması bulgularını kavramsallaştırmasını, bizim de onu referans alışımızı kolaylaştırıyor. Ve ayrıca Hikmet’in durup düşünürken, analiz ederken hafif alaycılığa, hınzırlığa kaçan dili tempoya eşlik ediyor. Dönemimiz yazarları ve yazarlık halleri hakkında dokundurmalar da var. 

Gören’in yapıtını okurken – yabancı uyruklu ajanların cirit attığı soğuk savaş dönemi İstanbul’una göndermeleriyle kuvvetlendirdiği sosyopolitik arka planını ve polisiye ögeleri düşündüğümüzde- anlamsız bir komplolar çukuruna düşebilirdik de; ama öyle olmuyor. Kahramanımız gözlediği kanıtları sonuna kadar izlerken (etkileyici bir modernist karakter değil mi?) öyle ya da böyle sonuç alacağına inanıyor ve alıyor da. 

Kaynak: Balıksırtı, Gören, Hasan, Everest, Temmuz, 2021, 1.basım, 237 sayfa.

Hatice Balcı – edebiyathaber.net (29 Eylül 2021)

Yorum yapın