Öykü: Leni’yle eğlence zor | Ayhan Kavcı

Mayıs 1, 2025

Öykü: Leni’yle eğlence zor | Ayhan Kavcı

Sevgili Leni… kulakları çınlasın.

Onunla hoşça vakit geçirdiğimiz bir yığın anımız oldu. Benim pek iyi gözle bakmadığım tuhaf tiplerle arkadaşlık ederdi. Onları sanat ve edebiyat çevrelerinden seçmek gibi ağır bir takıntısı vardı zavallının. Yanında kesinlikle bir emlakçı, avukat ya da manken göremezdin. Zaten bu saydıklarım Leni’ye kalsa iş falan da sayılmazdı. Ona göre iki çalışma sahası vardı; sanat ve edebiyat -ki, ikisi de bilimdir bir nevi. Yıllardır bu alandaki birikimlerin tozunu yutan bir adamın elbette ki konuştukları da pek anlaşılır cinsten olmayacaktı. Leni konuşmaya yeltendiğinde düşüncelerini çeşitlemek için ihtiyaç duyduğu bin türlü kelime hemen o an aklına saldırıverdiğinden bir iki virgülden sonra genelde dili sürçer, sonra ansızın susuverir… Fakat iyi bir dinleyicidir. Bir karışlık kafatasında o kadar bilgiyi nasıl tuttuğuna şaşıp kalmışımdır hep.

Yine bir keresinde ona uğramıştım. Akşamları evde durmadığını bildiğimden kapısına erken saatte damlamıştım. Bir konuğu vardı; onunla başka yerde daha önce de karşılaşmıştık. Adamın yanında kendimi biraz tutuk hissediyordum. İşin aslı şuydu ki Leni’nin çoğu arkadaşı benden hoşlanmaz, varlığımdan rahatsız olduklarını gizleme nezaketinde bile bulunmazdı. Onlar(?!) entelektüel çevredendi ve benim gibi bir dişçi bozuntusuna anlatacakları bir şeyleri yoktu kuşkusuz. Leni durum gerektirmişse her defasında beni bu tiplerin hışmından korumaya çalışırdı. O entelektüel ortamlarda bazen babam rolünü üstlenirdi. Ben de beş yaşından büyük göstermezdim bunu yapmaya kalkıştığında. Bazı zamanlar bu olmuştu; Leni astrolojiyi iyi bildiğimi söyleyerek yanındakilerden pek aşağı kalmadığımı anlatmaya çalışır, astroloji bilmenin yeterli sayılmadığı anlaşıldığında da -etraftan homurtular geldiğinde bu anlaşılıyordu çünkü- hakkımda koca bir partal atar, kadınlarla aramın çok iyi olduğunu falan çıtlatıverirdi.

Hatta bir keresinde arkadaşlarına Taocu Seks konusunda bir uzman olduğumdan bahsetmişti. Bunun üstüne ortamımızdaki heriflerden biri yanıma sokulup ilişkiyi nasıl alevleyebileceği konusunda benden birtakım laflar duymak istemişti. Söyleyeyim, Leni’nin dostlarının birçoğu paranoyaktı; bu işten gerçekten anlayıp anlamadığımı bilmek istiyorlardı. Adamlara söyleyecek söz bulamazken Leni bir köşede oturmuş, bana bakıp kıs kıs gülerdi. Budalaların arasında yaşam savaşı vermem gerektiğinde bu, bazen felaketle biterdi. Konuştukça aptal durumuna düştüğümü görmek acınası bir şeydi.

O gün Leni’ye uğradığımda karşılaştığım adam tıpkı üstadım gibi, kafayı edebiyatla bozmuş biriydi. Ondan farkı, yazdığı iki romanını bastırabilmesiydi. Kitaplarını nasıl yayınlatabileceği noktasında Leni’ye tavsiye üstüne tavsiyede bulunuyor, ilginç deneyimlerini aktarıyor, fakat bütün bunlar karşısında Leni Nuh diyor peygamber demiyordu.

İşin ağız dalaşına vardığı bir an “Basri… farkında mısın, çok ileri gitmeye başladın!” diye onu tersleyince öğrenecektim adını. Uyarıyı ciddiye almayıp tam gaz devam edecekti herif:

“Bak aslanım… önce, sabahları gidip kapanabileceğin bir çalışma ofisin olmalı…” diyor, sırıtmayı unutmuyordu kerata.

