Öykü: Başım duman duman | Sinan Şuekinci

Mayıs 9, 2024

Öykü: Başım duman duman | Sinan Şuekinci

Bu eskimiş ama hâlâ birbirine sımsıkı tutunmuş Arnavut kaldırımlı sokaktan yukarıya çıkarken, bizim emektar evin cumbasının beni selâmladığını gördüğümde bir hoş olurum! Mutluluk mu desem, yeniden doğuş mu yoksa her şeyden sessizce kaçış mı, bilmiyorum. Aslına bakarsanız bilmek de istemem; cehaletin mutluluk olduğu savının büyüsüne kapılıvermeyi severim bu yokuşun başına geldiğimde.

Anahtarımı ceketimi üzerine attığım çantamdan alır, şakır şıkır kendim açarım kapıyı. Eski ahşap bir kapı olduğu düşünmeyin sakın! Hayır, belki de bu evlerde modernliğin başladığı ilk bölümdür kapılar. Önce o çelik olanıyla değiştirilir, sonra diğerleri gelir… Bir de güzel bir sebep buluruz: güvenlik. Eşyanın değişiminde bir sebep vardır da insanın değişiminde yok mudur, vardır elbet ama bırakalım şimdi bu müphem mevzuyu.

Evde kimse yok değil, işte karım; şaşmaz zamanın şaşmaz mekânında harika rayihalar içinde akşamı başlatmanın telaşında!

İşte kızım; masasının başında derya deniz olmuş sorularını çözme savaşında! Bazen şunu düşünmeden edemem; sadece sorular mı düşünüp durduğu, yoksa büyüyen, genleşen, ne olduğu belli olmayan hayatın acayipliği mi?

İkisiyle de merhabalaştıktan sonra gıcırdayan merdivenin o kadim sallantısında cumbalı odama çekilirim. Tekrarın tekrarında.Her akşam rutinim budur benim; daireden gelir gelmez kendimi odama atar, cumbanın üzerindeki sallanan koltuğuma  çöker, sokağı, şehri, insanı velhasıl cümle alemi seyreylerim. Bugüne kadar ne kızım ne karım bir kere bile bu rutini bozmadıklarından ötürü ikisine de müteşekkirim!

Bu arada bütün yorgunluğumu alan bu sallanan koltuğu, şu sizin göremediğiniz ama tahayyül ettiğiniz cumbanın camlarını boydan boya yaptırdığım vakit, Balat ‘ta bir eskici dükkânından almıştım. Eski hatıraların cirit attığı, geçmişi her daim acısıyla tatlısıyla andığım bu köşeye de böyle bir antika koltuk yakışırdı zaten. Çocukluğun büyüklüğe evrildiği bu mekânda, eski hatıralar daha bir cisimleşiyor eşyalarda.

Başka eve çıkmak istemedik değil, istedik. Bir dönemimiz eşimle sokak sokak ev aramakla geçti.Sonra aradığımız şeyin bu evin ruhu olduğunu anlayınca tüm arayışların beyhude olduğunu düşünüp vazgeçtik.

Cumbadan göğe yükselen yeni binalara bakınca yeniyle eskinin çelişkisini ya da ahengini ancak buradan izleyebilirim, diye düşünürüm. Velhasıl, hayat gailesinden sıyrılıp camdan bu kadim, bu eski, bu cinnet geçirmekte olan şehri izlemek sadece  baba yadigârı bu eve mahsusmuş gibi gelir bana. Başka ne mi izlerim; koştura koştura evine giden insanları, satıcıların o kavruk bozkıri sesini , çocukların çığlıklarını; geceleri ise bilinmezin, şehvetin, tutkunun, esrikliğin peşinden koşanların ayak tıkırtılarını izlerim ya da attıkları naralarını; hepsi de çocukluğumdan beri izlediğim hiç bitmeyen uzun metrajlı bir filmin görüntüleridir.

