Öykü: Kuşlardan uzak | Cindi Yıldırım

Temmuz 13, 2023

Öykü: Kuşlardan uzak | Cindi Yıldırım

Titrek ve buruşuk elleri, ölü zamanın en ölü kanıtıydı. Rengi solmuş kanepenin eprimiş kolçağından destek alarak doğrulmaya çalıştı. Ayağa kalkana kadar nefes nefese kaldı. Bastonuna tutunup soluklandı biraz, buruk bir ifadeyle ela gözlerini odanın içinde gezdirdi. Koca bir ömür geçirmişti bu evde. Yaşlı gözleri nereye değse, titrek bir anı başını hafifçe çıkarıp göz kırpıyordu ona. Acı bir tebessüm tüm ağırlığını vererek oturdu yanaklarına. Hatırladığı şeyler ona acı veriyordu. Gözlerinin kıyısına anılarının bölük pörçük kırıntıları ölü halde vuruyordu. Yaşlı kalbi hızlı hızlı atıyor, dişsiz ağzını kocaman açıp nefes almaya çalışıyordu.

Pencereye kirli elleri ile vuran şehrin gürültüsü onu kendine getirdi. Aklına üşüşen anılardan silkindi, kendisi gibi yaşlı bastonu ile titreye titreye pencereye vardı. Pencereyi açmadan dışarıya şöyle bir baktı ve derinden bir iç çekti. Kolu yavaşça kaldırdı, ardına kadar açtığı camdan ilkbahar, hoş kokuları ile birlikte odaya dolmaya başladı. Gözlerini kapatıp kokuların bedenine nüfuz etmesine izin verdi. Bu güzel havanın tadını çıkarırken kulağına zar zor ulaşan kuş sesleri duyuyordu. Anında alnı kırıştı. Neden uzaktan geliyordu kuş sesleri? Pervaza dayanıp gün geçtikçe beton yığınlarına dönüşen şehrin yüzünde dolaştırdı bakışlarını. Görebildiği kadar uzaklara dikti gözlerini, tek bir kuşa bile rastlayamadı. Apartmanlar, göğün karnını deşmek için her geçen gün biraz daha yükseliyordu. Binaların tepesinde, çaresiz ve mutsuz bir şekilde uçan kuşları gördü kafasını kaldırdığında. İnsanların yanı başında uçan kuşlar, şimdi bu betonların tepesinde uçmak zorundaydı. Boş bir arsa gören paraya aç bazı insanlar, hemen ellerine betondan değnekler alıyorlardı. Bu betondan değnekler ile kuşlar herkesten ve her şeyden uzak tutuluyordu sanki.

Hüzünle başını önüne eğdi. Hep, iyi ve güzel şeyleri bozacak birileri oluyor mutlaka, diye düşündü. Tam pencereyi kapatıp içeri geçecekken apartmanın girişinde, kapıyı açmaya çalışan bir kadın gördü, hâl ve hareketleri telaşlıydı. Kadın içeri girmeden el salladı ona ve kadının sinsi sinsi gülümsediğini gördü sanki. Korktu, pencereyi hızla kapattı, içeri giren kadının kendisine zarar vermek isteyen biri olabileceğini düşünüp iyice panikledi. Sapsarı bir yüzle kanepeye bıraktı bedenini, odanın rengi değişik geldi birden, hem kokusu da farklıydı. Şimdi de duyduğu sesler kuş sesi ya da pencereyi tıklatan şehir değildi; elden ayaktan düşmek üzere olan, emektar duvar saatinin sesiydi. Gözlerini kısıp iyice görmeye çalıştı saati. Yavaş mı akıyordu saniyeler? Aklı karıştı, duvar saatine bakıp endişeli bir şekilde konuşmaya başladı.

‘’Ben yaşlanınca zaman da benimle yaşlanıyor mu acaba? Şu topallayan ayağım gibi o da aksıyor mu?’’ Durdu, bir şeylerden emin olmanın havası esti yüzünde.’’ Herkesin kendisine ait bir zamanı vardır. Ben ölünce o da son nefesini verecek benimle. Kalbim durduğunda o da hiç düşünmeden peşimden gelecek.’’ Kendi sesinden korktu bir an, kiminle, ne konuşuyordu? Hatırlayamadı bir türlü. Kapıdan gelen tıkırtılara irkildi. Anlam veremediği bir korku bedenini sarmalıyordu. Kapı açıldığında az önce dışarıda gördüğü sinsi gülüşlü kadın duruyordu. Demek ki onun için gelmişti.

‘’Unutmaman gereken bir şey var,’’ diye bağırdı bastonunu havada sallarken. ‘’Beni öldürdüğünde şu pencerenin kirli yüzünde, şu tozlu kitaplıkta, şu rengi solmuş duvar saatinde, odanın her yerinde akıp duran zamanım da gelecek benimle, hem de hiç tereddüt etmeden.’’ Bastonunu sertçe birkaç kez yere vurdu.

‘’Anne, alışverişe çıkmadan ilaçlarını sehpaya bırakmıştım, neden içmedin?’’ dedi genç kadın üzüntüyle. Azarlanan küçük bir çocuk gibi büzüldü annesi. Bastonunu kucağına aldı, gözlerini halının çiçekli ilmeklerine dikti uzun uzun. Kadın poşetleri mutfağa bıraktı, elini yıkadıktan sonra da gelip annesine sımsıkı sarıldı. İçinden hüngür hüngür ağlamak geliyordu. Yıllardır yaşlı ve hasta olan annesine bakıyordu. Onun günden güne eriyen halini gördükçe o da eriyordu. Yanaklarından öptü annesini. Uykudan uyanmış gibi,’’ Hangi ara geldin sen? Dur hemen güzel bir sarma sarayım, afiyetle yeriz kızımla,’’ deyip mutfağa yöneldi yaşlı kadın. Ayağa kalkmıştı zor bela, durdu, alnını kaşıdı, gözlerini tavandan sarkan sarı ışığa dikti.

‘’Dışarıda ellerindeki sivri ve devasa bıçaklarla kuşları bizden uzak tutan apartmanlar gördüm,’’ dedi ağlamanın eşiğinde bir sesle.

edebiyathaber.net (13 Temmuz 2023)

Yorum yapın