Sanatı mekânda kurgulamak | Ahmet Özbek

Haziran 15, 2023

Sanatı mekânda kurgulamak | Ahmet Özbek

Plastik, teatral ya da sinemasal olan yapısal düzenlemenin, elbette kurgulandığı -bu nesne ve düzenleme kavramsal ya da inkarcı bir nitelik bile taşısa- bir mekân vardır. Objenin bu mekânla ilişkisi, çoğu kez ‘altın kesim’i de içeren bir kompozisyonel denge oluşturur. Kurgu da böyle bir denge içinde gerçekleşir. Konu dilsel/edebi olunca sorun farklılaşır, -kurgu elbette vazgeçilemez bir elemandır- ancak ‘mekân’ kavramı bu durumda ortadan kalkmaz. Yani kurgu-mekân ilişkisi romanda, şiirde ve öyküde de tinsel bir nitelikte de olsa varlığını kaçınılmaz bir biçimde sürdürür. 

Lev Nikolayeviç Tolstoy aslında ‘yüzlerce oyuncu ve figüranı bir hikâyede kullanan bir yönetmendir’. Ve Tolstoy’un kahramanları ‘varlardır’, yani hayali bir imge oluşturmazlar. Henrik lbsen‘in, Thornton Wilder‘ın kahramanları, kurgulanmış bir hikayenin sağlam bir mekanına otururlar. Wilder’ın, “Bizim Kasaba” adlı oyununda, mekânı soyut bir imgeye de indirgeyen bazı yapılar uyarlamalar da gördük: yani hayali evler, hayali sokaklar ama orada var olan tümüyle ‘gerçek’ insanlar.. Sanırım duygunun bile kalpte yeşeren bir mekânı vardır hayatlarımızı konuk eden. Buna göre de James Joyce dilinin bir sonraki yüzyıla aktarılan öncü yapısını fark etmenin değerliliğini keşfetmek gibi bir sorumluluk düşer edebiyat sanatına ve çağdaş felsefeye.

Murathan Mungan‘ın tam on üç bölümlük büyülü destanı “Sahtiyan“da ise görsellik alabildiğine görkemli bir gerçeklik içerir. Hikâye kurgusunun mekânı ise koskocaman, acılı bir coğrafyadır. Sanattaki bütünlük ve ritim hemen ve daima bir kompozisyon kaygısı taşır, daha önce belirttiğimiz gibi.

Tolstoy’un hayali ama yaşayan kurgusu, çağın felsefesini yapıtlarında yansıtan Alain Robbe-Grillet’de ise üçüncü bir boyut kazanır. Grillet, Alain Resnais’nin kavramsal nitelikler de taşıyan çizgi dışı yapıtı “Last Year at Marienbad”ın senaryosunu yazmış.

Resnais, Yeni Dalga ile ilişkisini sınırlı tutmuş kanımca ve ta 1960’larda fütürist ve kavramsal izler taşıyan bu filmi gerçekleştirmiş.
“Marienbad” adlı bir kasabanın malikânesinde toplanan aristokrat, çizgi dışı ‘sessiz’ insanlarının arasında ‘diyaloglar’ hiç yok gibi. Ve çok şey bu filmde simgesel bir yapıya bürünmüş. Grillet‘nin edebi dili, Resnais‘nin görsel anlatımıyla birleşince de mekân kurgusu değişik biçimlerle bütünleşmiş. Bu esrarlı sinema yapıtında, gerçeklik bir anlamda kaybolmuş gibidir ve, anlam yüklenmiş simgeler arasında tek gerçeklik vardır: belirsiz bir aşk hikâyesiyle betimlenmiş bir iddia: bir yıl önce o yerde buluşup da bir aşk yaşadıklarını iddia eden bir erkekle, sürekli bunu yalanlayan bir kadın. Senaryo yazarının düşünsel olarak ortaya koyduğunu ise yönetmen ustaca gerçekleştirir bu filmde. Örneğin malikâne bahçesine, görselde görülebileceği gibi¹ yerleştirilen figürler ve cansız nesneler, bir satranç tahtasındaki ‘taşlar’ gibidir. Bu olayla da, filmde plastik bir biçimleme yaratılır. Elbette bu biçimlemenin arkasında da ‘edebiyat’ saklıdır.

Kurgu önemlidir elbette. Yüzyılın sanatsal estetiğini kurgulamak ise yeni bir dil yaratma anlayışını gerektirir.

Bu yeni anlatım dili sanırım Joyce’un, Orhan Pamuk‘un; ya da görsel anlamda Leos Carax’ın dili olacaktır, ama sanırım, elli yıl öncenin anlatım biçimine geri dönmenin artık olanağı da yoktur.

Zorluk şu: Son yirmi beş yılda oluşan teknolojik ve sosyopolitik ortam bizden ‘çağa tanıklık’ anlamında yeni bir dil talep eder. Değişim sarsıcıdır, dengeler hızlı şekil değiştirir; ve de sanat -istese de istemese de- bu yapıya ayak uydurmak zorundadır. Bu nedenle ‘felsefi kurgu’ kendisine bir mekân seçerken sosyal olan her şeyden etkilenir.

Çağın anlatım dili ‘yeni bir kavramsallık’ mı içerecektir, bunu bilmiyoruz. Ama Veysel’in söylediği gibi “harekete de kimse mani olamayacaktır” sanırım.

Estetik/kurgusal mekân, aslında üzerinde milyonlarca insanın figüran gibi dolaştığı koskocaman bir dev alandan başka nedir ki..
İnsan duygusunu tahrip eden bir çağla başa çıkmak için de estetik, yeni bir dil yaratmak zorunda: hepsi bu.

Toplumlar, coğrafyalar, sarsıntılar yaşarken çürüyen pek çok şeyi betimleyen bir sanat da gerekiyor galiba.

Sanırım Fischer da bunu söylemeye çalışıyordu².

Sanatsal kurgulama biçimlerinin her çağa göre değişim göstermesi de insan ruhundaki “iklimlerin” artık durağan olamayışı anlamına geliyor; Andre Maurois’yı³ haklı çıkarırcasına.

Yepyeni ve korkutucu bir çağ yaşıyoruz. Sanat dünyasının kalbinde var olduğunu düşündüğümüz; ‘cesur- estetik eylemler’ de bunun etkilerini silmeye çalışıyor kanımca.

Dipnotlar:
¹/ Last Year at Marienbad/ Malikâne bahçesi görüntüsü.
²/ “Çürüyen bir toplumda sanat, eğer dürüstse çürümeyi yansıtmalıdır” / Ernst Fischer
³/ Andre Maurois’nın büyülü romanı: “İklimler”

edebiyathaber.net (15 Haziran 2023)

Yorum yapın