Öykü: Zoraki | Tijen Ergönen

Kasım 19, 2020

Öykü: Zoraki | Tijen Ergönen

Gece yarısı kan ter içinde uyanıp yatakta doğruluyorum. Yanardağ patlamış, tepemden yüzüme, ensemden sırtıma lav akıyor sanki. Boğazımda görünmez bir el. Nefes almakta zorlanıyorum. Kocam yanımda, sırtı bana dönük yatıyor, yorgana sarılı gövdesiyle aramıza sıra dağlar dizmiş tıslıyor uykusunda. Kalkıp ışığı yakmadan ıslak fanilamla geceliğimi değiştiriyorum. Birkaç haftadır ateş basmasıyla başım dertte. Ne zaman geleceği belli değil. Termostatımı bozdu, bir terleyip bir üşüyorum. Hormonlarım menopozun kıskacında.

Banyoda elimi, yüzümü yıkayıp mutfağa geçiyorum. Mutfak masasında sürahiden bardağa doldurduğum suya bakarken kırıntılara kayıyor gözlerim. Silmemiş miydim? Suyu bir dikişte içiyorum.  Tertemiz bıraktığım tezgâha dönüyorum, kirli bir kupa, tatlı tabağı, çatalı ve şekerlik duruyor. Tezgâhın altındaki yarı açık çatal, kaşık çekmecesini sertçe kapatıyorum. Kirlileri bulaşık makinesine gürültü yaparak yerleştiriyorum. Masadan kırıntıları temizlerken süngerle ezip gücümü sınıyorum. “Ne şeker ne kolesterol umurunda değil adamın,” diyorum masaya bakıp.  Uyansın istiyorum, duysun sesimi. Homurdanıyormuş gibi geliyor.

Uykum yok. Sabaha kadar geleceği de şüpheli. Yatağa girip debelenmek istemiyorum. Mutfak masasının etrafındaki dört sandalyeden birine oturuyorum. Yarın akşam yemeğine neler hazırlayacağımı düşünüyorum. Kızımla, damadım gelecek. Zoraki kaynana oldum ben, zoraki gelin olduğum gibi. Hayallerim, beklentilerim, okuma isteğim yarım kalacak kadar erken evlendirildim. Şimdi de kızım. Bu defa o tutturdu evleneceğim diye. Hiç istemedim. Daha okulunu bile bitirmedi. Elimi kolumu bağladı, laf söz dinlemedi. Babası da umursamadı, “İstiyorsa evlensin,” deyip çıktı işin içinden, dert, sorun getirmesin yeterdi. Akılsız kızım benim, kocasının eline bakacak farkında değil. Neymiş efendim, damadın mobil telefon bayisinde küçük bir ortaklığı varmış. Sanırsın holding patronu, öyle havalı, kendinden emin. Boylu boslu, yakışıklı da. Nasıl da kolayca tavladı kızımı. Güya el üstünde tutacakmış. Düğünde bir pırlanta kolyeyi bile çok gördü. İçerledim ama belli etmedim; tabii ne de olsa çantada keklik. Oysa narin bir çiçek gibi yetiştirdim ben onu, hiçbir şeyini eksik etmedim. Nefesim daralıyor.

Sokağa yandan bakan mutfak balkonuna çıkıyorum. Karanlık gölgelerin düşsel oyunları geçmiş anılara sürüklüyor beni, bir yakalanıp bir kaçıyorum. Zoraki yaptıklarımı silmek istiyorum hafızamdan. Sessizlikte duyduğum çıtırtılardan ürküyorum. Geceliğimin karpuz kollarını şişiren serin sonbahar rüzgârıyla titreyince göğsümü çaprazlayarak omuzlarıma tutunuyorum. İçimde köpüren sıcaklığı yeniden hissediyorum. Kızımın kaynanası geliyor aklıma. Düğündeki keyfi gözlerimin önünde. Gerdan kırmalar, kadeh kaldırmalar, iki de bir piste çıkıp eller havada göbek çevirmeler… Tabii iyi yetişmiş, aile kızı bulmak kolay değil. Oğlunun her istediğini yapan bir gelini kim istemez. Keşke ben de keyiften dört köşe olabilseydim. Kocası daha şimdiden hizmetçi gibi kullanıyor kızımı. Onu getir, bunu götür. Bir de kıskanç. Neyi giyeceği, ne kadar süsleneceği iki dudağının arasında. Bu kadar da olmaz ki canım, uydusu yapmış kızımı. Yarın, bir gün zoruna giderse ne olacak?

Üşüyorum. İçeri girmek üzereyken karşı kaldırımda, bahçe duvarının köşesine sinmiş uzun boylu bir adamın karaltısını görüyorum. Siyah giysileriyle karanlıkta kendine yer açmış, sokağa arkası dönük işiyor adam. Yol kenarına park etmiş arabalardan net görünmüyor ama sokak hayvanlarının plastik su kabını doldurduğunu duyuyorum. Öfkeden deliye dönüp adama atacak bir şeyler arıyorum balkonda. Yerdeki naylon poşette tatlı için aldığım kabuklu cevizlerden üç tanesini avuçlayıp fırlatıyorum ikinci kattan. “Pislik herif!” diye bağırıyorum. Ona en yakın arabanın üstüne düşüyor bir tanesi. Diğer ikisi karanlığa karışıyor. Alarm sesiyle yankılanıyor sokak. Korkmuyor adam, çekinmiyor. Hiç istifini bozmadan yürüyüp gidiyor.

Birkaç ışık yanıyor. Alarmı çalan araba sahibinin müdahalesi zaman alıyor. Nihayet uykulu, soran gözlerle balkona geliyor kocam. “Bu erkekler ne utanmaz, bencil yaratıklar” diyerek patlıyorum suratına. Dokunsa ağlayacağım. İçeri giriyoruz. “Ne oldu, yine geldiler mi sana?” diyor elini havada döndürerek. Doğru yatağa gidiyorum. Yorganı boynuma çekip yüzüstü uzanıyorum. Kocam “Ne oldu?” diye omzumu sarsıyor ısrarla. Zoraki cevap veriyorum, “Çok üşüdüm.”

edebiyathaber.net (19 Kasım 2020)

Yorum yapın