Bütün bu anları ancak böyle güzel bir semtte izleme saadetine kavuşabilir insan! Bir yanın Balat, bir yanın Haliç, bir koşu aşağıya in nereye istersen yürü denizin kenarından. Eski tadı var mı diye sorarsanız, yok derim tek kelimeyle. Birçok nedeni var bu durumun; şehrin ne idüğü belirsiz insanlarla dolması mı desem, daracık kaldırımların hiç bitmeyen tadilatları mı desem, çoğalan otomobil egzosundan çıkan gazın genzini yakması mı desem, daha neler neler…

Her şeye rağmen karımla arada yürürüz, özellikle yaz akşamları.Püfür püfür esen denizin kıyıcığından konuşa dertleşe yürürüz. Kızım büyüdükçe bize daha az katılır oldu haliyle! Diyeceksiniz ki bu şehirden gitmeyi hiç düşünmediniz mi? Düşünmez olur muyuz, günlerce…Ama her tahayyülden sonra gözünü burada açmış, soluk almış, dertlenmiş insan için yine de bu köhne şehri terki diyar eylemek kolay iş değil. İstanbul’dan ırak kalmak tefekkürü bize ıstırap vereceğini sezinlediğimizden vazgeçtik. Sözün özü bu eski evle bu eski şehirle hemhal olmuşuz artık, başka maceralara ne hacet! Bütün bu değişime bir taraftan hayıflanıp bir taraftan hayran olmak; çelişkinin dik alası biliyorum ama insan dediğin de çelişkinin cisimleşmiş halinden başka nedir ki!

Değişim. Heraklit’in sihirli değneği !(Heraklit, Heraklit!Akarsuya kabil mi vurmak kilit?) Nazım’ın bu dizeleri de nasıl da deler geçer zamanı. Sahi gençlik vakitlerinde değiştirmeyi umut ettiğimiz ne de güzel zamanlarımız oldu. Değişimin uğruna evden kaçmalar, şiirler, eylemler, yazılar… Babamla bağırışlar, annemle göz göze gelmeler, sonra tekrar geri gelişler…Arkadaşların, özelikle Anadolu’dan gelenlerinin kaldıkları öğrenci evlerine sık sık giderdim. Makarna ile karnımızı doyurup çayın buğusunda daha yaşanılabilir bir dünyanın hayalini kurarken annemin yemekleri aklımın ucuna bile gelmezdi. Ne güzel günlerdi öyle! Sonra karımla tanışmam: Aynı pencereden, akan dünyanın bütün sırlarına erişmeye çalışmak. Aşk bu olsa gerekti.

Okulu bitirip de sonradan öğrendiğimiz tekrardan başka bir şey olmayan hayata daldığımızda o geçmişteki rüyalar yavaş yavaş silikleşmeye başladı. Tutunmaya çalışmak. Değiştiremediğin dünyaya tutunmaya çalışmak. Al sana bir çelişki daha. Karım çalışmadı değil, çalıştı; ama kızımın yüz anomalisiyle doğması bütün planlarımızı değiştirdi. O, her daim kızımızın yanında olmayı istedi, zamanla yüz anomalisiyle ilgili farkındalık çalışmalarına katıldı, katılmaya da devam ediyor. Nice güzel insanlarla tanıştırdı bizi, sağ olsun. Akşam da online toplantısı vardı sanırım, sahil yürüyüşümüz suya düştü desene! İşte hayat bir şekilde akıyor vesselam! Belki de her şey olması gerektiği gibiydi. Shopenhaur haklıydı galiba: gençlikte görülenler, yaşlılıkta ise düşünceler hakimdir.Yaşlanıyor muyum, sanmıyorum, ama duruluyorum, anlaşılır olmasını istiyorum hayatın…Sonra aynı Shopenhaur ne demişti, gençlik şiirin, yaşlılık ise felsefenin zamanıdır. Ne güzel demiş.

İşte benim günlerim böyle geçiyor, her gün el ele tutuşarak diğerine aktarıyor anıları, biz de hatırlıyoruz, o kadar! Birazdan sarhoş naraları atılacak ve benim hoşuma gidecek. İşte kızımın ayak sesleri, yemeğe çağırmaya geliyor tanıdık ritimle. Bir taraftan gözüm pencerede bu her şeyi karmakarışık güzellikte olan şehre kaydı.

“Baba nereye daldın gene?” Bu sefer elinde çözemediği birkaç soru da vardı. Döndüm gülümseyerek:

“Bırak şimdi soruyu çözümü de hafta sonu kamp yapmaya ne dersin!”

“Annem gelir mi sence? Geçen sefer sineklerden ötürü çok söylenmişti.”

“Anneni ikna ederim,” der demez karımın o güzel sesini duyduk gene tekrarın huzurunda.

“Hadi bakalım, yemek hazır.”

Sarıldım kızıma, merdivenleri gıcırdata gıcırdata indik mis gibi yemek kokan salona…

edebiyathaber.net (9 Mayıs 2024)

Yorum yapın