Resimsiz adamın San Domingo’daki nişanı | Havanur Taflan

Eylül 7, 2020

Resimsiz adamın San Domingo’daki nişanı | Havanur Taflan

Berlin’de bulunan Wannsee gölü kıyısında doktorların karşılaştıkları manzara çok korkunçtur. Başından vurulan bir erkek ve kalbinden vurulan bir kadın cesedi beklemektedir onları. Ev sahibi onların bir balayı çifti gibi neşe içinde güldüklerini, kırlarda şakalaştıklarını görmenin verdiği şaşkınlıkla iki silah sesi duyduğunu anlatır gelenlere. Kadının adı Karoline von Schiller, adamın adı Heinrich von Kleist’dir. Bırakılan mektuptan intihar olduğu anlaşılır. Mektupta yazılan şu ifade çok dikkat çekicidir. “…Asıl mesele şu ki: Bana bu gezegende hiçbir zaman bir yardım eli uzanmadı.” Sabahattin Ali’nin; ”Romantik cereyan, dünya edebiyatına verdiği eserlerden ziyade, Almanya’nın, hatta Avrupa’nın sanat ve fikir hayatına yaptığı tesirle anılır. Yalnızca birkaç kişi sınırları aşarak bütün insanlığın malı olacak eserler meydana getirmiştir” diye bahsettiği kişilerden biridir Kleist. Romantik akımın Almanya’ya hâkim olduğu zamanda yaşamış ve yazmış olan Kleist sanat görüşü bakımından onlardan ayrılır. Romantik dönemin dramacısıdır o. Şair ve yazar olmasının yanında hayata bakışıyla da özgün bir kişiliktir. Fakat yaşadığı dönemde gerek kendisi, gerekse eserleri hak ettiği ilgiyi görmemiş talihsiz yazarlardan birisidir.

“Diğer yazarlar eserleriyle daha uzun yol alarak, hayata bağlı olarak, varlıklarıyla dünyadaki kaderlerini zorlayarak, değiştirerek yaşamışlardır; fakat hiçbiri Kleist kadar muhteşem bir biçimde ölmemiştir.” diyor Zweig. (Gerçi kendisinin ölümü de öyledir.) Ölüm fikri, İlk gençliğinden bu yana eşlik eder ona. Güçsüz düştüğü anlarında her zaman güç kazanır bu düşünce. Hayattaki yalnızlığını ölümün sonsuzluğuna taşımaktan ürker; bu yüzden çocukluğundan beri kimi severse, büyük bir coşkuyla birlikte ölmeyi teklif eder ona. Yalnız gitmek istemez ölüme Kleist. Tanımadığı bu kanser hastası kadın gönüllü olarak eşlik etmeyi kabul eder. Yıldızlar ve burçlar altında, ölümün kutsal rahipliğinde nikâhlanırlar. Eli titremeden tetiğe basar Kleist. Trajedi yazarı olarak acılarını görsel biçimde yüceltmiş, çöküşünü ölümsüz bir anıta çevirmiştir intiharıyla. “Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum. “der Fernando Pessoa Huzursuzluğun Kitabında. Onun yaptığı da tam olarak budur.

Edebiyat, Kleist’in ilk kurtuluşudur. Sanat, yaratıcılık, zorunlu olarak varoluş biçimine dönüşmüştür onun için. Para için kitap yazmak mı hayır bunu duymak bile istemiyorum, diye haykırsa da, çaresiz kalır. Dünyayı bir trajedi olarak görür. Dolayısıyla trajedilerini kendi dünyasından yaratır.(en sonuncusunu da ölümüyle yaratacaktır.) ”Her zaman kendisiyle ilgili bir davası vardır. Kendini sürekli yargılar, katı bir yargıçtır ”der Zweig kitabında. Kleist zevk alan, keyif ehli bir insanın tam tersi bir durumdadır, o tutkularının acısını çeken, işkencesine katlanan biridir. Hayallerini yerine getiremeyen, gerçekleştiremeyen bir insandır. Kleist, hiçbir yere ait olamamış, hep sevmediği gerçeği biçimlendirmeye çalışmıştır. Ölüm kararı onun hayata son darbesidir.  Ona göre her insanın bir hayat planı olmalıdır. Fakat bir türlü kendi planını yapamaz. “Kendime bir hedef seçtim, bu, erişeceksem eğer, aralıksız biçimde bütün gücümü seferber etmemi ve vaktimin her dakikasını vermemi gerektiriyor.” der. Fakat bu hedef bir türlü göstermez kendini ona. Bu da içindeki boşluğu artırır. Kararsızdır, hiçbir yerde fazla duramaz. “Hiçbir bilim dalını diğerlerinden fazla sevmiyorum. Sürekli birinden diğerine geçerek yüzeyinde kalacak ve hiçbirinin derinine inemeyecek miyim?” diye yakınır. Bir gecede, felsefe eğitimi için kafası karışmış halde sığındığı Paris’i, terk eder. Karısını bile sadece, onun hayat planına hemencecik uyum sağlamadığı için bırakır. Kleist olağanüstünün içinde yaşar ama ona inanmaz, gerçeği yaratır ama onu sevmez. 

