Hepimiz Kızılağaçlar Cinayeti resminin bir parçasıyız… | Adnan Gerger

Nisan 17, 2023

Hepimiz Kızılağaçlar Cinayeti resminin bir parçasıyız… | Adnan Gerger

Yaşar Kemal, hayatı aşağılık ve yaşanmaz hale getiren aşağılık insanların pıtrak otu gibi çoğalması üzerine iyi insanları iyi atlara bindirip gönderir. Gönderir ama bir umut da vardır. İyi insanlar, iyi atlara binip belki geri dönerler. Kim bilir? Ama Bora Abdo öyle mi? Bora Abdo, bu hayatın haksızlığına, acımasızlığına ve zalimliğine bakarak iyi insanların hiç olmadığına inanmaktadır. İnandığını da Kızılağaçlar Cinayeti romanını yazarak ilan ediyor. Haksız da sayılmaz.

Bazı romanların edebi değeri, özellikle bizim gibi üçüncü dünya ülkesi ülkelerinde yaşayan yedisinden yetmişindeki ve toplumun her kesimindeki insanın ilkel feodal kalıntılarını genetik kodlarından silemediği durumunu ne kadar iyi anlattığıyla da ölçülür. Çünkü bu romanlar, emeğin ve devletin sömürülerek siyasallaşmış haksız zenginleşmenin getirdiği çarpık kentleşmeyle oluşan yeni insan tipi çarpık insanı en iyi şekilde karakterize eder. Emile Durkheim ya da Max Weber’in bakış açısıyla söylemek gerekirse moderniteye (Farklı bir toplum olmaya özen gösteren) ayak uydurmak isteyen insanların sosyolojisini anlamamızı sağlar. Buradan hareket edersek sayıları çok az da olsa bazı yazarların, bu seküler durumu açıklamaya çalışmasının, toplumdaki bu farklılaşmasından şüpheye düşülmesini sağlamak istemesinin, ontolojik varlıklarının güvensizliğini edebiyatla gözler önüne serme cesaretinin nedenleri daha iyi anlaşılır. Çünkü amorf bir yapıya kavuşan toplumda baskıcı totaliter rejimlerin varlığı geleceğe umutla bakmayı engeller, ütopyalar yitirilir, kötülük ve acımasızlık hâkim olur,  iyi insanlar yok olur, yerine acımasız zalim insanlar türer. Böyle bir sosyal yapı içerisindeki toplumun modernlik anlayışı yaşam şekliyle çelişir. Toplumların en nahif ve merhametli kesimi olarak nitelendirilen entelektüeller, aydınlar, sanatçılar bile insan ilişkilerinde savunulması gereken temel hak ve özgürlükler gibi en temel sosyal değerleri kendi öznelliğiyle yontar, çıkar aracı olarak kullanır, yozlaştırır, silaha dönüştürür.

Bora Abdo’nun yeni yayımlanan Kızılağaçlar Cinayeti adlı romanı da bu çağrışımları okura kendini çok güçlü hissettiren bir roman. Fantastik ögelerle bezediği bu kötümser ama yeni gerçek içeriği sorunsallaştırmak ve üst kurmacanın çatısını daha da güçlendirmek için post modern anlayışa sığınmaktan da çekinmiyor. Bu içeriği yani bu günümüz toplumun dikey ve yatay sapmasını anlatabilmenin başka yolu da yoktu zaten.  

 “Bundan yüz on yıl önce İstanbul’da bulunan ve ressamının tespit edilemediği bir tabloda, üzerinde bir masal kitabı duran ahşap bir masaya oturmuş altı kişinin bir nesneye ya da bir şeylere bakarken çıldırdığı an resmedilmiştir. Resme bir kez bakanın ömür boyu büyülü bir baş dönmesiyle yaşadığı rivayet edilir. Bu roman, bu tablonun ve tablonun içindeki masal kitabının romanıdır. Yanan bir orman evinde bulunan bu tablonun adı çok sonraları tespit edilmiştir: Kızılağaçlar Cinayeti.”

Kızılağaçlar Cinayeti romanının girişinde bu önsöz gibi açıklamayı yapan Bora Abdo’nun asıl niyeti, okuru içinde olduğu topluma ve yangında kül olmuş kendisini nasıl yandığına dikkat çekmek ve romanı nasıl okunması gerektiğine dair ipucu vermek. Bir kasabın kör satırları (Abdo’nun yeni bir öyküsünün başlığına gönderme yaparak) gibi okunan bu girizgâhta, romanın politik bir masal gibi okuma çıkarımı yapılmasının gerektiği ve biçimsel bir dil denemek olduğu hemen anlaşılıyor. Bu giriş, istediği kadar çekingen olsa dâhi romanın masalsı kurgusallığında gerçeğin yalnızca gerçeğin anlatıldığını, bir yangında yanan bir insanın küllerinden başka kaybedecek bir şeyinin olmadığını gösteriyor.

