Düğümleri olan, düğümlenmiş ya da kendisinin attığı düğümlerin pençesinde sararıp solmuş, yaşam enerjisini yitirmiş bir kızı yazmak istiyorum. Yazmaktan kastım oturup dört başı mamur bir roman ortaya çıkarmak değil, sadece son derece sıradan da olsa anlatılmayı hak ettiğini düşündüğüm birinden dilim döndüğünce bahsetmek. Penceremin kenarında oturuyormuşum da bu kızı görmüşüm, düşünceli, bezgin adımlarla ağır ağır önümden geçmiş gibi. Başını çevirip bana bakmamış ama onu izlediğimi dahası halinden anladığımı anlamış gibi. “Bir daha buradan ya geçerim ya geçmem, dünya hali, belli mi olur, sen beni şimdi yaz” demiş gibi.
Kızın bana benzeyen özellikleri var, ama ben değilim. Öyle zannedeceksiniz muhtemelen. Değilim diyorum, inanın. Bensem benim derim, insan düğümlerinden utanır mı?
Gözlerindeki düğümden başlamak gerekir. Başkalarının onda gördüğü cevheri o kendinde görmez, göremez. Yeteneklerini, becerilerini biri fazlaca methetse , ya kibarlık ettiğini ya da dalga geçtiğini düşünür.
Dudaklarındaki düğüm: Az güler kızımız, çok az. Bazen tebessüm eder. Neşeli görünmekten imtina eder, kendini gri bir tülle sarmış gibidir, birazdan boşalacak yüklü bir bulut gibi. Düşüncesi odur ki, neşeli görünürse, hayatından, sırtına yüklenenlerden ve eline tutuşturulanlardan memnun olduğu sanılır. Halbuki mutlu değildir, yaşadığı günden bir tat almaz, geleceğini bildiği günlerle ilgili iyimser gözlükler takmaz.
Boğazındaki düğüm en fenasıdır, her şeyin başı odur aslında. Söyleyemez. Aklından çok şeyler geçer ama gırtlağının boğumları arasında takılır kelimeler. Sessiz hırıltılara dönüşür. Aptal ve sığ olduğunu zannedeceklerini bilse de konuşmaz. Hayır, diyemez. Sınırlarını çizemez. Ufacık bir fikir beyanıyla alay konusu olduğu, fısıltıyla yaptığı en zayıf itirazın bile korkunç bir saygısızlık, lanet okunası bir kıymetbilmezlik kılığına sokulduğu durumlar yaşamıştır bu kızcağız. Çareyi boğazını düğümlemekte bulmuştur.
Tüm o yuttuğu kelimeler midesinde taşlaştığından belki, midesi de düğüm düğümdür. Bu düğümler onu kemirdikçe acıkır, acıktıkça yer. Yer, yer, yine kazınır midesi, yine yer… Belki de en çok göbeğinden ötürü bu kızı ben sanacaksınız. Yok, ben değilim. Evet, benim de göbeğim var, ama bu kız bambaşka biri. Sizin tanımadığınız, sadece benim penceremin önünden geçen biri. Ben size ne kadarını anlatırsam o kadarını bilebileceğiniz biri.
Ayaklarına düğümlenmiş külçe külçe ağırlıklarla zor zar atar adımlarını. Depresyon dersiniz, kaygı bozukluğu dersiniz, hatta tiroit, B12, selenyum dersiniz. Doğrusunu o kız söylesin size. Neden öyle ağır ve isteksiz yürüdüğünü. Gideceği yerin, olduğu yerden daha iyi olacağına dair ne bir inancı ne de hayali vardır da ondan. Kendisini, şu an içinde debelendiği hayatın çok daha zor ve karanlık, çok daha sert, sıkışık ve boğucu halinin beklediğini bilir. İçinden hiç gelmez ileriye doğru bir adım daha atmak, bir ayı daha batırıp bir güneşi daha doğurmak ama zaman treni durmaz, aşağıya da atlayamaz. Ayaklarını sürüye sürüye penceremin önünden geçer düğümlü kız.