“… Her sabah oraya kapanıp bir şeyler yazdığını herkese söylemen de gerekir, unutma! O delikte ne yaptığını bilmeliler, anladın mı? Hakkını vereceklerdir, tasalanma. Evde çalışsan burada ne halt ettiğini kim bilecek? Fakat olayı resmiyete dökersen üstüne yatırım yapmaya yanaşabilirler: Bu adam şunun için, bunun için kafa patlatıyor demeye başlarlar, anlıyorsun. Orada, gerçekte ne haltlar karıştırdığın o kadar önemli değil. Görüntü olsun yeter… Yaptığın eylem bilinsin. Ne yapıyorsun orada? Yazı yazıyorsun, unutma! Ah, ne güzel… Bundan emin olup seni de aileden saysınlar.”

Bir sigara yakıp devam edecekti:

“Beni bir tarafa bırakalım; kanımca sen benden daha şanslısın. Şanslı olduğunu düşünürken şu haline bakıp da üzülüyorum! Bi kere, burnun çok güzel senin; televizyona çıkmalısın. Seni televizyona çıkarmanın bir yolu olmalı. Yüzünü görsünler. Yabancı olmadığını, tıpkı aileden biri gibi göründüğünü bilsinler. Bunu bilmeliler.”

Lafını bölmüştüm. Leni’ye, Basri’nin dediğini yaparsa yüzünün eskiyeceğini söylemekti niyetim.

“Eskimez!” deyip bastırdı; “… niçin eskisin ki? O senin dediğin ancak Amerika’da olur. On binlerce yazarın, yüz binlerce sanatçının yaşadığı bir ülkede kimse kalkıp televizyona çıkmak istemez; çünkü başka birisine benzetilebilir. Ya da onun peşinden bir sürü insan daha televizyona çıkar ve bu da zavallıyı izleyenlerin hafızalarından kolayca silebilir. Hayır, hiç kimse orada böyle bir hata yapmaz. Oysa burası öyle mi? Burada üç yazar, beş oyuncu, dokuz da şarkıcı var. Ve Leni kendisinin de aileden birisi olduğuna bizleri inandırmak zorunda. Yoksa puan vermezler ona. Bayram namazını kıldıktan sonra büyüklerin yanına el öpmeye çık. Bunu yapmazsan, yani programa çıkmamakta diretirsen diyorum, saygısız damgasını yer oturursun. El öpmediğin için para da alamazsın. Böyle birisine kimse para vermez, biliyorsun… Sonra; onları biraz olsun eğlendirmelisin. Buna gücün yetmiyorsa o zavallıları en azından gururlandırmaya bak! Heey, bir ödül al kendine… Ve kendileriyle gurur duysunlar. Eğer gâvura karşı bir zafer, ne bileyim, bir ödül işte… bir şey kazanmışsan, artık zavallı bir mahlukat da olsan fark etmeyecektir. Haa; programa çıkmaya karar vermişsen uyanık olmalısın. Kimse nasıl bir seviyesiz olduğunu öğrenmemeli; haşa! Avrupa’da, Amerika’da hoptirininomluk normal bir unvan; eğer masrafa girip ‘oralardan gelme’ yolunu deneyeceksen bundan çok mutlu olurlar. Fakat aileyi eğlendirecek bir fert asla hoptirinanni dememeli. Hacivat ya da Karagöz’den biri olmalısın televizyonda, duydun mu beni! Sakın fazlasını oynama!”

Ayağa kalkıp pantolonunu beline çekecekti. Gömleği, üstü başı sigarasının külüne bulanmıştı. Temizlenirken son bir laf etti:

“Ancak böyle basacaklar bir tarafını!”

            Basri’nin o uzun mu uzun fetvasını kelimesi kelimesine hatırlamam şüphe yok ki imkânsız. O ağdalı ve imalı sözleri bir parça kendim uydurmuşsam da orijinali aşağı yukarı bu temada filiz vermişti.

Leni kızarmaya yüz tutmuş çehresiyle Basri’ye bakıp sırıtmıştı:

“Uvertürün bitti mi, kahrolası?!”

“Bitti!” karşılığı geldi.

“Şimdi dinle öyleyse, seni çok çalışmaktan beyni sulanmış mahlukat! Kendi yapamadıklarını benden beklesen de karşında bir aptal oturmuyor. Belki haklı olabilirsin; ama kitabımın basılması uğruna inançlarımdan vazgeçemem, anladın mı!”

“Yapma dostum; aç kalacaksın!” diye haykırıyordu korumacı iyi niyet.

“Sinir ediyorsun beni Basri. Eğer dediklerini yaparsam; yani kitabı bastırırsam ve bunu aileden biri olduğumu ispatlayarak başarırsam yeni bir kitap yazmaya gücüm kalmaz; yenisini yazamam, anlasana!”

“Bir yenisini yazmana gerek kalmaz ki! Artık yırttın sayılır. Söylediğimi yaparsan yüz binlerce lirayı cebine atmış say.”