Roman, Temmuz’un on sekizinde başlıyor. Temmuz’un on sekizinin sırrı romanın sonuna kadar gizli kalıyor, hatta roman bittiğinde de sırrını koruyor ya da ben bu sırrı ortaya çıkartamadım. Romandaki açıklamalı ara başlıklar, alt metni okumamız için merakımızı kışkırtıyor. Bu ara başlıklar deneysel bir üslup gibi yorumlanabilir mi, bilmiyorum. Ben karar veremedim. Romanın içeriğine gelirsek… İki bunağın (Yazarın tanımlaması)  bir ormanda başlarını sokacak yer arayan Ayşe ve kocası Ali’yle (yaşları sekseni geçmiş hatta yüzü geçmiş de olabilir) beş evladının hayatta kalma mücadelesini düşsel bir şekilde yansıtıyor. Hayatlarının başlangıçlarındaki ilk dönemler sıradan insanların yaşayışlarıyla büyük benzerlikler gösterse de sonrası çok uzun zamandır evsiz barksız bir yaşam biçimine dönüşmüştü. (Sayfa 10)  En küçük kardeşleri Cüneyt’in ortadan esrarengiz bir şekilde kaybolması ya da kaçırılması (Cüneyt’i kaçıran ya da öldüren dev -let-miydi, cadı mıydı, hırsızlar mıydı?) romanın finaline kadar bir vicdan muhasebesi olarak görülürken, en sefil bir şekilde de olsa yaşamlarını idame ettirmenin yollarını arıyorlar. Birbirilerinin kuyularını kazarken sonunda Cüneyt’e kavuşuyorlar ama acımasız bir hayatın devam ettiğini bilerek. Yoksa hangi evlat, anne-babasının motor uzuvlarını pişirerek abilerine ablalarını yedirir ki? İyi insanlar hiç yaşamamış, iyi insanlık da zaten hiç olmamıştır ki… Yaşar Kemal, hayatı aşağılık ve yaşanmaz hale getiren aşağılık insanların pıtrak otu gibi çoğalması üzerine iyi insanları iyi atlara bindirip gönderir. Gönderir ama bir umut da vardır. İyi insanlar, iyi atlara binip belki geri dönerler. Kim bilir? Ama Bora Abdo öyle mi? Bora Abdo, bu hayatın haksızlığına, acımasızlığına ve zalimliğine bakarak iyi insanların hiç olmadığına inanmaktadır. İnandığını da Kızılağaçlar Cinayeti romanını yazarak ilan ediyor. Haksız da sayılmaz.

Kızılağaçlar Cinayeti, romanında, anne Ayşe ile Baba Ali’nin onca düşkünlüklerine ve iğrenç (kelimenin tam anlamıyla) hallerine rağmen birbiriyle aşklarını itiraf eder gibi konuşmaları, bazen de bir yüzleşmeye dönüşen aşk hikâyelerini paylaştığı metinler benim ilgimi çeken metinler oldu. Bu metinler, diğer metinleri hem yapıştırıyor hem de onları bir bütün halinde hareket etmesini sağlayan lokomotif görevi üstleniyordu. Anne ve babasının aşklarına tanıklık ederken anne ve babasının yaşadığı için delirdiklerinin farkına varan Cüneyt’in anlatıları ise romanın neden yazıldığını ele veriyordu. “Kimse acı çeken bir insanı görmek ve buna tanık olmaz istemez. Buna katlanamaz onlar. En yakınlarının bile aslında seni mutsuz görmek istememelerinin sebebi kendi mutlulukları içindir, senin acı çekmene katlanamayışlarındaki, katlanmak istemeyişlerindeki bencilliğin kaynağı budur.” (Sayfa:92.) Abdo’nun Cüneyt’e bunca söz vermesinin nedeni, ah vah anlatıcısı derekesine düşmeden günümüz toplumun ahlaki sorunlarına direk, dolanmadan eleştiri getirmektir. Abdo, yaşamın doğal eylemleri gibi kabul edilen bu yeni gerçeği Terry Eagleton’un ([i]) “Dünya büyük ölçüde bizim onu algıladığımız gibidir ve bizim onu algılama tarzımız da apaçık ve doğal olan tarzdır.” sözüne gönderme yaparcasına finalde yüzümüze çarpar. Bu meta kurguyu, şu ironik eğilimle tamamlar:

“ ‘Şimdilik bu kadar oyun yeter. Yarın yine oynarız,’ dedim kardeşlerime. Güçbela bahçeden çıkıp evimizin yolunu tuttuk. Bir evimiz vardı bizim. Bizim de bir hayatımız. Onların, kardeşlerimin kötü ya da iyi insan olabilme ihtimalleri yoktu; olmadı hiçbir zaman. Sadece iyi çocuklar olarak kaldılar. İyi, zeki ve en küçük kardeşlerini kaybeden hasta çocuklar. Annemle babamınsa iyi bir insan ya da iyi bir anne ve baba olma ihtimalleri vardı elbette. Reddetmeselerdi eğer.

Parkta biraz oynadılar. Oyalandılar. Salıncağa bindiler. Akşama doğru eve gittik. Gerçeklerin üstesinden gelemedikleri için onları suçlayamazdım, kendilerine yeni bir yaşam imkânı bulamamaları yaratıcılıklarının zayıflığından değildi elbette. Yeni bir gerçek, onların ilgisini hiç mi hiç çekmedi. Hayatlarını nasıl yaşayacakları konusunda alınmış bir kararları olmadığı gibi, hayata dair böyle bir soruları da yoktu.

Yuftacıdan biraz yufka istedim. Hayret, verdi. Akşam evde sigara böreği yaptım onlara. Severlerdi. Hayret, ben de severmişim. Ama o masal çok güzeldi. Değil. Kızılağaçlı olan değil, benim uydurduğum fötr şapkalı masal.”

Bora Abdo’nun Kızılağaçlar Cinayeti, her okurun yeni anlamlar üreteceği bir romandır. Yeter ki siz bu romanı okuyun. Okuduğunuzda ömür boyu büyülü bir baş dönmesiyle yaşayacaksınız, emin olun.

edebiyathaber.net (17 Nisan 2023)


[i] Terry Eagleton. Edebiyat Kuramı.132. Sayfa. Ayrıntı Yayınları. 2018.

Yorum yapın