Sahi, çocukluğumuz nerede? | Mehmet Özçataloğlu

Temmuz 17, 2017

Sahi, çocukluğumuz nerede? | Mehmet Özçataloğlu

Yaşadığımız çağın hızına yetişmekte güçlük çekiyoruz. Her ne yaparsak yapalım, her ne yaşarsak yaşayalım hep bir şeyler eksikmiş hissi içimizden gitmiyor. Bunu giderebilmek adına daha hızlı hareket ediyoruz, daha hızlı yiyoruz, daha az uyuyoruz… Eski sakin günlerimizden eser yok artık. Teknoloji yaşamı kolaylaştırdıkça hızlandırdı, hızlandırdıkça da yalnızlaştırdı sanki. Hep bir telaş içerisindeyiz. Sokağa çıkıp da insanların yüzüne baktığımda bunu rahatlıkla görebiliyorum. Aslında hepimiz görüyoruz. Aynaya baktığımız zamanlar da dâhil. Ki o aynalara bile uzun uzadıya bakamıyoruz artık. Sanki yaşamın hep dışında kalıyormuşuz, hiçbir şey yapamıyormuşuz, kendimize zaman ayıramıyormuşuz gibi… Kaçıp gidiyor kendimize yetmiyor diye düşündüğümüz bu zamanın telafisini de sevdiklerimizden kısarak gerçekleştiriyoruz. Hem de en sevdiklerimizden, çocuklarımızdan bile. Son zamanlarda bizden en çok duydukları söz sanırım şu:  “Şimdi işim var.”

Dilge Güney, Yakın Kitabevi Yayınları arasından yayımlanan kitabında işlemiş bu konuyu. “Annemin Çocukluğu Nerede?” diye soruyor yazar. Kırmızı kapaklı, çizimlerin renklendirilmiş kısımlarında da sadece kırmızı rengin kullanıldığı kitapta Zeynep yani Ze anlatıyor bize hikâyeyi. Ze, yedi buçuk yaşında. Hikâyeyi onun anlatması, çocukların yaşadıkları bu sorunda dillerini ortaklaştırmaları ve kitabı da benimsemeleri açısından önemli. Diyelim ve geçelim Ze’nin yakındığı konuya.

“Renklerden kırmızıyı, hayvanlardan zürafayı seven Ze, ikinci sınıfa yeni başlamış. Onun da kahvaltı da zaman zaman sorun çıkardığı oluyor tabi. Böyle durumlarda annesi ‘kahvaltını bitirmezsen televizyon izleyemezsin’ diyormuş fakat o sabah farklı bir dil kullanmış ve ‘o yumurtayı bitirirsen kahvaltıdan sonra birlikte oynarız’ demiş. Annesinin kullandığı bu olumlu dil Ze’nin de dikkatinden kaçmıyor ve sevinçle yumurtasını bitiriyor. Sonra gelsin oyun zamanı. Ama işte biz ebeveynler ve yetiremediğimiz zamanlar bu kitapta da önümüzde. Söz verilmiş de olsa Ze’ye, kahvaltı sonrası anne ve babası kendi işlerine dalmışlar bile. Annenin babaya, babanın da anneye ‘şimdi işim var’ diyerek yönlendirdiği Ze, sonunda annesini ikna etmeyi başarıyor. Fakat dedim ya zaman hızla akıp gidiyor. Yetişilmesi gereken bir yaşam Ze’nin ebeveynleri için de hızla geçiyor. Kısa bir süre oynayan anne elindeki kuş hanımı Ze’nin oyuncak sepetine fırlatarak sadece oyunu bitirmiyor kızının hayal dünyasında da yaralar açıyor. Neyse ki Zürafa Hanım vardı da Ze’yi teskin etti. ‘Annen çocukluğunu kaybetmiş demesiyle’ Ze’nin de arayışı başlıyor ve hikâyemiz derinlik kazanıyor. Zürafa Hanım’la birlikte sırlarla dolu kilitli bir odadan içeriye giren Ze annesinin çocukluğunun peşine düşüyor. Ze’ye Zeynep demekte ısrar eden annesi Jülide’nin çocukluğunda Jüjü olduğunu da öğreniyor küçük kız. Kilitli odada annesine yakalanan Ze çok korkmuş olsa da annesinin çocukluğunu buluyor. Çocukluğuyla buluşan anne ise Ze’nin şaşıracağı davranışları sergilemeye başlıyor.”

Ze’nin ağzından dökülen şu tümceleri de önemsiyorum: “Annem yemekte bana her şeyi açıkladı. Meğer Jüjü, annemin çocukluğuymuş! Daha da inanılmazı, benim içime saklanmış olması. Şu Jüjü’nün yaptığına bakın. O kadar da uğraştırdı beni. Aslında burnumun dibindeymiş. Annemi sıkıcı dünyasından kurtardığım için gerçek bir kahraman gibi hissediyorum.”

Sanırım çocukluğunu kaybeden bir kuşağın ilk temsilcileri oluyoruz biz. Kendimizi öylesine kaptırdık ki yaşamın hızına, sistemin dişlilerine çomak sokup durduracağımıza, bizim çocukluğumuz ne kadar da güzeldi diye hayıflanıp duruyoruz.

Dilge Güney, bu hızlı yaşamın içinde fark edemediğimiz kadar hızlı bir şekilde büyüyen çocuklarımızın ebeveynleri tarafından itildikleri yalnızlıklarına dikkat çekiyor. O yüzden bu kitabı sadece çocuklar değil ebeveynleri de okusun hatta önce ebeveynler okusun. Kim bilir belki de sıkıcı hayatlardan kurtulmanın başlangıcı olur!

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (17 Temmuz 2017)

Yorum yapın