Leni baktı ki böyle olmayacak, araya girmemi istedi.

            “Fakat Leni…” dedim; “…belki de doğrusu bu!?”

“Sinir etmeyin beni ulan! İstemiyorum! Basmasınlar anasını satayım; konuyu kapatın artık!”

Basit bir direnç değildi onunkisi. İnlerken ikimizden birini öldürecekmişçesine sinirlendi. Bu halde yerinden kalkıp köşede duran mini barına yöneldi. Kendine içki doldururken hâlâ söyleniyordu. Sonrasında bize döndü:

“Ben o limboların o gülünesi hallerine bakıp da ilham alıyorum. Birkaç ay geçtikten sonra kendimle mi dalga geçeyim; bunu mu istiyorsunuz?” diye bağırıyordu.

“Moruk…” dedi Basri; “… kitabını bastırmanın yollarından söz ediyorum. Beğenmediysen bunun başka yolları da var.”

“Uzattın ama, ha!”

“Dinle, bak; eğer televizyona çıkmak istemiyorsan gazeteler kanalını denemelisin. Orada en azından yarım milyona yakın insanla etkileşime girebilirsin. Önce kendine bir köşe bul. Çaktırmadan üslubunu şırınga et ve bir süre sonra da ‘Hey!… Bir kitap yazdım; alın okuyun! Memleketim, unutma beni! Memleketim; hey, ben buradayım!’ gibisinden bişiler bul. Tehdit gibi kokmasa da emir gibi tınlasın o laf. Eğer söylediğim şeyi başarabilirsen en azından elli bin takipçiyi rahatlıkla bulabilirsin. Hem, yayınevi sahipleri o hazır elli bini senden benden daha iyi hesaplar. Sana kitap başına bir buçuk lira vereceklerdir, ama, Bastırılmış Bir Tarafı Olanlar Cemiyeti’ne girersin, fena mı? Belki antolojilere falan da dahil ederler… Beni dinle; bu iki yoldan birine iman et. Plan yapmaya başla. Frankfurt Fuarı’na gidersin; orada Alman çorbalarından içersin. Paraya acıma. Kitabın için hayalindeki parayı vermeyecekler; bu yüzden bol kepçe çorba içmeyi ihmal etme orada. Frankfurt’ta, Melbourne’da, Londra’da… Hatta, bak, şimdi aklıma geldi: Sinema üstüne yazmaya başlayabilirsin. Cannes’e git. Kemiklerin nasıl da ısınır. Rıza gitmiş; öyle söylüyordu, dönünce kemiklerden, kıkırdaktan söz etti durdu.”

Basri bara gidip kendisine içki doldurdu. Sonra devam etmek için bu kez ellerini de kullanmaya başlayacaktı.

“Bak, ne düşünüyorum biliyor musun; zaman gelecek yazarlardan birisini bu ülkede cumhurbaşkanı yapacaklar. Neden bu adam sen ya da ben olmasın?! Düşünsene, her yere seyahat etmeye başlıyorsun. Yemek bedava, elbise bedava. Acayip havan olur. Yazarlığından değil, cumhurbaşkanlığından kazanmaya başlarsın. Eğer o makama sen ulaşırsan beni, ben ulaşırsam seni kollarız. Planım nasıl ama, ha! Dostum, dinlemelisin… Kendini aileden kılmanın bir yolunu bulmalısın; hem de hemen! Sürekli sarhoş dolaşmasam vatandaşlarımdan başkanlık talep etmeye yüzüm olurdu; fakat sarhoş birisinden devlet başkanı olur mu? Kusura bakma, ama bu uğurda içkiyi bırakamam -yoo, kimse bunu benden beklemesin.”

“Ben de inançlarımı terk edemem!” diyordu Leni. Fakat oltaya geldiğini fark edince acayip biçimde köpürmüştü.

“İnanç sorun değil! Hiç değil. Başka bir inanç bulursun. Sana başka bir inanç bulabilirim sanırım. Etrafta inançtan bol ne var?!”

Leni’nin sabrı zaten taşmış, bir biçimde evden uzaklaşmanın fırsatını kolluyordu. Kendi kendine bir şeyler mırıldandıktan sonra Basri’ye döndü:

“Yaa, aptal aptal konuşma; lütfen bunu yapma,” derken yüzünü kapatıyor, ayağını koyacak bir yer bulamıyordu.

Basri nasıl olduysa, “peki, bildiğini yap!” diyebilmişti. “… fakat günün birinde karşıma dikilip parasetamol parası isteme benden; o zaman sana bir bok vermeyeceğim!”

Lafını bitirince ellerini havaya kaldırıp tavana baktı.

edebiyathaber.net (1 Mayıs 2025)

Yorum yapın