Kleist’ın iç dünyası derisinin çok altındadır. Gizemi yüzüne bakarak çizilemez, resmi yapılamaz. Anlatılmamıştır da. Uçurumu, içindedir, onun için ondan kaçamaz. Gölgesi gibi yanında taşır.” diyor Zweig. Hakkında çağdaşlarının verdiği bilgiler de, arkadaşlarınınkiler de yetersizdir. Hepsinin buluştuğu tek bir nokta vardır; oldukça tuhaf bir biçimde göze çarpmayan biri olduğudur. Bu içine kapanık kişi açıldığı kimselere bütün derinliğini gösterir. Fakat hepsi de, bu derinliğin uçurum olduğunu hisseder hemen. Yakınındayken kimse kendini iyi hissetmez; fakat o yine de de en yakınlarını büyülü bir biçimde kendine çeker. “ Benimle düşüp kalkmak tehlikelidir,” der.  Kendi de bilir bunu.  Bazen ortadan kaybolur. Kimse yokluğunu hissetmez. 1809’da birkaç aylığına kaybolunca dostları kayıtsızlıkla öldüğünü not ederler.

“Eğer senin gözlerine bakabilseydim… Şimdi baktığım gibi bakabilseydim, başka her tarafın simsiyah da olsa, zehirli bir kadehten seninle beraber içebilirdim.” der San Domingo’da Bir Nişanlanma adlı öyküsünde. Aslında tüm derdi aşk aramaktır. Ama ölümle iç içedir onun aşkı. Ölüm fikri her yerdedir onun için.Öykü 18. Yüzyıl’da Haiti’de yerlilerin beyazlara karşı ayaklanması sırasında geçer. Kendisine tuzak kurulan bir Avrupalı, ona âşık olan melez bir kadın ve adalarını beyazlardan arındırmak isteyen yerliler arasında geçen bir öyküdür bu.  Kleist bu öyküsünde San Domingo adasındaki iç savaştaki bir olayı anlatır. Yerlilerin vahşiliğinden dem vurmakla birlikte onları bu duruma getiren zulümle de yüzleştirmektedir okuyucusunu. Ayaklanmayı anlatırken olayın kötü sonuçlarında beyazların kötü idaresinin olduğunu açıkça söylemekten de geri durmaz. “Beyazların, bu adanın hâkimi sıfatıyla siyahlara karşı umumiyetle takındıkları tavırdan… Doğrusunu söylemek lazım gelirse, ben bu tavrı müdafaaya kalkışacak değilim! Bu çiftlikleri saran hürriyet çılgınlığı, zencilerle melezleri, kendilerini ezen zincirleri kırmaya ve bazı beyazlardan gördükleri, birçok fena muameleler yüzünden, bütün beyazlardan intikam almaya sürükledi ”diye de suçlu ve suçsuzları gözler önüne serer.  

Yazarın üslubu hakkında Sabahattin Ali, uzun cümleler ve dilinin biraz ağdalı olduğunu söyler. Fakat öyküsünde hiç gereksiz sözcük yoktur diye de yazar, çeviri kitabının önsözünde. Bunun gerekçesini ise gerekli olan her şeyi anlatma ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istememesinden kaynaklandığını söyler. Hayatta kaçırdığı ayrıntılar dökülür belki de kaleminden. Benim için üzücü olan, tıpkı bitişik evlerde yaşayanların birbirleriyle hiç karşılaşmamaları gibi, yaşamlarını etkileyecek kitaplara çok insanın ulaşamaması diyor Zweig; Rilke’ye gönderdiği bir mektupta. Hiç resmi olmayan bu adamı Zweig, Şeytanla Savaş adlı kitabında öyle güzel anlatır ki okuyucu zihninde canlandırır onu. San Domingo’da bir Nişanlanma adlı öyküsünü çeviren Sabahattin Ali de edebiyat okuyucunun kucağına bırakır onu. Evet, ona ait bir resim yok elimizde. Fakat Kleist, kalemiyle zaten kendi resmini çizmiştir.Bize de ona dokunmak kalır. Birimizin yaşamını değiştirir kim bilir.

Kaynaklar:

Şeytanla Savaş, Stefan Zweıg, Can yayınları,1. Basım 2017

Üç Romantik Hikâye, çev. Sabahattin Ali, YKY Yayınları,3.Baskı,2020

Havanur Taflan – edebiyathaber.net (7 Eylül 2020)

Yorum yapın